Köşe Yazıları

Hangi Hayır!? – Orhan Esen

0

Çoklu Hayır!’a karşı tekçi Evet!

“Nasıl Bir kampanya?”sorusu ıskartaya çıktı bile. “Bir” adet Hayır! kampanyası olmayacak, bunu tasarlayacak, yayacak “bir” merci de yok. Sosyal medyanın da sayesinde, ya da tam da oraya mahkumiyet nedeni ile, türlü çeşitli hayır kampanyaları çok koldan yürüyor, eğilim artış yönünde. Bunları koordine etmeye, tekseslendirmeye niyetli girişimlerin ne şansı kaldı ne de gereği. Evet!’in ise, iktidar partisi tarafından götürülen, merkez seçmene oynayan bir adet resmi kampanyası var. O cenahta, çeşide zaten pek yer yok.

Çok telden çalması Hayır!’ın özgünlüğü; gücünü bu ortaya karışık halinden, çeşitlilikten alıyor. Kazanırsa eğer, muhtemelen çoksesliliğin imkanları sayesinde kazanacak: Hemen her kesime hitap edecek bir Hayır! dolaşıma girdiği için kazanacak. Farklı Hayır! söylemleri yerine göre birbirleri ile rekabet edecek, bazan birbirlerini tamamlayacak, çokluk birbirlerini tekrar edecek. Peki, herkesin kendini bulabileceği bir Hayır! çıkacak mı ? Kritik gruplar hangileri ve onlar için Hayır! seçeneği nasıl formüle edilmeli ? Hangi Hayır!lar henüz sahiplenilmedi ? Peki farklılaşan Hayır!lar birbiri ile çelişen siyasi mantıklara işaret ediyor olabilir mi ? ‘Netice itibari ile’ farketmez denebilir, ama ‘Hatice’ye de bir göz atmak ilginç olabilir mi ? Hangi Hayır!? sorusu bu çerçevede ilgiyi hakkediyor.

Sahi, neyi oyluyorduk? Hayır! Başkanlığı Değil

Tüm Hayır! ya da Evet! kampanyaları iki gruba birden hitap etmek durumunda. İlki “kemik” seçmenler. Siyasi aidiyet/biat nedeni ile oy verecek asker-seçmenler. Onların oyu ister Evet!, ister Hayır! olsun, baştan belli, değişme ihtimali sıfır ya da sıfıra yakın. Olsa olsa geri durur, sandığa gitmekten imtina ederler. Bunlara yönelik kampanyalar safları sıklaştırma amaçlı: sandığa götürmeyi hedefliyor. Onlara ne anlatıldığının muhtemelen pek de önemi yok. Ezberler işgörüyor. İkinci grup ise bunların dışında kalanlar, ya da “Ortadakiler”. Bu ikinci gruba yönelik kampanya imkanları siyasi açıdan daha vaadedici. Bunlara yoğunlaşacağım. Kendi kampanyasını yaratmak isteyenler hala vardır, belki zihin açmaya katkı sağlar.

Asker-seçmene yönelik gerek Hayır! gerek Evet! kampanyası ortak bir varsayıma dayanıyor. Asker-seçmenin Evet!’i olsun Hayır!’ı olsun, oyladığımız şeyin (adı her ne konmuş olursa olsun) ‘başkanlık rejimi’ olduğu varsayımında birleşiyor. Büyük ortak ezber bu. Ana akım medyanın tüm kalemleri bu ‘bilgi’yi her gün defaten üstümüze boca ediyor. Bunu siyasal aidiyetiniz gereği beğeniyor ya da beğenmiyorsunuz, fazlasını düşünmeye gerek de kalmıyor. Oysa bizzat bu varsayım, oylamanın sonucundan bağımsız olarak, siyasal kültür üzerinde kuşaklar boyu tahribat yaratacak bir yanlış anlamadan, tatsız bir dezinformasyondan başka bir şey değil. Seçmeni önemsemeliyiz: Oyladığımız şeyin başkanlık rejimi olmadığını anlatmaya bir tür “amme hizmeti” olarak mesai harcayacak Hayır! kampanyaları teknik anlamda kaliteli, ve siyasal etik anlamında dürüsttür. Bunun ötesinde, “başarı odaklı” sıfatını da hakkeder; ortada kalmışlara daha iyi hitap etmekle Hayır!ın başarı şansını yükseltirler. Göstermeye çalışacağım.

