İklim KriziManşet

Rauf Kösemen: “İklim değişikliğinde gerçeğin iletişimini yapmaya devam etmemiz gerekiyor.”

0
Ümit Şahin ve Rauf Kösemen, program öncesi Açık Radyo'da

İklim değişikliğinin etkileri artık kapımıza kadar geldi dayandı. İstanbul peşpeşe iki defa, tırnak içinde “olumsuz hava koşullarının” etkisi altında kaldı. Medyanın büyük bir kısmı tarafından yumruk büyüklüğünde gökten düşen dolu taneleri, kibrit çöpü imişcesime yerinden sökülüp uçan koca çınarlar hep bu sihirli tamlama ile verildi genelde, “olumsuz hava koşulları”

Peki neden hala bu yaşananlar için nüfusun büyük bir çoğunluğu “iklim değişikliği” tanımını kullanmama yolunu seçiyor? Neden önümüzde apaçık görünen ve artık kapımızda olan gerçeği görmemeyi tercih ediyoruz. Neden iklim değişikliği (ülke ve dünya nüfusunun çok büyük bir kesimini baz alırsak) umurumuzda değil?

Açık Radyo’da her çarşamba 10:30 – 11:00 saatleri arasında yayınlanan Açık Yeşil programında Ümit Şahin, başka bir Açık Radyo programcısı, sosyal fayda iletişimi uzmanı ve her salı 16:30  – 17:00 saatleri arasında yayınlanan Hemzemin programının yapımcı ve sunucularından Rauf Kösemen ile bu konulara değinen bir söyleşi gerçekleştirdi.

Yeşil Kamp 2017‘de peşpeşe 2 sunum ile başlayan tartışma önce Açık Radyo stüdyolarına, ordan da Yeşil Gazete sütunlarına taştı.

Söz Ümit Şahin ve Rauf Kösemen’de. Programının tamamının, Yeşil Gazete muhabiri Gizem Hasırcıoğlu tarafından gerçekleştirilen metin çözümlemesini de paylaşıyoruz.

****

Ümit Şahin ve Rauf Kösemen, program öncesi Açık Radyo’da

İklim’de hangisi geçerli: Korku iletişimi mi yoksa Umut iletişimi mi?

Ümit Şahin: İşin teorik altyapısına girmeden damardan bir soruyla başlayalım. Açık Gazete’de, Açık Yeşil’de, İklim İçin’de, iklim konusu ile sınırlı tutuyorum, radyoda iklim değişikliğini konuştuğumuz her programda yaptığımız şeyin korku iletişimi olduğunu öğrendim senden. Doğru mu bu ve ne demek korku iletişimi?

Rauf Kösemen: Belki tamamı değildir, arada farkında olmadan korku iletişimden uzaklaştığınız da oluyor, ama evet genel olarak korku iletişimi yapıyorsunuz.

İki şey yapıyorsunuz aslında: bir bilimsel bilgiyi kitle iletişimine taşımaya çalışıyorsunuz. İçeriği böyle ama bunun formu o bilimsel bilginin ağırlığını olanca büyüklüğü ile kitle iletişimin üstüne bıraktığınız için, yani dinleyicilerin okuyucuların üstüne, bunun duygu formu korku olarak ortaya çıkıyor. Yani “Şu kadar zamanda şu kadar atmosfer kirliliği oluşacak”, “Bu kadar zamanda bu kadar buzul eriyecek”, “Bu kadar zamanda şu kadar karbondioksit salımı gerçekleşecek” gibi bir çıktı kalıyor geriye. O zaman da evet bunun adı korku iletişimi oluyor.

Sosyal fayda iletişiminde tersi de var, iklimciler pek yapmıyorlar ama, umut iletişimi. Aslında ikisi de hiç faydalı değil. İki uçta, bir tanesi hemen problemlerin çözüleceğini iddia ediyor bir diğeri de öldük, bittik, mahvolduk bunun bir çözümü yok diyor.

