Dış Köşe

Bu yasaya itirazımız var! – Pelin Cengiz

0

Bu yazı artigercek.com sitesinden alındı

Bir ülkenin enerji, iklim ve doğa koruma politikalarına bakarak, yasalarla açılan yollardan o ülkenin nereye doğru gittiğini, doğayı korumayı mı öncelik verdiğini yoksa doğayı tüketilecek bir meta haline mi getirdiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Şimdi bahsedeceğim kanun tasarısı tam da bu tanıma uyan bir örnek…

İlk kez bundan tam 14 yıl önce, 2003 yılında Biyolojik Çeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi Projesi sürecinde hazırlık çalışmaları başlatılan, 10 yılda beş kez değiştirilen ve 2010’da “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” adıyla ortaya çıkan yasa taslağının TBMM’de görüşmelerine 2013 yılında başlandı. Ancak, gerek çevre örgütlerinden ve toplumdan yükselen muhalefet ve gerekse o günlerde Gezi Direnişi’nin yarattığı atmosfer sebebiyle tasarı geri çekildi.

Taslak, 2013’te Meclis gündemine geldiğinde, hem hazırlık aşamasında toplumsal mutabakattan yoksun olması sebebiyle hem de içerdiği talanı kurumsallaştıran düzenlemeler nedeniyle çok fazla eleştiri almıştı. Tasarının yasalaşmaması için pek çok sivil toplum kuruluşu mücadele verdi, protesto gösteriler, imza kampanyaları düzenlendi. Hatta, farkındalık yaratmak ve gelişmeleri izlemek için 100’den fazla sivil toplum kuruluşunun dahil olduğu “Tabiat Kanunu İzleme Girişimi” oluşturulmuştu.

Tasarı, dört yıl aradan sonra bu kez önümüze, Avrupa ile son dönemlerde her geçen gün köprüleri biraz daha atarken, “Avrupa Birliği’ne uyum” bahanesiyle getirildi. AB İlerleme Raporları’nda tasarının gündemde olduğu yıllarda ciddi eleştiriler gelmişti. 27. fasıl olan “Çevre ve İklim Değişikliği” başlığı altında, “taslak halindeki yasanın AB standartlarına uygun olmadığı” eleştirisine yer verilmişti.

Her ne kadar kanun tasarısının adı, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu olarak geçse de, adındaki koruma sözüne sakın aldanmayın. Tabiatı koruma değil tam bir kullanma yasası. İktidarın her türlü doğal, kültürel ve tarihi varlığı metalaştırma ve rant sağlama yaklaşımının gerçek bir aracı niteliğinde. 24 Mayıs’ta ilgili komisyona havale edilen tasarının yasalaşması durumunda, Türkiye’de yürürlükte olan doğa korumayla ilgili yasalar tek bir çatı altında toplanacak, milli parklar kanunu yürürlükten kaldırılacak.

Doğayı korumaktan çok doğayı sınırsız şekilde kullanıma açmaya, yağma ve talana imkan veren bu yasayla, doğal, kültürel ve tarihi varlıkların üzerindeki her türlü koruma kararı kaldırılabilecek, koruma alanlarının sınırları değiştirilebilecek, kısmen veya tamamen farklı bir statüye geçirilebilecek.

Tasarıda tüm bunlar için güzel bir kılıf da hazırlanmış: Yeniden değerlendirme. Yasa yürürlüğe bu haliyle girerse bugüne kadar ilan edilmiş tüm koruma alanlarının statüsü yeniden değerlendirilecek.

Bunun için Madde 14’e bakmak yeterli: “Kanunda korunan alan kategorileri yeniden düzenlendiğinden korunan alanların yeniden değerlendirilmesi söz konusu olabilecektir. Bu doğrultuda madde ile, korunan alanların bilimsel gerekçeleri ortaya konmak suretiyle izleme çalışmalarının sonuçları dikkate alınarak yeniden değerlendirilebilmesine imkan tanınmaktadır.”

Yani, ilgili Bakanlıklar, herhangi bir kişinin ya da kurumun talebi üzerine yeniden değerlendirme işlemi başlatabilecek. Yeniden değerlendirme kararları ile daha önce belirlenmiş ve ilan edilmiş korunan alanların sınırları bu kanun hükümlerine göre değiştirilebilir, daha önceden ilan edilmiş koruma kararı kaldırılabilir.

Bazı maddeler, yatırıma ve turizme öncelik verilmesi gibi pek çok tehlikenin kapısını açıyor. Korunan alanların yatırımcıdan gelecek talepler doğrultusunda kullanıma açılıp açılmayacağı belirsiz.

Bunun için de Madde 30’a bakmak gerek: “Korunan alanlar sahip olduğu değerler açısından aynı zamanda turizm potansiyeli taşıyan alanlar da olabilmektedir. Bugün birçok korunan alan ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgesi ve turizm merkezleri çakışmaktadır. Madde ile, bu alanların korunan alanlarla çakışması durumunda Kültür ve Turizm Bakanlığınca kanunla düzenlenen korumaya ilişkin hükümlerin uygulanacağı öngörülmektedir.”

Üstelik bunlar “üstün kamu yararı” gibi içeriğini kimin belirlediği muğlak, suistimale de son derece açık bir temele dayandırılıyor. Koruma altındaki alanlar, “üstün kamu yararı” gerekçesiyle birtakım kurulların kararıyla kullanıma açılacak, bugüne kadar alınan tüm koruma kararları gözden geçirilecek. Üstün kamu yararına kim karar verecek, politikacılar mı, bakanlıklar mı, mahkemeler mi kim? Gerçi cevabı hepimiz biliyoruz…

Diğer yandan, tasarının son halinde dikkat çekici şekilde istisna hükümlerinin genişletildiği görülüyor ki, bu da kanunun uygulanma safhasında koruma tanımını güdükleştirip ibreyi her zaman yaptıkları gibi kullanımdan yana kırmaya zemin hazırlayacak.

Her dereye bir elektrik santrali, her dağa bir maden arama ruhsatı, her ormana bir inşaat projesi onayı, her vadiye bir turizm projesi, onlarca termik santral, otoyol, köprü derken, tek tek kaybolacak ve bir daha yerine gelemeyecek tabiat varlıklarının yok olmasını AB’nin istediğini bir tek AKP sanıyor olabilir. Bizim onlarca itirazımız var da AB’nin olmayacak mı?

Pelin Cengiz – Artı Gerçek 

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.