İnsanlık, kendini felaketlere boğan otokratik yönetimleri tarihsel olarak anayasalar ile denetim altına almış, demokrasiye geçmiştir. Anayasacılık hareketinin demokrasiyi yerleştirmek, otokrasiyi denetlemek için geliştirdiği tek ve çok basit bir ilke vardır: Güçler ayrılığı. Tersten söyler isek, bir anayasayı anayasa yapan yegane ve asgari özellik güçler ayrılığını hayata geçirmesidir. Bir metin ona anayasa adını verdiğiniz için değil, güçler ayrılığını hedeflediği için anayasa olur.

Başkanlık, yarı başkanlık ya da parlamenter rejimler ise aynı hedefe varmanın farklı yöntemleridir: Hedefin tanımı, ‘otokrasiyi denetlemek ve dengelemek üzere güçler ayrılığını yerleştirmek’tir. Başkanlık (ya da yarı başkanlık) rejimleri de aynen parlamenter rejimler gibi, güçler ayrılığını gerçekleştirmeyi amaçlayan yöntemlerdir. Başkanlık ve parlamentarizm, ana kutuplar olarak düşünülebilir, ancak rejim seçenekleri, gerek varolan devletler aleminde, gerekse teorik seçenekler olarak bu üç ana kategoriden çok daha zengindir.

Başkan Trump, Birleşik Devletler anayasası gereği sınırsız yetkili, ama sorumsuz bir Tekadam, bir Otokrat olsa idi ne olurdu ? Düşünmek bile istemeyiz, öyle değil mi ? Dünyanın en güçlü ülkesinin, insanları dini ya da milliyeti nedeniyle ayrımcılığa tabi tutması dünyayı felakete götürebilir. ABD anayasal başkanlık rejiminde başkan, sınırsız yetkili ama sorumsuz bir Tekadam değildir: Başta federal meclisler, üye devletlerin organları (ki bunlar, Türkçede kendi üniter devlete endeksli ufkumuzun garabeti nedeni ile ‘eyalet’ demeyi tercih ettiğimiz yapılardır. Bunlar aslında bir federasyonu aşağıdan yukarıya oluşturan kurucu ‘devlet’lerdir), ve yüksek yargı kurumları, başkanı denetler ve dengeler, olası hatalarını frenler. Böyle de oldu. Frene hızla basıldı, yürütme askıya alındı. Trump’ın KHK’sı geçmedi. Anayasal bir başkanlık rejimi bir Tekadamlık Düzeni değildir: Hataları felakete çevirmemenin yollarını da gösteren bir rejimdir. Ha başkanlığı beğeniriz beğenmeyiz, ama şu an gerçekten konu dışı, çünkü ‘bizim referandum’un konusu ile pek bir alakasız.

Adını koyalım: 16 nisan günü, Anayasal Başkanlık Rejimine geçip geçmemeyi değil, Sorumsuz Muktedir Tekadam Rejimine ya da basitçe Otokrasi’ye geçişi oyluyoruz. Kısaca, bir “Anayasa’dan vazgeçip vazgeçmemeyi oyluyoruz” da diyebiliriz. Soydan geçsin, seçilmiş olsun farketmez, otokrasinin yanına anayasalık vehmettiğiniz bir metin iliştirmekle, anayasal bir rejim kurmuş olmazsınız. Bu iki sözcüğün birarada durması, bakire doğum misali, bir ‘oxymoron’dur. Anayasal Otokrasi diye bir anayasal rejim tipi yoktur, seçilecek bir Otokratın kafasına eseni yapmaya hakkı olduğunu kağda dökmekle anayasa yapılmış olmaz, anayasa ortadan kaldırılmış olur. Dolayısı ile anayasal bir rejim seçeneği olan başkanlık rejimi oylanmış olmaz.