Ümit Şahin: Ya da şey diyor, “İklim değişikliğini bir fırsat olarak kullanmalıyız. Bu bizim ekonomik büyümemizi sağlayacak, bunu iyi bir şey olarak alalım”. Bu umut iletişimi mi oluyor?

Rauf Kösemen: Evet bir nevi. Ama iklim değişikliğinde pek umut iletişimi yapan yok. Ben genel olarak sosyal fayda iletişiminde ortaya çıkan iki salınımdan bahsediyorum.

İklim iletişimde yok böyle bir umut iletişimi. Daha çok mesela, erken yaşta evlilik meselesine baktığımızda, “Şu projeleri yaptık bunu çözüyoruz, merak etmeyin her şey kontrol altında” dili ile “Gelecek kuşaklarımız mahvoldu, kaybolduk” dili arasında salınıyor iletişim. Halbuki hakikat o ikisinin arasında bir yerde seyrediyor. Ne ölüp, bitip, mahvoluyoruz ne de diğeri.

Şimdi iklim meselesinde hakikaten ölüp bitip mahvolduğumuz ve mesele gerçekten çok ciddi olduğu için ona ilişkin bir umut dili kullanmak mümkün değil. O zaman da sarkacın sadece korku tarafı ağırlık kazanmaya başlıyor. Bunu anlamak mümkün tabii.

Ümit Şahin: Bunun bir nedeni de bir tür savunma refleksi mi?  Yani iklim değişikliği meselesinde ve bazı başka konularda o kadar çok tersten, inkar kampanyaları dediğimiz şeyler oluyor ki. Onların yaptığı umut iletişimi mi oluyor bilmiyorum tabii ama yalan aslında. Yalan üzerinden insanlara “Siz bakmayın bunların yaptığı felaket tellağına, böyle bir şey yok” diyen o kadar güçlü bir ses var ki.

Bu sesler yıllar önce çok çok güçlüydü şimdi belki biraz zayıfladı ama Trump ile iktidara bile geldi. Hem zayıfladı hem iktidara geldi. Bunlar o kadar ağır bir baskı uyguluyorlar ki bizim gibi iklim değişikliği iletişimi yapanların üzerine biz de savunma ihtiyacı ile olanın vahametini çok daha ağır bir şekilde mi yansıtmaya çalışıyoruz acaba?

Rauf Kösemen: Bu vardır muhtemelen. Ama buradaki teorik farkı söyleyeyim kısaca.

Bizim iklim değişikliğini anlatırken yaptığımız şey sosyal fayda iletişimi. Somut bir problem var, problemin çözümü için, fayda üretebilmek için insanları davet ediyoruz.

Ama diğer tarafın yaptığı siyasal iletişim, yani propaganda. Onlar gerçekler üzerine kurmuyorlar, siyasal başarı üzerine kuruyorlar. Hedeflerini de koyarken gerçeklerin insanlara anlatılması üzerinden koymuyorlar. O yüzden tek sesli, ne söyleyeceğini bilen, gerçekle derdi olmayan propagandanın başarılı olma olasılığı her zaman daha yüksektir.

Sen en ufak bir kafa karışıklığın olduğunda onu anlayıp çözmek için vakit kaybedersin.

Yapılması gereken: Hakikatin, gerçeğin iletişimi

Ümit Şahin: O zaman buna cevaben bizim de mi siyasal propaganda yapmamız lazım?

Rauf Kösemen: Yok yine gerçek iletişim, hakikatin iletişimini yapmaya devam etmemiz gerekiyor.

Birkaç formül sıralanıyor bu işlerde. Aslında meselenin neden böyle etki etmediğine dair bakmak lazım. Biliyoruz zaten başından sonuna kadar neler olduğunu içgüdüsel olarak.

