Dış Köşe

Referandum ve kırda reform – Umut Kocagöz

0

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

Türkiye’de yaşanan ve “rejim değişikliği” olarak adlandırılan dönüşüm süreci çeşitli boyutlarıyla anlam kazanmaya ve anlandırılmaya muhtaç. Lakin, değişimin temel aktörleri de olmak üzere kimsenin gerçekten neye niyet ettiğini ve neyi bulduğunu net bir şekilde ifade etmek neredeyse imkansız. Bu belirsizlik, ortada ciddi bir krizin olduğunu gösteriyor. Bu krizin belirli tıkanmalar ve inisiyatif boşluklarının yanı sıra, siyasi program açısından da eksikliklerle dolu olduğunu söyleyebiliriz.

OHAL rejiminin ilk siyasal program önerisi kıra yönelik ve tarımla ilgili oldu. Bir sermaye fraksiyonu olan cemaatin mal varlıklarına el koymak suretiyle sermaye birikimi yaratan hegemonik blok, kendi egemenliğini pekiştirmek için “milli tarım projesi” açılımını geliştirdi. Daha sonra bu açılımı “milli enerji projesi”, ve bir takım diğer “milli” projeler izledi. Milli Tarım Projesi, Türkiye’de egemen sınıfların ikna etmekte öncelik sıralamasına koyduğu kırsal sınıfları (köylülüğü) yeni “istikrar, güvenlik, huzur” adı altındaki milli temelli projeye destek kazanmak için geliştirdiği bir proje idi. Özünde Türkiye tarımının dönüşüm sürecini, tarımın “iflasını” itiraf eden bu proje1, Türkiye’deki egemen güçlerin kıra ve tarıma dair projesini bütün berraklığı ile ortaya koymaktadır. Bu proje, varlık fonu ve el koymalar gibi “iktisadi” görünümlü zor aygıtları; OHAL gibi askeri zor aygıtları; ve kır ve kentte ortaya çıkan mafyatik ilişkiler üzerinden ortaya çıkan zor aygıtları üzerinden pekiştirilmektedir.2

Lakin, bu programın bir günde, tepeden inerek oluşturulduğunu; köylülerin ve özellikle de çiftçilerin bu programı anında kabul ettikleri ve desteklediklerini söylemek gerçekçi olmayacaktır. Milli Tarım Projesi, başta devletin köylülük ile kurduğu ilişkinin bir tarihsel izdüşümü; korumacı devlet sisteminden neoliberal devlet/yönetim sistemine geçişte yaşanması gereken dönüşüm sürecinin mevcut konjonktüre bağlı olarak yenilenmesi/güncellenmesidir.

Türkiye’de kırda, özellikle de tarımsal üretim alanında siyaset, çiftçi sendikalarının kurulma ve örgütlenme sürecine ve enerji ve maden temelli projelere karşı geliştirilen refleksif tepkilere kadar, egemen bloğun oluşum ve yer değiştirme seyrine bağlı olarak şekillenmiştir. Bunun karşısında, çeşitli toplumsal güçlerin kendilerini gösterdikleri ve doğrudan müdahale ettikleri bir alan olmamıştır. Bu açıdan “aşağıdan”, yani köylülerin bizzat kendi öz-örgütlenmeleri sonucu oluşturulan, geliştirilen bir siyasi programdan, bir mücadele hattından bahsetmek mümkün değildir. 80 darbesi ile solun kırsal sınıflar ile kurduğu bağın ciddi oranda kopmasının da, solun ilgi alanının değişmesi ve/veya örgütlenme kapasitesini yitirmesinin de bu konuda önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz.

2000’lerin ikinci yarısından itibaren ortaya çıkan enerji ve maden karşıtı mücadeleler, kırdaki dönüşüm süreçlerine dair temel direniş hattını ve potansiyelini açığa çıkarmıştır. Ancak, bu potansiyel, refleksif ve “mukavemet” hattı olarak ifade edilmiştir. Özellikle köylülerin yaşam alanlarını savunma mücadelesinin “çevrecilik” veya “ekoloji mücadelesi” olarak kodlanması/ifade edilmesi, açtığı imkanlar kadar kapadığı imkanlar ile düşünülmelidir. Bu yaklaşım, zaman zaman köylüleri bir takım “çevrecilere” indirgemenin ve bu mücadelelerdeki “toplumsal” muhalefet imkanının üstünün örtülmesine de kapı aralamıştır. Gelen saldırının esas olarak köylülüğe, kırsal sınıfların yaşam ve varoluş biçimlerine, dolayısıyla kapitalizm dışı var olma imkanlarına olduğu görülmemiş, köylerde öz-örgütlenme temelli mücadele hatları geliştirilmemiştir. Bunun sonucunda, bir takım “çevreci” veya “ekolojist” kimlikler türetilmek zorunda kalınmış, kır’da bütünlüklü bir mücadele hattının “aşağıdan” kurulma imkanı kısıtlanmıştır.