Türk Tipi Başkanlık söylemi de bir yanıltmacadır: Onümüze konan şey Türk Tipi Otokrasidir. Elbette, tüm anayasal demokratik başkanlık  rejimleri zaten ülkesine özgüdür. ABD tipi, Kostarika tipi, Arjantin tipi, … Eğer Türkiye başkanlık rejimine geçmek isteyecek ise, bu zaten Türkiyeye özgü bir karakterde olacaktır, ama güçler ayrılığı ilkesinden taviz vermemek kaydı ile. Türk Tipi Başkanlık söylemi de bir tür Başkanlık oyladığımız demeğe getirir ki, iktidar söylemini meşrulaştırır.

Evet!çiler Otokrasi rejimini bir demokratik geleneği ve saygınlığı olan Başkanlığın arkasına gizleyerek açıkgözlülük edebilir. Bilgi kirliliğinin hakim olduğu ortamda yeni dünya, ABD çağrışımlarına sırtlarını dayamaya çalışabilirler. Demagojidir, tek şanslarıdır. İyi bir Hayır! Kampanyası ise, seçmeni doğru bilgilendirmek ve hakiki bir siyasal tartışmanın önünü açmakla yükümlüdür.

İlk tezimiz şudur: Eğer, bu referandum kampanyanızı başkanlığı oyladığımız savı üstüne inşa eder ve seçmeni Başkanlığa Hayır! demeye davet ederseniz, kemik asker seçmeninize oynuyorsunuz demektir. Kararsız seçmeni Başkanlığa Evet!e kaptırma riskiniz yüksektir. Başkanlığı karşınıza almak ortadaki seçmeni de karşınıza almak anlamına gelebilir. Otokrasiye Hayır! ya da Tekadamlığa Hayır! çizgisinin ise imkanları daha zengin, hitap gücü daha yüksek. İktidarı veya bilinçli tercih olarak demokratik anayasal bir başkanlık rejimine geçişi destekleyen seçmene de hitap edebilir.

Ortada sıkışanları güçlendirmek

Kemik seçmenler dışında kalanların henüz sağlam bir Hayır!la hitap edilmedi. Bu alandaki ilk grup, öncelikle eski Türkiye’den içtenlikle gına getirmiş olan, ama aynı zamanda bu iktidarın sunduğunun yeni bir Türkiye olduğuna zerrece ikna olmayan demokratlardır. Sayıca büyük olmasa da, ama stratejik açıdan, çoğaltıcı etkisi açısınan önemli bir grup. Mevcut siyasi partiler aleminde çok iyi temsil edilmeyen bir grup. Yenilenmiş bir Türkiye talep eden ve bunun demokratik özelliklerinden tavize yanaşmayan bu grup, bilinçli bir seçmen grubudur. Kendini ifade edeceği özgün bir siyaseti ve kampanyası olmasa da, kendiliğinden bir doğal Hayır! verecektir ve buna motivedir. Bu kesimin özgün siyasal duruşunu görünür kılacak kampanyalar, bu kesimi ezberden-başkanlığa-hayırcı’lardan ayrıştırmakla Türkiye’nin içten ve kalıcı demokratik dönüşümüne güç kazandıracaktır. Referandum kampanya süreci, bu çizginin kamplar ötesi özerk bir siyasi alan olarak inşası için bir adım olabilir.

Oyu belli ve sandığa motive olanların dışında kalan, ve sonuç açısından kritik, sayıca geniş bir seçmen kitlesi daha var. Nihai sonucu bu seçmen grubunun sandık günü davranışı belirleyecek. Bu kitle, bir blok değil, tersine hayli heterojen, kabaca 4 alt-grup sayılabilir: 1.kararsızlar 2.sandığa gitmeyecek olanlar 3. Evet! vermeyi düşünmekle beraber çok kemikleşmiş olmayanlar, oyunun gerekçesi ideolojik olmayanlar, akıllıca formüle edilmiş alternatif bir Hayır!a bir kere daha kulak verebilecek olanlar ve 4. Hayır! vermeyi düşünmekle beraber, Evet!’e kayma ihtimali bulunanlar.