Yeşil politika yapanlar, iklim değişikliği çalışanlar biliyorlar. İnsan faktörü net olarak görülemiyor bu meselede en azından bugüne kadar görülemiyordu. Artık ana akım medya dahil herkes insan kaynaklı olduğunu anlatıyor bize. Etkinin çok uzun vadeli olduğu varsayılıyor o yüzden aciliyet hissi oluşmuyor ve şu anda deneyimledikleri etkileri güçlü bir şekilde hissetmiyorlar.

Bir de bir haz vaat etmiyorsunuz. Genelde iletişimde insanlardan bir şey istediğimizde onlara bir haz vaat edersiniz, şunu yap karşılığında bu olsun diye.

Ümit Şahin: Halbuki tam tersine çile vaat ediyoruz.

Rauf Kösemen: Burada çile vaat ediyorsunuz. Üstünden atlamak, görmezden gelmek gibi bir refleks geliştiriyor insanlar. İletişimde böyle bir şey vardır, ağır gerçeklerin üzerinden atlar kitleler.

Harekete geçmek konusunda da bir idrak eksikliği var. Hükümetlerde ilgi yoksunluğu var ya da kontrollü bir ilgi var, bir karmaşa ve kararsızlık yaratıyor bu da.

Bunların tamamı üzerinden gittiğimizde en önemli şey mesajın şimdi önemli olmaması. Şu ana yönelik bir önem arz ediyor olmaması.

Ümit Şahin: Daha doğrusu öyle algılanmaması.

Rauf Kösemen: Aslında şunu söylemeliyim, genelde iklim değişikliğinin anlaşılamadığı düşünülüyor ya aslında anlaşılamamakla ilgili bir problem yok. Davranış değişikliği yaratmakla ilgili bir problem var. Anlaşıldığını kampta verdiğim konuşmada da anlatmaya çalışmıştım.

İnsanlar sabun gibi içinde potasyumu, kostiği vesairesi olan bir ürünün bile doğal olduğuna inanmaya eğilimliler. Doğal sabun kullandıklarını söyleyerek gezebiliyorlar ortalıkta ve bunu yığınlar milyonlar yapıyor. Herhangi bir içeceğin daha doğal olanını seçmeye çalışıyorlar. Bu aslında bu türden bir iletişim ağının veya ortamının yan sonuçlarından biri.

İnsanlar doğal olmak gerektiğine, dünyayı daha fazla tahrip etmemek gerektiğine bunun için tüketim alışkanlarını değiştirmek gerektiğine genel olarak ikna olmuş durumdalar. Bana ne demiyorlar, daha az zarar vereni seçmeye uğraşıyorlar. Sabun gibi kendisi toksik bir şeyin doğal olduğuna inandırabiliyor o ürünleri satan pazar.

Burada iklim değişikliğine karşı bir davranış değişikliği gerekiyor. O da biraz büyük bir davranış değişikliği.

Ümit Şahin: Sabun almakla olmuyor mesela.

Rauf Kösemen: Şirketleri, hükümetleri, uluslararası kurumları baskı altına almak, onların politikalarını değiştirmek. İklim değişikliğini halka anlatmamızın sebebi bu.

Ümit Şahin: Ama öbür taraftan bireysel davranış değişikliği de büyük.

Gerçekten iklim değişikliğini öğrendiği için veya bu konuda kaygı duyduğu için davranış değişikliğinde bulunan kişi doğal beslenmeye çalışıyorsa bu bir yan fayda ya da sonuç dedin. Bu yan sonuçsa asıl sonucun bireysel olarak, söylediğin politik değişiklikler dışında, uçağa binmemek araba kullanmamak vb olması gerekiyor.

Bu da aynı şirketleri hükümetleri baskı altına almak gibi çok zor ve imkansız olarak algılandığı için, senin söylediklerini yorumluyorum şu an, yan fayda asıl faydaya dönüşüyor galiba.

Rauf Kösemen: Evet aynen öyle. Bu gelişen bir süreç o yüzden verileri hemen bugünden tamam böyle oldu demek mümkün değil. Geriye dönüp bakabilmemiz lazım. Bunlar büyük şeyler.