Ancak, çevreci veya ekolojist olarak ifade edilmiş olsalar dahi bu mücadelelerin, Türkiye’de kır’ı savunmanın imkanını açtığını söylemek gerekir. Böylece, kır’a yönelik siyaset üretmenin, kır’ı “yeniden keşfetmenin”, (ve hatta kır’ı romantize etmenin) olanakları açılmıştır. Doğanın yağmalanmasına, köylülerin (özellikle küçük çiftçilerin) su, orman, mera, yayla gibi müştereklere erişiminin engellenmesine karşı geliştirilen mücadeleler, Türkiye’de kır temelli toplumsal mücadelenin son yıllardaki en önemli dinamiği olmuştur.

Referandum sonuçlarında kır’da “hayır” oylarına dair yapılan tartışmaya bakmak için aynı zamanda “yerel” ve “genel” seçim sonuçlarına bakmak da manalı olacaktır. Esas olarak yıllardır, kaç seçimdir, kırsal sınıfların bir bölümü (bu bölünmenin coğrafi olduğu söylenebilir- farklı bölgelerde farklı oy verme pratikleri mevcuttur) egemen bloğu ve onun ortaya koyduğu siyasi programı desteklemektedir. Referandum, yalnızca bir anayasal değişikliğin oylanması şeklinde olmamıştır. Aksine, mevcut egemen bloğun siyasi programının 15 yıllık bir geçmişi oylanmış ve onaylanmıştır. Bu onaylama, egemen bloğun kendini yeniden inşa etme ve pekiştirme süreci açısından farklı bağlamlarda önemlidir. Ancak konumuz açısından, kır temelli sınıfların, kırda yaşayan kişi ve toplulukların, öyle ya da böyle, bu programı desteklediklerini kabul etmek gerekir. Bu kabul, tartışmamızın ve bundan sonra yapacağımız çalışmaların temelini oluşturacaktır.

Kır ve Köylülük

“Yeni rejim”, farklı periyotlar halinde anlayabileceğimiz “neoliberal kapitalizm” açısından yeni bir periyodu ifade ediyor olabilir. Sermaye sınıfları, saldırgan bir şekilde emek rejimini disiplin altına alacak, küresel piyasalara eklemlenecek ve herhangi bir direnci (mukavemeti) devre dışı bırakacak düzenlemelere girişti. Bu bağlamda, Türkiye’de kırın ve köylülüğün de bu dönüşümden payını alacağını söyleyebiliriz. Egemen bloğun son 15 yıllık karnesini değerlendirildiğimizde, kırsal müştereklerin alınıp-satılabilir mallara indirgenerek parayaçevrilmesinin, doğanın yağmalanmasının, çoğunluğu köylüler olan toplulukların yerlerinden, doğup büyüdükleri topraklardan, köylerinden, derelerinden sürülmesinin farklı izdüşümlerini görüyoruz. Kırda ve kentte yaşanan çok boyutlu dönüşüm, “yaptıkları yapacaklarının teminatıdır” ifadesini doğru çıkartacak niteliktedir.

Burada altının çizilmesi gereken bir kaç hususu belirtmekte fayda var. Birincisi, Türkiye’de köylülük, sağdan veya soldan yaklaşıldığında da, aşağılanan, küçük görülen, veya pragmatik kaygılarla ilişkilenilen/kontrol edilen bir toplumsal kesimdir. Kent-soylu elit sol, köylülüğü gerici bir toplumsal tabaka olarak ele almış, köylüleri “bilinçlendirilecek” bir halk tabakası olarak göregelmiştir. Kentsoylu veya kır temelli sağ ise köylülere genel olarak “oy deposu” olarak yaklaşmış, pragmatik kaygılarla köylülüğün muhafazakar ve milliyetçi damarını güçlendirmiş, bu yönüne yatırım yapmıştır. Lakin, köylülük içindeki sınıfsal farklılaşmanın derinleşmesini kontrol ederek, yoksul çiftçilerin ve kır işçilerinin her daim zengin çiftçilerin, ve günümüzde tarım şirketlerinin ve şirket tarımcılığının egemenliği altında olmasını mümkün kılmıştır. Velhasıl, iki kesim de, kent kökenli olması hasebiyle, köylülüğe karşı kendine abilik rolü biçmiş, en iyisi, bazı durumlarda ittifak olarak görmüştür. Açıktır ki Türkiye’de köylülük, her anlamıyla, kötü bir şeydir.