Bu 4 alt grubun 7 Haziran’dan 1 Kasım’a tavır değiştiren kesimle kısmen özdeş, kısmen ona benzer bazı özellikler gösteren bir kitle oluşturduğu düşünülebilir. Bu grup muhtemelen en ürkek, en ihtiyatlı, en ortada kalmış seçmendir. Öyle çok vazgeçilmez ideolojik tercihleri yok: olsa kemik cephelerden birinde yeralırlar, aidiyetin peşinden giderlerdi.

Araştırmalar bu kesimi kabaca bir %10-15 aralığında tanımlıyor. Nihai kararı verecek olanlar da bu “Ortadakiler”. Kuşkusuz, Hayır! açısından hayli riskli bir seçmen: Güçlüye sessiz onay vererek huzur arama tavrına girebilir. Evet!çiler ertesi sabah neye uyanacağını iyi kötü biliyor. Bu durumu çok beğenmese de ne olacağını bildiği bir şeye vermeyi, güvencede olmayı önemsiyor. Hayır!ın belirsizlik getirmesinden ürküyor. Ortadakilere sirayet etme riski olan bir tutum. Resmi Evet! kampanyasının da bu kesime oynadığı, mesela Reina tepkisinden itibaren belirginleşti: Başkanlığa geçit ver, huzur bul!

Evet!’in barutu burda bitiyor, alternatif Hayır!lar’a alan açılıyor. Ortada kalmışlara hitap edecek bir imkan şu: Mevcut toplumsal durumun gereksiz bir gerginlik hali, bir tür ‘anormallik’ olduğunu görüyor ya da hissediyorlar. Fikren iktidarı destekliyor, ya da kararsız veya sandığa gitmeme eğiliminde olabilirler, ama gerilimden rahatsızlar. Bu algı ile bilinçli demokrat kesime yaklaşıyorlar. Akıllı, sakin kampanyalar, ortada kalmışlara, kendi içine kapanan, demokratik muhalefet ve denetimi dıştalayarak denge ve fren mekanizmalarını işlevsizleştiren bir fiili otokrasinin, hatalı kararlar alma riskinin arttığını gösterebilir. Güçler ayrılığının varlığının değil yokluğunun kriz ve huzursuzluğun gerçek nedeni olduğu Trump’ın kararnamesi benzeri, basit örneklerle anlatılabilir. Suni gündemlerle yaratılan krizlerin güçler ayrılığı zayıfladıkça sıklaştığı, ama güçler ayrılığı sağlam ise, aşılma ihtimalinin güçlendiği gösterilebilir. Güçler ayrılığına dayalı iyi yönetim toplumun ortak aklını ortaya çıkarır, herkesin ihtiyacıdır.

Bu anlamda, Hayır! yeniden normalleşmeye işaret eder. Ortadakilere Hayır! vermekle normalleşmenin öznesi olmaları teklif edilmelidir. Aktif bir tavır alarak aradıkları huzura kavuşabilirler. Bunu söylemek alttan alta getirilen, Hayır! çıkarsa kaos olur tehdidine karşı önemli. Hayır! sonucu, mevcut siyasal akörlerin değişmesi değil, (genel seçim yapmıyoruz!) mevcut anayasanın öngördüğü sınırlara çekilerek icraatini meşru zeminde sürdürmesi talebidir. Burda realist olunması kritik nokta. Realist bir Hayır! hükümete oy vermiş, sürmesini de arzulayan, ancak mevcut iktidar pratiğinden huzursuz seçmenin de arkasında durabileceği bir pozisyondur. Önce mevcut anayasanın harfiyen uygulanması talebidir. Huzursuzluk varsa anayasal sınırların ihlalinden kaynaklanmaktadır; taşlar yerinden oynadığı içindir.

Normalleşme süreçleri herzaman iradi diplomatik girişimlerin sonucudur: Akıllı reelpolitika güden bir Hayır! kampanyası siyasetçi karşısında seçmenin elini güçlendirir, onu Hayır! tercihi üzerinden inisiyatif sahibi kılar. Seçmeni normalleşme diplomasinin öznesi haline getirir. Normalleşme, siyasette kartları yeniden karacaktır.

