Hafta SonuManşet

[Babil’den Sonra] Talip Özkan

0

Yazılı edebiyatın fazla yer tutmadığı Anadolu tarihinde, halk edebiyatı genellikle sözlü olarak kuşaktan kuşağa aktarıldı. Anadolu halk türküleri de uzun yıllar bu biçimde varlığını sürdürdü.

1939 yılında Denizli’de doğan Talip Özkan ozanlığın, sanatçılığın kuşaktan kuşağa aktarıldığı Anadolu’da, ailesinden hiç kimsenin sanatla uğraşmamış olmasına rağmen küçük yaşlarda Türk Halk Müziği’ne yöneldi. Lise yıllarında Muzaffer Sarısözen ile tanıştı.

1957 yılında Ankara Radyosu’nda kadrolu olarak çalışmaya başladı. İlk önce koroya girdi, sonra sırasıyla enstrümantalist, solist, koro şefi ve pedagogluk yaptı. 1960 yılında İstanbul Radyosu’na geçti.

https://www.youtube.com/watch?v=vls8R5pgqFE&t=3s

Özkan müzik hayatı boyunca, Türk halk müziğinin kökenlerini araştırdı, büyük bir merak ve çabayla bütün ulusal türkülerimizi inceledi. Hiçbir kayıt aracı kullanmadan Osmanlı müziğinin temellerini araştırdı ve 7000 parçalık bir katalog hazırladı.

Kendisi de Yörük ve Avşar olan Talip Özkan özellikle Yörük ve Avşar türkülerini inceledi ve derledi. Türk halk müziğini daha iyi analiz edebilmek için diğer halk müziklerinin ilk dönemlerini araştırdı.

Tatarlardaki söyleyiş biçiminin Kırım’da ve bazı Bulgar topluluklarında hala izlerinin sürdüğünü buldu. Öz Türkçe‘de “Kendisi için şarkı söylemek” anlamına gelen “ırlamak”ın, şimdiki Türkçe ile “Türkü söylemek” eyleminin kökenlerinin Asya’ya dayandığını, Osmanlı saraylarında söylenen klasik türde söyleyiş biçiminin de Asya kökenli olduğunu belirledi.

Paris’te uzun yıllar yaşadığı evi… 143 Avenue Parmentier…

Talip Özkan, 1977 yılında Fransa’ya yerleşmeye karar verdi. Paris Konservatuvarı’nda eğitmenlik yaparken Paris 8. Üniversitesi’nde önce müzikoloji ve sonra da etnomüzikoloji doktorası yaptı. Rotterdam Üniversitesi’nde Türk Halk Müziği dersleri verdi. Aynı okuldan emekli oldu.

Dünyanın birçok yerinde çok sayıda konserler yaptı. Çok sayıda öğrenciler yetiştirdi. Avrupa sanat çevresini, derinlikli müzik bilgisi ve doğaçlama yeteneğiyle etkiledi.

Talip Özkan’ın konserlerinde kullandığı bağlaması, ortada çok eski Asya kökenli sazı ve tamburu.

Birçok değişik telli çalgı ile yaptığı ilk albümünü 1986’da Mysteries Of Turkey (Türkiye Anıları) Radyo France- Occora’dan çıkardı. Bu albümde dut ağacından gövdesi ve köknar ağacından sapı olan 6 telli bir saz kullandı.

Talip Özkan adını ilk kez bu albümü dinlediğimde duymuştum. 1993 senesiydi. Sivas’ta öldürülen aydınlardan müzisyen Hasret Gültekin için eşi Yeter Gültekin, Hasret’in kardeşleri, ailesi ve arkadaşları İstanbul’da bir vakıf kurmaya çalışıyorlardı.

O yıllarda Ruhi Su Dostlar Korosu’na devam ediyordum ve vakıfa da katıldım. Beyoğlu- İstiklal Caddesi üzerindeki vakıf binasında uzun yıllar hep beraber çalıştık. Sivas’a, Hasret’in köyü olan Hanköy’e gittik. İstanbul ve Almanya’da vakıfla dayanışma konserleri düzenledik; resim sergileri açtık; Hasret’in sağlığında kaydedilen türkülerini toparladık, yayımladık; bir kültür-sanat dergisi için çalıştık. Talip Özkan da vakfın destekçilerindendi ve öğrencisi olan Hasret için Avrupa’da yapılan dayanışma konserlerinde yer aldı.

Daha sonra The Dark Fire (Kara Yangın) albümü Axıon etiketiyle yayımlandı. 1993’de Turquie, L’art vivant de Talip Özkan ve 1994’de L’art du tanbur albümleri Radyo France- Occora tarafından yayınlanan Özkan’ın Yağar Yağmur albümü de 1997’de Kalan Müzik etiketiyle Türkiye’ de yayınlandı. Talip Özkan çok sayıda albüme de bağlamasıyla katkıda bulundu.

Talip Özkan bağlamada “taramalı tezene” ve seri parmak hareketleriyle bilinen “Şelpe” tekniklerini geliştirdi. Bu teknik bugün birçok bağlama sanatçısı tarafından kullanılıyor.