Bu koşullara bağlı olarak, köylülük, devlet baba tarafından korunup kollanılmış, böylece köylüler devletin sahibi olan egemen bloğun politikaları tarafından yönlendirilmiş, en azından hegemonyanın tesisi açısından rızaları alınmıştır. Bu rızanın işlemediği noktada, örneğin enerji ve maden projelerinde, köylüler ilk defa, uzlaşmaz bir çatışma olarak devlet ile karşı karşıya gelmişlerdir.3 Ayrıca, tarımsal yapıdaki dönüşüm süreci, küçük çiftçilerin tarımsal üretimden tasfiye sürecini ifade etmesi açısından bir direniş alanı açmış, bu noktada küçük çiftçilerin hak temelli mücadele örgütünü yaratmak amacıyla çiftçi sendikaları örgütlenme süreçleri başlamıştır.4

Burada, mevcut olguyu ifade etmek için iki meselenin altını çizmek gerekiyor. Birincisi, yaşam alanlarına saldırılan köylüler, yaşam alanlarını savunmaya geçen aktörler olarak sahneye çıkmıştır. Şirket kapitalizmi, HES, RES, Termik santral ve maden projeleri üzerinden köylülüğü yerinden edecek ve dolayısıyla tasfiye edecek politikalar geliştirmiş, bu süreç devletin ve ulus-aşırı kapitalist piyasaların ve kurumların çok boyutlu ve çok katmanlı ilişkileri çerçevesinde gelişmiştir. İkincisi, tarımsal yapıdaki dönüşüm, küçük çiftçi-aile tarımının şirketleşmesini; tarımda şirket egemenliğini; tarımsal yapıların piyasalaştırılmasını ve ticarileştirilmesini; tarımda neoliberal kâr ilişkilerinin hakim kılınmasını beraberinde getirmektedir. Bu dönüşüm, şirket tarımcılığının hakim kılınması olarak özetlenebilir.

Bahsettiğimiz bu iki süreç, esas olarak bir ve aynı şeydir: kırsal yapıda dönüşüm; kırsal yapının temeli olan küçük köylülüğün şirket tarımcılığı temelinde yeniden yapılandırılması; gıda sisteminin kapitalistleşmesi ve gıda üretiminin endüstriyelleşmesi. Her biri kendine özgün olan bu süreçlerin temelinde “milli tarım projesi” kapsamında ortaya atılmış bir siyasal proje bulunmaktadır. Bu projenin kıra dair bir yönetim zihniyeti bulunmaktadır: kırda şirket egemenliğini tesis etmek; kırsal aktörleri girişimcilere çevirmek.

Kırda Reform

Zamanında tarım ve köylülük açısından temel tartışma noktası bir tür “tarım reformu” ve “toprak reformu” tartışması olarak ifade edilegeldi. Lakin, bu iki tartışma da esas olarak tarımdaki dönüşümü ve toprak dağılımındaki eşitsizliği hedef almaktaydı. Bugün, kır ve kent alanında yaşanan dönüşüm sürecine dair esas olarak sektör temelli bir yaklaşım geliştirmenin yanı sıra coğrafi/bölgesel/alansal bir yaklaşım da geliştirmek gerekiyor.5 Bunun temel nedeni, öncelikli olarak köylülüğü ayırt eden temel dinamiğin “köylü tarımı” olması ve bu tarımsal modelin de başlı başına coğrafi temelli, ekolojik, kendi iktisadi araç ve modellerini geliştirme kapasitesine sahip bir tarım ve “kır modeli” tarif etmesidir. Bu model, şirket tarımının kır modeli ile taban tabana zıttır. Şirket kapitalizmi, kırsal dönüşüm sürecinde köylülüğü tam boyunduruk altına alarak köylü tarımını ortadan kaldırma eğilimdedir. Halbuki, köylülük, özellikle kendine yeterli üretim modelini sürdürebildiği sürece tam boyunduruk altına alınmayan, bu açıdan bağımsız üretim modelini koruyabilen/geliştirebilen bir toplumsal yapıyı ifade eder.

Türkiye’de kırsal dönüşümün temel dinamiği, bütünlüklü bir kır reformu etrafında şekillenmek durumundadır. Kırda reform, kırdaki ilişkilerin belli oranda parçalanmasını ve yeniden kurulmasını gerektirmektedir. Bu parçalanma ve kurma işleminde esas rolü köylüler oynayacaktır. Özellikle küçük çiftçiler, geleneksel köylüler, kır işçileri, kırda bir şekilde yaşamaya devam etmekte inat edenler, kentten kıra göçüp kırda yaşamı devam ettirmeye inananlar, köylü tarımını, ekolojik tarım (agroekoloji) model alanlar, hala hayatta olan göçerler, ve köylülüğü özgünlüğü ve bilgeliği ile devam ettiren herkes bu sürecin bir aktörüdür. Bugün kırda mücadelenin temel dinamiği, bu bağlamda, şirket tarımına karşı kırı ve köylü tarımını/agroekolojiyi savunmak, kırda yaşamı var etmektir. Bu açıdan, kırdaki dönüşüme karşı “direniş” hattında durmak yeterli değildir. Yeni bir “kır” ve “köylülük” inşa etmek, ekolojik tarım temelli yeni bir kır-kent ütopyası kurmak ve hayata geçirmek, kır reformunun temel problemi olarak ifade edilebilir.