Siz, çok hızlı bir hayatın içinde yaşayan ve uçağa binme şansı olan bir grup insana, kitleye uçağa binme diyorsunuz. Hızlı hayattan vazgeçecek ve uçak ulaşımının yarattığı emisyona kendi katkısının azalmasına ikna olacak. Bugünkü mevcut durumda ben böyle bir zihnin oluştuğuna inanıyorum ama bu bireysel olarak yapılan bir şey gibi gözüküyor hala.

Ben binmiyorum ama herkes biniyor” “Ben almıyorum ama herkes alıyor” dan “Ee yeter artık” a gidebilecek bir durum.

İletişimin başarısını dolaylı davranış değişiklikleri ile ölçmeliyiz

Rauf Kösemen ve Ümit Şahin, Yeşil Kamp 2017’de de radyoda bahsettikleri konulara değinen peşpeşe iki sunum gerçekleştirmişti

Ümit Şahin: Bir tek ben yapmasam ne olur ki zaten.

Rauf Kösemen: “Ben geç kalacağım gideceğim yere” ya da “Tatil hakkımdan ben mi vereceğim bir tek?”.

Bugün İngiltere’ye gitmeye çalışırsan 4 gün sürüyor otobüsle. Bunlar gerçekten hükümet politikası ile ilgili. Şunu görmemiz lazım bizim, yıllık izninde otobüsle seyahat edenlerin yıllık iznine otobüs ile gittiği süre eklenecek diye bir yasa çıkartalım bakalım o zaman insanlarda bir bilinç dönüşümü olmuş mu olmamış mı o zaman anlarız.

Şu anda biz bedeli de onların ödemesini istiyoruz. Onunla karşı karşıya kaldıklarında son derece bireysel kararlar veriyorlar. Etraflarına bakıyorlar çoğalmıyorlarsa kendi başlarına kaldıklarını düşünüyorlar.

Ümit Şahin: Aynı şekilde endüstriyel hayvancılıktan ya da et yemekten geri durup böylece emisyonları azaltmayı seçenlere bir tür piyasanın ya da piyasa üzerinde devletin regülasyonu ile vejetaryan beslenmeye destek olsa acaba ne olur?

Vejetaryan beslenme ucuz seçenekmiş gibi görünüyor ama işin aslı öyle değil. Dolayısıyla onu sağlayan bir regülasyon mekanizması davranışları nasıl değiştirir?

Bütün fast food sektörü et üzerine teşvik edilirken bunu nasıl sağlayacaksınız? Senin dediğin bu anlamda çok kritik.

Rauf Kösemen: O yüzden de iletişimin başarısını biz iklim değişikliğine dair doğrudan davranış değişiklikleri ile değil dolaylı davranış değişiklikleri ile ölçmeliyiz diyorum ben. Yani moral bozmayalım. Çünkü gerçekten görüyoruz bu davranış değişikliklerini.

Ümit Şahin: Ama zaten şöyle de söylemiştin sen kamptaki konuşmanda, “İklim değişikliği ile ilgili gerçek anlamda faydayı sağlayan şey devletlerin, şirketlerin yaptıkları olduğu için de bu anlamda bir fayda ölçümü yapamayız“. Doğru mu bu şekilde söylemek?

Rauf Kösemen: Evet, öyle düşünüyorum.

Ümit Şahin: Daha doğrusu şimdi biz burada yaptığımız programın faydasını ölçeceksek, hiç aklıma böyle bir şey yapmak gelmedi bugüne kadar ama, bunu Türkiye’nin iklim politikalarındaki değişiklikler üzerinden mi ölçeceğim  yoksa bu programı dinleyen insanların ilgi düzeyi, yaptıkları, katkıları, iklim değişikliği ile ilgili yapılan etkinliklere katılımları, duyarlılıkları üzerinden mi ölçeceğim?