Kırmızı çizgisiz, pozitif kampanyalar

Ortadakiler acaba eski Türkiye’yi nasıl görüyor? Buna varoluşsal kaygı ve endişelerle sımsıkı sarılsalardı, zaten kemik Hayır! bloğu içinde yeralırlardı. Peki adına resmi jargonda Yeni Türkiye denen şeye nasıl bakıyorlar? Bu pakete gönül indirselerdi zaten kemik Evet! bloğuna asker yazılırlardı. Öyle ise ‘ruhen’, yukarda tanımladığımız, her iki kemikleşmiş bloğa da mesafliler. Ancak sandık tavrı tartışmasız bir Hayır! olan bilinçli demokrat kesimle içgüdüsel düzeyde müştereklerde buluşuyorlar. Bu müştereğin altı nasıl çizilir? Nasıl oyulur?

Başkanlığa Hayır! çizgisinde yoğunlaşan kampanya, bazan açıkça telaffuz eder, bazan da doğallıkla varsayar, şu alt metni geçmektedir: Parlamenter Rejime Evet! Bu sorgulanmayan ezber, seçmeni parlamentarizm/başkanlık ikilemi karşısında bir seçim yaptığı yanılgısına sürüklemektedir. Hayır! açısından burdaki tuzak şudur: haklı ya da haksız, tartışması ayrı ve uzun mesele, seçmenin hatırı sayılır bölümünün algısı itibari ile Parlamenter rejim ‘eski’ Türkiye ile özdeşleşmiştir: Koalisyonlar eşittir istikrarsızlık eşittir ekonomik büyümenin durması algısı örnek verilebilir. Parlamentarizmde ilkesel ısrar, eskide inat gibi algılanma riski taşır. Hayır! vermekle başkanlık opsiyonunu elimine ettiğini sananlar, parlamentarizme “takılmış” durumdalar ve bu rejim biçiminin eski Türkiye ile özdeşleşmiş olduğunun ya bilincinde değiller ya da zaten bilinçli olarak eskiye sahip çıkıyor, iktidarın söylemini güçlendiriyorlar.

Bu çizgi, bir tür negatif kampanya’dır. “Hayır! vermekle parlamenter rejim tercihine angaje oluyorum” algısı, ortada sıkışmışların demokrasi bloğuna katılım ihtimalini zayıflatır. Tersine, vurgu Parlamentarizm’e değil, basitçe Legalizm’e ya da Meşru Düzene Saygı çerçevesinde olursa, ittifak güçlenir, Hayır! daha rahat “geçer”. Öncelikle Mevcut Anayasanın Doğru Uygulanması için Hayır! çizgisi parlamentarizmi ilkesel düzeyde savunanlarla buna eleştirel yaklaşanları bu referandumda müttefik kılar. Hakiki ve özgür bir rejim tartışmasını, ilerdeki daha demokratik bir ortama ertelemeye karar vermiş olduk.

Demokrat ruhlu bir Hayır! kampanyası ısrarla seçimin bir anayasaya sahip olmak ile anayasasızlaşmak arasındaki bir tercih olduğunu anlatmalıdır. Anayasasızlaşmak bir Yeni Türkiye’ye geçmek değildir; çok daha eskilere, anayasal tarihimizin miladı sayılan Sened-i İttifak’ın da öncesine, 18 yy ortamına dönüştür… Hayır! çıkar ve normalleşir isek, yenilenmiş bir Türkiye’nin 1980 anayasasını ruhen de yenileyebileceği koşullar oluşabilir. Demokrat ruhlu bir Hayır! kampanyası olası bir rejime ilişkin kırmızı çizgilere sahip olmamalıdır. Parlamenter rejimin ıslah edilmesi, sorun yarattığı düşünülen yönlerinin yeniden ele alınması kuşkusuz ciddi bir seçenektir, ama bunu ‘başkanlığı tartıştırmayız!’ kırmızı çizgisine taşımanın anlamı başkadır. Başkanlığın tartışılmasını dahi tabu gören bir anlayışın Hayır! ile özdeş hale gelmesi ortada kalmışlara atılacak en büyük kazıktır, onların Hayır!a yabancılaştırma riskini güçlendirir. Demokratik bir Hayır! bu badire atlatıldığında yarın bir gün eğer rejim meselesi açılacaksa, parlamentarizmi de başkanlığı da olası her türlü karma rejimi de tartışmaya açık olduğunu bugünden açıkça ilan etmelidir.

