Dış Köşe

Halep işi: On gram rüya, yüz gram riya – Ümit Kıvanç

0

Bu yazı gazeteduvar.com.tr/ den alınmıştır

Altaylardan gelen yiğit suretine bürünmüş Türk İslâmcılığının tarihinde öyle bir Halep sayfası olacak ki… çok değil, birkaç yıl sonra, kendini dindar sayanlar, başkaları o sayfayı görmesin diye yırtınacak. Sayfa yırtıldıkça koparılan yerden yenisi filizlenip büyüyecek.

On the Ground News,  Kuzey Suriye’nin cihatçı-İslâmcı örgütlerin elindeki bölgelerinden yayın yapan, bilumum cihatçılarla arası iyi olan bir eylemci haber-propaganda birimi. Kurucusu, muhabiri, editörü, programcısı olarak, internet sayesinde dünya çapında üne kavuşan -ABD’den gitme- Bilal Abdülkerimw, OGN’nin “görünen yüzü”. (Kendisi ölse de OGN’nin faaliyetini sürdüreceğini söyledi, çünkü Abdülkerim dışında bir-iki kişi daha var, bu ajansı yürüten. 18 Kasım’da büroları vuruldu, kullanılmaz hale geldi.) Abdülkerim, Halep’ten yayınladığı son videoda, “Belki bu buradan son mesajımız olabilir,” dedi. “Son değilse de, sonuncuya yakındır.” Her zamanki gibi, sâkin, yumuşak üslûbuyla, hattâ güleryüzle konuşan -cihatçı örgütlerin kolay kolay bulamayacağı kalitede bir propagandacı- Abdülkerim, videoda tek bir siyasî mesaj verdi: “Batırdınız!” Belli ki Halep’te can vermek veya şehri terk etmek üzere olan (bu satırlar yazılırken henüz şehirden çıkmamışlar, çatışma yeniden başlamıştı) ezcümle silahlı gruplar adına birilerine seslendi.

Kime diyor “batırdınız”ı?

Abdülkerim, “İslâm ümmetine” seslendiğini söylüyor, ama kasdettiği, devletler ve başlarındakiler. Üç devleti işaret ediyor; ikisinin -Katar ve Suudi Arabistan- adını anıyor, üçüncüsünün -Türkiye’nin- doğrudan liderine sesleniyor.
Şöyle diyor Abdülkerim: “Erdoğan, Kur’an kıraatın hoş fakat bu sefer hakikaten batırdın. (…) Halep’ten yalnızca 25 km uzaklıkta bulunan askerlerinle bu zavallı insanlara yardım edebilirdin. Fakat batırdın. Ve diğerleri. Katar, batırdın; Suudiler, batırdınız, gerikalan herkes, hepiniz batırdınız.”

BURALARDA BATIRILMAZ, BATIRDINIZ DENİLMEZ

Abdülkerim gibiler bilmiyorlar ki, sayılan üç ülkede de “batırmak” diye bir mevzu yoktur. Tepedekiler batırdıkça tutulur, desteklenir. Çünkü hem birşeyler batırıldıkça birileri çıkarılır, yükseklere çıkarılır hem de tepedekilerin, tutulanların, bağlanılan muktedirlerin hiçbir zaman hiçbir şeyi batırmayacağına iman edilmiştir. İmanlar karışmış, karıştırılmıştır; Allah’a edilecek iman, kurutulmuş, büzüşmüş, tadını kokusunu yitirmiş, paketlenmiş, süslenmiş, yeryüzü muktedirlerinin ayakları dibine bırakılmıştır.

O yeryüzü muktedirleri ki, kendilerinden güçlü başka yeryüzü muktedirlerinin karşısında ezilir büzülürler. Daha güçlü yeryüzü muktedirleri, kendilerinden anlayış dilenen yeni yetme muktedirlere sadece kendi ülkelerinde oyun alanı bırakırlar. Onlar da gelir orada eser savurur, asar keserler.

Tahakküm ve zulüm alanı bırakmak kolaydır. İçerideki zulümler dışarılara zor taşar, az taşar. Fazla taşarsa S-300’ler kurulur, silahlı insansız hava araçları uçurulur, yanlışlıkla yanlış yerlerdeki askerlerin üzerine birtakım bombalar atılır. Fakat daha büyük başka kıyak da yapılır: Yalan sahası da bırakılır. Yalan, iç politikadır; içeride dış politika diye söylenendir.

Halep işi koca bir yalan. Koca bir utanmazlık. Ama o bizde yok, geçelim. Yakında yalana yalan denmesi de garipsenecek. Yasaklanmakla kalsa vaziyet bir süre sonra kurtarılabilirdi. Yadırganacak.

Altaylardan gelen yiğit suretine bürünmüş Türk İslâmcılığının tarihinde öyle bir Halep sayfası olacak ki… çok değil, birkaç yıl sonra, kendini dindar sayanlar, başkaları o sayfayı görmesin diye yırtınacak. Sayfa yırtıldıkça koparılan yerden yenisi filizlenip büyüyecek. Sesler çıkacak sayfa yeniden kendini bulurken. Çıtır çıtır. Her yerden duyulacak. İçi kemiriliyor gibi olacak, samimi insanların. O dönemin riyakârları, ikbal ve menfaat düşkünleri, bugünün sahte gözyaşı sahipleri gibi bağıracak, çağıracak, sesleri duyulmaz kılmaya uğraşacaklar. Nafile! Sayfa her yerden görünecek, yalan ve riyanın öyküsü satır satır okunacak.