Bana birincisi çok mantıklı gelmiyor doğrusu ben niye Türkiye’nin iklim politikaları üzerinden ölçeyim ki?

Rauf Kösemen: İklim değişikliğine karşı mücadele ediyorsak birincisi üzerinden ölçmek zorundayız da iletişimin başarısı diyorsak ikincisi.

Ümit Şahin: İletişimin başarısını kast ediyorum.

Rauf Kösemen: İkincisi üzerinden ölçeceğiz tabii.

İklim iletişimindeki hatalar. İklim değişikliğinden bahsetmek konferansı

Ümit Şahin: Onunla ilgili de  şöyle bir durum var, geçen hafta konuşmaya başlamıştık Açık Yeşil’de. İngiltere’de 2-3 hafta önce katıldığım iklim değişikliğinden bahsetmek üzerine genel bir konferansta bu iletişim meselesi ile ilgili de sunumlar vardı.

Onları da biraz konuşabiliriz hatta uzun uzun da konuşabiliriz çünkü bunlar da oldukça ilginç. Bir tanesi Leeds Üniversitesi’nden Wändi Bruine de Bruin’ün yaptığı sunum insanların iklim değişikliği ile ilgili bilgilendirilmiş karar verme süreçlerine bir yaklaşım sunmakla ilgiliydi ve orada belli başlı iletişim hataları saydı.

Bunlardan bir tanesi bizim gibi iklim değişikliği iletişimi yapan uzmanların yaptığı jargon kullanmak hatası ve insanların anlamayacağı şekilde konuşmak. İkincisi çok fazla enformasyon bombardımanı yapmak. Bir diğeri fazla seçenek sunmak.

Mesela şöyle bir şey söyledi,  senin bunların üzerine yorumunu isteyeceğim hangisi önemli ya da gerçekten önemli mi, bir kitapçık çıkaracaksanız “Enerjiyi tasarruf etmek için 100 ipucu” diye asla çıkartmayın 10 ipucu diye çıkartın.

İnsanlara aşırı seçenek sunmak veya yapılabilir alternatifler sunmamak sadece eleştirel tarafta kalmak olarak anladım bunu, insanların duygularına hitap etmemek diğer saydığı iletişim hataları arasında. Ne diyorsun bu konuda?

Rauf Kösemen: Bilimsel verinin günlük hayata tercümesi her zaman bir problemdir. Ticari reklamlarda iki şekilde oluyor.

Birincisi kafa karıştırmak için oluyor, yani siz bilimsel veriyi yığıyorsunuz karşınızdakine bilinçli olarak ki kafası karıştığında herhalde biliyor da konuşuyor algısını yaratmak için. İkincisi de o bilimsel verinin teknolojik formlarını anlatıyorsunuz yani bunu alırsan şu kadar kilometre ötedeki kişiyle bu kadar rahat görüşürsün şeklinde günlük dile tercüme ediyorsunuz. Başka türlü çok kullanılmıyor bilimsel veri ticari iletişimde.

Burada da bu iş sıradan insanın günlük hayatında karşılaşmadığı şekilde anlatıldığında kendini uzak hissetmeye başlıyor. O mesafeyi kapatmak lazım, günlük dille anlatmak lazım. Burada haklılar, hem günlük dille anlatmak hem eve sokmak lazım. Sadece günlük dil değil günlük hayat üzerinden de anlatmak lazım.

Ümit Şahin: Ama yine bilimi kullanarak değil mi? Burada sanki benim kafamı karıştıran şey bilimin, iletişimin bir ana ögesi olmasında da bir sorun var gibi anlıyorum.

Rauf Kösemen: Bilimin dilini değiştirmediğin zaman, bilim dilini kullandığın zaman bu bir probleme dönüşüyor.

Ümit Şahin: Buzulların erimesi bilim değil midir mesela?