Kırda yaşanan dönüşüm, yalnızca çiftçilerin sosyal ve ekonomik hak kaybı olarak görülmemelidir. Kırda yaşanan dönüşüm, şirketlerin gıda üzerindeki egemenliğini tesis etmeleri olarak düşünülmelidir.6 Bu açıdan bu süreç toplumun neoliberalizasyonu, şirket kapitalizminin inşa edilmesinin bir parçasıdır. Bu bütünlük içinde düşündüğümüz zaman, gıdanın üretim, dağıtım ve tüketim döngüsü içerisinde yer alan bütün aktörlerin, yani toplumun emekçi kesimlerinin bütün olarak bu süreçten etkilendiğini görebiliriz. Gıda egemenliğinde yaşanan yarılma, toplumun emekçi kesimlerinin gıda egemenliğini yitirmesi; gıdanın, şirketler ile emekçi kesimler arasındaki mücadele alanlarından biri haline gelmesi olarak düşünülmelidir. Bu bağlamda, gıda egemenliği mücadelesi, kır ve kent temelli emekçi sınıfların kendi geleceklerini kendi ellerine alma mücadelelerinin esas parçası olarak düşünülebilir.7

Ekolojik tarım temelli kırsal reform ve gıda egemenliği, Türkiye’de farklı coğrafyaları kesen temel bir siyasal projedir. Bunun için gerçekten tabandan, katılımcı, demokratik prensipleri ve demokratik örgütlenme modellerini esas alan, bürokratikleşmeyen, gençlerin ve kadınların katılımını önceleyen ve garantileyen, “katılım” meselesini söz ve karar organlarına bilfiil katılım olarak gören ve ifade eden; özgürleştirici örgütlenme modellerinin inşa edilmesi, yaygınlaştırılması, örneklerinin yaratılması gerekmektedir. Kentte mevcut olan çeşitli kooperatifleşme çalışmaları bunlar için iyi örneklerdir. En son Hopa’da çay üzerindenörneğini gördüğümüz “üretici kooperatifleri”8, şirket kapitalizmine karşı halk sınıflarının kendi öz örgütlenme pratikleri olarak gerçek bir alternatif olma potansiyeli taşımaktadır.

1 Çiftçi-SEN: “2016 Tarımda İflasın İlan Edildiği Yıl Oldu” http://www.karasaban.net/2016-tarimda-iflasin-ilani/

2 Bu bağlamda, Türkiye’de ilk olmasa da uzun zamandır ilk defa Antalya’nın Finike ilçesinde yaşanan Ali Ulvi Büyüknohutçu ve Ayşin Büyüknohutçu’nun katledilmesi olayını anmamız gerekiyor.

3 Daha fazla bilgi için bknz: Abdullah Aysu (2014) “Osmanlı’dan Günümüze Köylü Mücadeleleri”. Köylülükten Sonra Tarım. Der: Abdullah Aysu ve M. Serdar Kayaoğlu. Ankara: Epos.

4 Abdullah Aysu, age. ve Adnan Çobanoğlu (2017) “Kırda HAYIR!ları Çoğaltmak Mümkün mü?” http://www.karasaban.net/kirda-hayirlari-cogaltmak-mumkun-mu-adnan-cobanoglu/

5 La Via Campesina’nın son dönem yaptığı tartışmalarda, “tarım reformu” kavramı Türkçe’ye bölge/alan olarak çevrilebilecek, politik-coğrafi bir ifade olan “territory” kavramı ile beraber kullanılmaktadır. Bu konuda Via Campesina’nın düzenlediği “Tarım Reformu Konferansı” Maraba Deklarasyonu için bknz: http://www.karasaban.net/maraba-deklarasyonu-topragi-savunmak-ve-yasami-onurlandirmak-icin/

6 Bknz: Adnan Çobanoğlu, age.

7 Gıda Egemenliği meselesine dair bknz: Umut Kocagöz (2016) “Söküğü Gıda Egemenliği ile Dikmek” http://www.karasaban.net/sokugu-gida-egemenligi-ile-dikmek-umut-kocagoz/

8 Bu bağlamda, İstanbul’da örgütlenme çalışmalarına devam eden BUKOOP, Kadıköy Kooperatifi ve Koşuyolu Kooperatif Girişimi kentteki önemli deneyimlerdir. Ayrıca, Hopa’daki kooperatifleşme deneyimi için bknz: http://www.birgun.net/haber-detay/hopali-uretici-kendi-oykusunu-yaziyor-161641.html

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

Umut Kocagöz

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.