Bir imkan: Kurucu irade olarak ‘Hayır!ı geçirmek’

Halkoylamasının meselesine bir de tersten bakmayı deneyelim: Hayır!ı geçirmek ibaresi buna işaret eder.  Hayır! oyunu bir red olarak değil, pozitif bir bir kurucu iradenin oyu gibi de okuyabilir miyiz ? Asıl olumsuz tavrın Evet! olduğunu göstermek anahtar önemde.

Güçler ayrılığı anayasal gündemimize 1960 anayasası ile girdi, 1980’de tırpanlansa bile ayakta kaldı. Ancak tabandan gelen bir kurucu irade ile yerleşmiş olmadı, özünde bir darbe sonrasında ihsan edilmişti. Kuşkusuz iyi niyetli bir hamle idi, ama bir ihsandı; bir ‘ihsan eyleme’ toplumsal deneyim açısından ‘elde etme’den çok farklıdır. 60 yıla yaklaşan pratiği içinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu ihsanın göreceli lüksünü yaşadı. Toplumların uzun tarihi açısından bakıldığında demokratik bilincin evrilmesi için 60 yıl nedir ki ?

Şimdi ise iyi kötü bir güçler ayrılığı üstüne kurulu bir devlet işleyişi toplumun elinden alınmak isteniyor: Toplumun tam da bu anda vereceği karar, denge ve denetim mekanizmalarının yaşamsal bir ihtiyaç olarak algılanıp algılanmadığnı tespit etmek için uygun bir fırsat. Seçmenin yarıdan fazlasının hele bu günün koşullarında Hayır! vererek güçler ayrılığına sahip çıkması, Türkiye anayasa tarihinde bugüne dek tabandan ifade edilmiş en güçlü kurucu irade beyanı, bir milat olacaktır. Hayır! ile meşruiyetçi bir kurucu iradenin tecelli edecek olması onu pozitif bir tavra dönüştürmektedir.

Evet!in yarının az üstünde oy alması ise, topluma yeni bir anayasa kazandırmış, anayasa sorunumuzu kalıcı bir çözüme kavuşturmayacak, hiçbir pozitif sonuç üretmiş olmayacaktır. Evet!in toplumun diğer yarısı için yolun sonu olarak algılanması kaçınılmazdır. Evet! sonucunun bir anayasadan beklenen temel özellik olan toplumu teğelleme işini becerme şansı hiç yok. Bir anayasa oylamasını herhangi bir oylamaran ayıran temel özellik şudur: Bir Evet! ancak %80ler %90 larla geçerse o toplumu bağlayan ana sözleşme niteliğini kazanır.

Oysa tersi, çok farklı olabilir: Hayır! çıkması Evet! verenler için yolun sonu olmak zorunda değil.  Siyaseten doğru konumlandırılmış bir Hayır! kucaklayıcı bir anayasal sürecin miladı olabilir. Bunun ön koşulu, gerçekçi, olabilir, talep edilebilir ve  basitçe zaten olması gerekeni tarifliyen, ve tam da bu nedenle bir değişime işaret eden bir ’17 Nisan senaryosu’ yazmaktır. Evet!in askerlerini de rahatlatacak, gerçek değişimin tasavvur ve hayaline işaret eden Hayır! kampanyaları, yaşanası bir ülkede vatandaşlık birliğini sağlamanın ilk adımını oluşturabilir.

Bu yazının dertleri şerefli bir yenilgi ile tarihe not düşmeyi sevenler için muhtemelen pek mesele değildir.

 

Orhan Esen

You may also like

Comments

Comments are closed.