Rauf Kösemen: Değil, günlük somut bir şey. Buzulların erimesini hangi formda anlattığına bağlı.

Şu kadar cm yükseldi demek yerine bir nirengi noktası koyup şu şu balık türlerinin yaşayabileceği alanları şu kadar yok etti demek ya da şurada yaşayan insanların evlerinin bahçelerine kadar yükseldi demek, bunlar doğru mudur bilerek söylemiyorum örneklemek için söylüyorum, daha çeldirici, daha ikna edici ve karşı tarafın gözünde canlandırmasını sağlayan bir şey. Ama bunları yapamıyoruz. Bazılarını zaten yapamıyoruz, o ölçüyü bulamadığımız için.

Hakikaten birinin bahçesine su girmiyor buzullar yükseldiği için hele ilk dönemlerde. Bazılarını yapmayı da akıl edemiyoruz. Orada somut bir bilgi var, şu kadar cm yükseldi diye, bunu söyleyince ikna olacağını düşünüyoruz.

32 yılda bir gelen sel, 7 yılda bir uğrayan kuraklık

Ümit Şahin: Bunun tersi de oluyor. Mesela geçen hafta İstanbul’daki sel felaketinde gazetelerde 32 yıldır bir olan ya da 32 yılın en büyüğü tarzı haberler geçiyordu. Ne demek bu?

Rauf Kösemen: Bu 32 yılda bir olmuş, tekrar 32 yıl sonra olabilir demek.

Ümit Şahin: Mesela bu senin dediğin gibi günlük dile uyarlamanın başka türlü bir örneği.

Rauf Kösemen: Bilerek mi yapıyorlar yoksa bir bilinçaltı mıdır bu ya da oturup biri yazıyor mu bunu böyle dersek böyle anlaşılır diyerek bilmiyorum ama hakikaten yazıyor kadar başarılı.

Ümit Şahin: Bir ara 7 yılda bir kuraklık olurdu ya mesela bu devletin resmi kaynaklarında olan bir hadise, 7 yılda bir sanki burası Nil Nehri.

Rauf Kösemen: Haberci soruyor, haberci dediğim düzenli haber programı sunan kişiler anchorman-anchorwoman dedikleri, aynı kanalda olduğu meteoroloji uzmanına Temmuz ayı yılın en sıcak ayı olacak mı, rekor kıracak mı?

Yok diyor normalin altında bile seyrediyor ama ayın belli günlerinde rekor kıracak tabii diyor. Şimdi nedir bu? Evet bu bilimsel bilgi, bakıyor ve onu görüyor ama bunu böyle söylediğinde rekor kırmayacak diye nasıl kırmayacak kıracak diyorsun öbür taraftan da. Temmuz ayında olabilecek en yüksek sıcaklıkları beklediğini söylüyorsun, Temmuz ayı mevsim normallerinin altında seyredecek diye bitiriyorsun konuşmanı.

Ümit Şahin: Bir de sana daha önce sormuştum, çok yaygın bir refleks özellikle sosyal medyada çeşitli yerlerde yorumlarda görüyoruz bunu mesela bir uzman “Temmuz ayında bu kadar hızlı ve şiddetli bir yağış olur mu? İklim değişikliği bu tür felaketleri sıklaştırdı.” Diye yazıyor altındaki cevap “ Niye eskiden de Temmuz ayında yağmur yağardı.”

Bu doğru aslında tabii. Eskiden de Temmuz ayında şiddetli yağmur yağardı ama bunu bu şekilde söylemek iletişim yapanın mı hatası yoksa algılama ile ilgili de bir sorun var acaba?

Rauf Kösemen: İkisi de var. İletişim yapanın hatası diyemem aslında sonuçta bir haber yapıyorsunuz ve haberde bu doğru ama bu tür yorumlardan kaçınmak için daha fazla detay vermek gerekiyor o zaman.

Ümit Şahin: O zaman da işte enformasyon bombardımanı diyorlar.

