Hafta SonuManşet

Erkan Oğur’la kopuz okulu

0

Doğa Okulunu bir uzun zamandır duyuyordum. Çırak olduk, yamak olduk diye ortalarda dolanan arkadaşlarım vardı. Konsepti pek anlamasam da onlara özeniyordum bir süredir.  Bu seneki programın açıklandığını internette gördüğümde tesadüfen yanımda o çıraklardan biriyle otobüsteydik. Programda  “Erkan Oğur’la Kopuz Okulu” yazdığını okur okumaz, otobüs sıkışık mı, ayakta mıyım, düşer miyim demeden Seda’nın da gazıyla oracıkta formu doldurup yolladım ve geçen haftasonu da (27-28 Mayıs) vuslat gerçekleşti.

Tepelerde bir köy düşünün, güler yüzle size kucak açmış Doğa Okulu ekibi var,  sizin gibi üç günlüğüne gelmiş 50 kişiyi sanki uzun yıllardır tanıyorsunuz, öyle bir samimiyet var. Oturduğunuz yerden bulutları, dağları ve eteklerinde zeytinlikleri görüyorsunuz. Bir rüzgar esiyor, bir zeytin kokuyor, bir kırlangıç ötüyor ve bunların önünde hemen önünüzde Erkan Oğur kopuzuyla, perdesiz gitarıyla, Oğur sazıyla evrendeki tüm sesleri ve sessizliği toplayıp size dinletiyor, gözler yaşlanıyor. Ben bütün bunlar olurken şükrettim beni buraya getiren yola.

Lisedeyken takma adım kargaydı, sesimden dolayı. Aslında şimdi düşününce sesimden çok bağıra bağıra konuşan ergenlerden biri olmamdan dolayı da olabilir gibi geliyor. Halbuki ben hep korolara girip şarkı türkü söylemek istemiştim. İlkokuldayken Türk Halk Müziği Korosu seçimine her yıl girer, Belkıs Akkale’den türküler söyler ama bir türlü seçilemezdim. Radyoyla, eski TRT ile büyüyen çocuklar böyleydik o zamanlar. Ortaokulla beraber ingilizce hayatıma girince türkü ve Türk Sanat müziğinin yanı sıra rock, metal, daha sonra artık piyasada ne varsa grunge, house, raggie, r&b ye kadar ne bulursam dinledim ve  içimden de olsa söyledim.

Beni buraya getiren yol bir tek müzik yolu değil. Bundan yaklaşık üç yıl önce bir değişim başladı bende. Daha içe bakmak, sadeleşmek, özüme dönmek, yavaşlamak ihtiyacına girdim. Zaten doğa ve ekolojiye var olan ilgim iyice arttı, onunla beraber başka türlü yaşamlara, paylaşımlara, topluluklara karışmak arzum da. Etrafımdaki insanlar ülkeden nasıl gitsem derdine düşerken ben daha çok döndüm Doğu’ya ve Anadolu’ya. O sıralarda İran şiiri ve müziğiyle ilgileniyordum. Bu ilgi beni hayatımın enstrümanı erbaneyle karşılaştırdı, çalmasını az buçuk öğrendim  ve üç yıldır ne duyarsam sesimle değil ama erbaneyle eşlik ettim. Eşlik ettikçe de türküydü, değişti, nefesti, ilahiydi bambaşka bir dünya çıktı karşıma. Sonrasında nerede meşk, saz, söz var bulunmaya çalıştım ve sonunda Doğa Okulu’nda buldum kendimi. Oradaki üç gün  başka türlü alıp götürdü beni, o kadar ki  döndüm döneli buraya uyum sağlayamıyorum, kafamda türküler çalıyor susturamıyorum.

Erkan Oğur’a gelirsek ben anlatacak söz bulamıyorum, müzik halleri ayrı insanlık halleri ayrı. Röportajlarına biraz bakarsanız  az çok anlarsınız nasıl biri olduğunu. Ben uzaktan sevdiğim ünlüleri görünce bazen bir soğurum kendilerinden ama bu sefer tam tersi oldu. Mürit kabul etse bağlanırım kendisine, o kadar diyeyim. Okuldaki bir arkadaş “bu adamı başka ülkede olsa pamuklara sarıp saklarlardı” dedi.  Erkan Oğur’un kendisi pamuk zaten. Küçükken arkadaşlarıyla  Fırat’ın  durgun bir kısmında yüzüp çamura bulanırlarmış, ciltleri yumuşacık olurmuş diye anlattı da, ondan mı bu pamukluk diyecektim az kalsın, kendimi tuttum.

 

Erkan Oğur’dan arda kalan zamanlarda da çalma söyleme devam etti okulda. Ben şahsen nerede müzik sesi duysam oraya atladım. Yanımda erbanemi götürmemiştim ama bu sefer sesim kötü demedim ver ettim söylemenin gözüne. Bir önceki hafta çok keyifsiz ve hastaydım, söyledikçe attım üzerimden bütün keyifsizlikleri, müziğin doğanın ve insanın şifası iyi geldi bana. Gözlerim parlıyormuş fotoğraflarda öyle söylüyorlar.

Fotoğraflar: Emel Meriç ve Doğa Okulu facebook sayfası

 

Selma Hekim

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.