Talip Özkan’ın bu yeni geleneksel halk müziği tarzının önemini özellikle belirtmek istiyorum. Eğer kendinden önceki müzisyenleri taklit etseydi, bu kadar geniş bir bakış açısı, değişik teknikleri birleştirme yeteneği ve derinlikli bir müzik kültürü olamayacaktı belki de. Talip Özkan müziğe karşı şüpheyle bakarak her şeyi irdeledi ve halk müziğini kendi içinde çok iyi harmanlamasını bildi.

1977 yılında yurt dışına çıkan sanatçı 23 yıl sonra 2000 yılında ilk kez ülkesine geldi. Dostlarıyla hasret giderdi. Konserler yaptı. CRR’de yapılan bir dinleti sonrasında ilk kez Talip Özkan’la tanışma şansım oldu. Artık parmaklarını eskiden olduğu gibi hızlı kullanamamaktan şikâyet ediyordu.  Ama yine de de ülkesinde, dostlarının arasında olmaktan duyduğu mutluluk yüzünden okunuyordu.

Bu tarihten sonra Paris-İstanbul arasında mekik dokudu. Bu arada hastalığı iyice ilerledi.

Halk müziğimizin usta sanatçısı Talip Özkan 27 Mayıs 2010 günü hayata veda etti. 29 Mayıs 2010’da İzmir’den son yolculuğuna uğurlandı.

Ölümünün ardından Nilüfer Kuyaş’ın yazdığı bir yazıdan seçtiğim bir bölümle Talip Özkan’ı anmak istiyorum:

…onu ilk dinlediğimde ruhumda bir gül açtı, sonra baktım bahçe olmuş. Denize ovaya karşı…Derken, bir vadiye açıldı; ardında ulu dağlar belirdi. Onun da gerisinde bir bozkır uyanıyor ki deme gitsin…Orada, bağlarda dolaşıp üzüm yiyorum. Bir el bana bir kadeh şarap mı uzatıyor, rakı mı dolduruyor, yoksa bir tas pınar suyu mu? Önemli değil…İçtikçe diriliyorum. Bakıyorum bütün dostlar, sevdiklerim orada. Çocukluğum orada. Kırılmış ümitlerim orada. Yitirdiğim aşklar orada. Yaşamaktan ne sevincim varsa orada…Beklemekten ne muradım varsa orada. Şimdi diyorlar ki, ayrılmış bu dünyadan Talip Özkan…Ben de diyorum ki dostlar, o bizimledir. Erenler neredeyse oradadır. Yunus’tur, Karacaoğlan’dır, Pir Sultan’dır… Acıpayam’dadır, İstanbul’dadır, Paris’tedir… Her yerdedir… Bir tepede oturmuş, içinden geleni söylüyordur: “…Yar yolunda dağlar geçtim, sulardan içtim, bin bir güzel gördüm ay kız tek seni seçtim…” Kuzey Ege’de bir sevdalı bahçem var. Badem ağaçlarımın bir kısmı acıdır. Bir acı badem yanacak şimdi dilimde, yüreğimde… Bir de Talip Özkan için tadacağım onu…

Talip Özkan’ın birçok sanatçı gibi yaşarken de hayata veda ettikten sonra da ülkemizde yeterince değerinin bilinmediğini düşünüyorum. Dostları, öğrencileri, sevenleri onu gerçekten sevdiler ama gönül isterdi ki ülkesinde kalabilseydi ve çalışmalarını bu topraklarda sürdürebilseydi. Olmadı. Uzun yıllarını gurbette, Paris’te yaşamak zorunda kaldı… Ölümünden sonra bugün konservatuvarlarımızda onun adına kürsüler açılmış olsaydı; gençler onun çalışmalarından da yararlanıp halk müziğimizi evrensel bir çizgiye taşıyabilseydi. Her yıl bir dizi etkinlikle çalışmaları gündeme yeniden taşınabilseydi. O da yapılamadı. Sadece İzmir’de kızı Aybala ve oğlu Tarkan’ın çabasıyla anma konserleri yapılabildi.

Talip Özkan’ın yaklaşık 60 yıla yayılan sanat hayatını bir gazete yazısına veya bir radyo programına sığdırmama imkân yok elbette. Benim çağdaş Türk halk müziğine bakışımı Ruhi Su’dan sonra değiştiren ikinci insan olan Talip Özkan’a bu hafta ve gelecek hafta Açık Radyo’da Babil’den Sonra programımda yer vereceğim. İlk programda ondan söz edip, yorumladığı türkülerinden örnekler dinleteceğim, haftaya da daha çok türkülerini ve tamburla yorumladığı dans süitlerini dinletmeyi düşünüyorum.

Babil’den Sonra programı her cumartesi 16:00’da Açık Radyo 94.9’da yayımlanıyor.

Türkülerin hiç susmasın Talip Usta…

 

Ercüment Gürçay

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.