Rauf Kösemen: Böyle konuşunca biraz kahve muhabbeti gibi oluyor ama tahmin edilebilir bir şey değil. İki ya da daha fazla kişinin dışardan izlediğimiz davranışlarını yorumluyoruz.

Aslında bir araştırma olsa da nedenlerini anlayabilsek, davranış kodunu neyin oluşturduğunu anlasak. Çünkü daha önce de oluyordu diyen kişi tipik bir inkarcı da olabilir korkuyor da olabilir, evet evet oldu dediğinde kendisi eve gittiğinde uyuyamayacak biri de olabilir.

ABD’den bir anket: İklim değişikliği acil ve önemli mi, “evet”, peki kaçıncı sırada sizin için, “16”

Ümit Şahin: O zaman emosyonlarla (ruh hali) ilgili de bir durum da olabilir?

Rauf Kösemen: Tabii olabilir. İnkarın önemli bir kısmı zaten taşıyamamaktan geliyor zaten. Psikoanalitik bir açıklama oluyor biraz ama öyle ne yazık ki.

Ticari reklamlar ile temizlik davranışlarının değişmesi mesela kişilerin psikolojik durumları ile çok alakalı. Rahatlayın, kirlenmek güzeldir dediğinde bunun başarılı olmasının nedeni arka tarafta daha önce pompalanmış olan titizliğin insanların zihninde büyük bir baskıya neden olmuş olması. O baskıyı kaldırmaya karar verip iletişimin tonunu değiştiriyorlar, hayat rahatlıyor. Duygusal engel nedir bunun önünde, kendisini nasıl hissediyor onu kabul ettiğinde ve o hisle yaşayabilecek mi?

İletişim öyle bir şey ki çok boyutlu, her tarafından bakmak lazım. O yüzden tekil olayda ya da onun gibi beş on olayda tam tetikleyici nedir bilmiyorum.

Amerika’da şöyle bir şey var, karbon salımının yüzde yirmi beşini gerçekleştiriyorlar, dünya nüfusunun yüzde beşine sahip oldukları halde, yüzde doksan ikisi haberdarmış küresel ısınmadan, yüzde altmış biri de bunun gerçek olduğuna dair ikna olmuş durumdaymış, bilim insanlarına güvendiğini söylüyormuş. Yüzde yetmiş altısı ise meselenin çok ciddi bir sorun olduğuna katılıyormuş. Yarıdan fazlası gerçek olduğuna inanıyor yani. Ama soruyu değiştirip şu anda ülkeyi tehdit eden en önemli çevre sorunlarını sıralayın denildiğinde iklim değişikliği 16. sırada yer alıyormuş. Şimdi bu çok ilginç bir şey.

Bu sonuçlardan benim anladığım gerçekten aciliyet hissi hissedilmiyor. Çevre sorunlarını sıralaması isteniyor ve iklim 16. sırada yer alıyor. Galiba iklimi hepsini kuşatan bir şemsiye gibi de görüyor insanlar. Öbürleri ile mücadele edersek o da arada mücadele edilen bir şeye dönüşür gibi görüyorlar.

Ümit Şahin: Bu da iletişimde kullanılan yöntemlerden bir tanesi. Meseleyi bilimsel dilden çıkartıp politik dile sokan bir iletişim anlayışı da var özellikle yeşil-ekoloji siyası çevrelerinde.

Aslında bu fazla tüketimin bir sonucu, kapitalizmin bir sonucu denildiği zaman dediğin gibi her şeyi kuşatan bir şeye dönüşüyor. Sen kapitalizmi ortadan kaldırabilirsen, fazla tüketimi engelleyebilirsen diğer çevre sorunları gibi bu da azalmış oluyor. O zaman bu devasa problemle mücadele etmek zorunda kalmıyoruz ama başka devasa bir sistemle mücadele etmek zorunda kalıyoruz.

Rauf Kösemen: Bir de Türkiye gibi ülkelerde, buradan hazır girmişken ona ilişkin fikrimi de söyleyeyim çok iletişimci fikri gibi olmayacak ama insanların zihninde neler yansıyor anlatmak açısından, mesele daha zor. ABD dediğiniz zaman hakikaten yüzde yirmi beşini kirletiyor havanın ve oradan yaşayan bir Amerikalının, Amerika’da bir şey değişirse dünyada da değişeceğine dair özgüveni, inancı son derece güçlü. Her açıdan güçlü. Savaş teknolojisini değiştiriyorlar dünyadaki savaşlar değişiyor. İklim teknolojisini değiştirirlerse o da değişecek.

Ümit Şahin: Haksız da değil.

Rauf Kösemen: Türkiye’de durum ne, zaten büyükler Batı, Almanya, Fransa, Amerika, Çin, Rusya onlar zaten yapmıyor ki biz yapsak ne olacak. Sokaktaki insan böyle düşünüyor. Politikacılar da böyle düşünüyor.

Ümit Şahin: Bu bana göre pozitif bir yaklaşım hatta. Bu noktaya gelmiş olmak pozitif kabul edilebilir.

Rauf Kösemen: Edilebilir, çünkü asıl arkasındaki iradeyi görebiliyor olmak ile alakalı. Ama işte kendisini de çaresizleştiren bir duruma neden oluyor.  Ben o yüzden hala bu işte bir umut var, biz bunu anlatabiliyoruzun delillerini günlük hayattaki ekolojik eğilimlere bakarak ölçme yanlısıyım. Bu iyimserliğim biraz oradan geliyor.

Ümit Şahin: Böyle baktığın zaman bir gelişme var mı?

Rauf Kösemen: Oldukça var. Çünkü hemen hemen her ürün gamında bir tık daha doğal olduğunu bildikleri ya da öyle olduğu iddia edilen ürünlere kayıyor insanlar. En yoksulundan en zenginine kadar böyle bir kayış var.

Ben artık pazardan almaya başladım lafını o kadar çok duyuyorsun ki, marketten değil pazardan alıyor. Bu bir eğilim göstergesi. Ben gidip marketten alırım arkadaş diye kabara kabara söyleyen neredeyse kalmadı gibi. Araştırmalar da bu böyle gösteriyor.

Ümit Şahin: Bu da yıllardır iklim de dahil olmak üzere bu konularda yapılan mücadelenin ve iletişimin sonucu mu?

Rauf Kösemen: Kesinlikle, sonuçlarından birisi. Daha büyük iradeler bunu değerliyorlar. Sonuçta marketlerin de bu türden ürün sattıkları reyonları da böyle isimlerle adlandırmaları da büyük gösterge zaten. Öyle deyince insanlar geliyorlar çünkü.

İşte pazar yeri, organik alan gibi, ekolojik alan gibi isimlerle daha çok insan çekebiliyorlar ve güven yaratabiliyorlar.

Ümit Şahin: Programın sonuna geldik ama bu sohbet bitmedi. Buna devam edeceğiz anlamına geliyor.

Rauf Kösemen: Evet, epey var.

Ümit Şahin: Bu konu şu anda belki de konuşmamız gereken en önemli konulardan bir tanesi çünkü iklim değişikliği mücadelesi açısından baktığımda bir doygunluk noktasına geldik, bunu bir adım öteye taşımamız gerekiyor.

Belki bunu çok önce yapmamız lazımdı ama hiçbir zaman geç değildir. Bu konuları daha fazla konuşup daha büyük sıçrama yaratmaya ihtiyacımız var gibi görünüyor.

Çok teşekkürler Rauf Kösemen, programcımız ve iletişimci arkadaşımız bugün bizim birlikteydi. Çok teşekkürler Rauf.

Rauf Kösemen: Ben teşekkür ederim.

 

(Yeşil Gazete, Açık Radyo)

More in İklim Krizi

You may also like

Comments

Comments are closed.