Nutuklar söyleniyor. Ayinler yapılıyor. Kervanlar düzülüyor. Ağlanıyor. Dövünülüyor. Deniyor ki, zalimler mazlumları katlediyor. Doğru, zalimle mazlumun sürekli yer değiştirdiği, korkunç, kanlı bir içsavaş yaratıldı. Kendi çocukları asla şehit olmayanlar, kendi canlarına, mallarına asla halel gelmeyenler, başkalarının çocuklarını silahlandırdı, birbirinin üstüne saldı. Doğu Halep’i tutan savaşçıları, “Burada üslenmeyin de bizi bombalamasınlar” diye mahalleden sürmeye çalışan sivilleri bu savaşçılar, bunların öbür mahalledeki akrabalarını şehre giren askerler öldürdü.

Ve devletler. Ve gücün haksız ve tehlikeli şekilde yoğunlaştığı, yersen meşru suç odakları… Ve onları yönetenler. Kendilerinin olmayan paralarla üzerlerine sıçramayan kanları dökenler döktürenler. Ve onlara yüz sürenler, biat edenler…

ABDÜLKERİM’LE DUYGUDAŞLIK?!

Kim derdi ki, Halep’teki Amerikalı cihatçıyı dinlerken kısacık bir an, duygudaşlık mıdır diye irkileceğim bir his alnımı yalayıp geçecek. Esad’a yandaş veya karşı olmakla, elin cihatçısını hoş veya hor görmekle alâkası yok. Onun adalet timsali mücahitler saydığı adamların elinde üç gün ömrüm olmaz, eyvallah (Halep’te teslim olmuş askerleri gözlerini kırpmadan kurşuna dizmişlerdi); lâkin siyasî tavrı, dünya görüşü bir yana, bana “bu adamın hissiyatını anlıyorum” dedirten bir şey var. İhanete uğramışlık, kandırılmışlık, birileri tarafından satılmışlık hissi bu, beni Abdülkerim’i anlamaya zorlayan.

Türkiye’yi yönetenlerin ve istikballerini, şahsiyetlerini onların ayakları dibine sermiş olanların, Halep şehrinin adını ağızlarına almaya hakları yoktur. Yüzleri yok, Halep demeye. Ortada olan, rezilâne bir oyun, büyük bir yalan.
Hap haline getirerek hatırlayalım:

Türkiye’yi yönetenler, Halep’i ele geçirme sevdasına düştüler. Sonra Rus uçağını düşürdüler. Arkasına saklanıp NATO’yu Rusya’nın karşısına çıkarma uyanıklığı fayda etmeyince, sevda bir yana, Moskova’dan icazet almadan Suriye’de adım atamaz hale geldiler. Sadece “Kürt anasını görmesin” takıntısı üzerine bina edilen politika yüzünden Ankara’nın Washington ile arası açıldı. “Dost ve ahbap Putin” ile ilişkilerde başlar hepten eğik, yüzler hepten yerde kaldı. Kuzey Suriye’de Fırat Kalkanı macerasına girişme izni, Halep karşılığında koparıldı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, El-Kaide’nin Suriye şubesi el-Nusra (şimdi Şam’ın Fethi Cephesi) dahil, silahlı grupları Halep’ten çekilmeye Ankara’nın ikna edeceğini, yani Türkiye Cumhuriyeti yönetiminin onlarla ilişkisi olduğunu açıkça telaffuz etti. Böylece Rusya ile pazarlığı da açık etti. Ankara ayrıca, Halep’te Rusya ve Suriye ordusuna karşı savaşan çok sayıda -kimine göre bin, kimine göre iki-üç bin arası- militanı, Nureddin el-Zengi gibi örgütlerin liderliğine -niyeyse- söz geçirebildiği, Ahrar el-Şam ile arası -niyeyse- iyi olduğu için -ve kimbilir, bilmediğimiz ne vaatlerle- buradan çekerek kuzeye aktardı. Bunlar, Fırat Kalkanı harekâtını yürüten, TSK desteğindeki “ÖSO” (Özgür Suriye Ordusu) kuvvetleri diye sunulan birliklerin büyük kısmı. Ankara’nın bu manevraları, Ahrar el-Şam ve Nureddin el-Zengi Hareketi gibi örgütlerin içinde itirazlara, tartışmalara, kısmî bölünmeye yolaçtı. Çünkü eline silah alıp Suriye ordusu ile savaşa girişmiş militanların çoğu için Ankara’nın Kürtleri bastırma hedefli savaşına katılmanın özel anlamı yok. Esas dertleri Esad rejimini devirmek. Onlar için Halep hayatîydi.

Yani: Şu anda çoğu cihatçı silahlı gruplar Halep’te yenildiyse, bu, Türkiye onlara desteği kestiği, şehirdeki savaşçıların önemli bir bölümünü alıp Fırat Kalkanı için kuzeye kaydırdığı, bu yüzden aralarındaki bölünmeleri de derinleştirdiği, esas olarak da Rusya ile pazarlıkta alacakları karşılığında Halep’i “verdiği” için.

HALEP’İ KİMLER MAHVETTİ?

Gelelim Halep’in mahvedilmesi faslına. Tabiî ki isyan bastırma stratejisinde Rusya tarzını benimseyen Beşar Esad rejimi Halep’i yaktı yıktı. Silahlı gruplar barınamasın, lojistik destekten, altyapıdan yoksun kalsınlar diye şehrin onların elindeki kısmını harabeye çevirdi.

Fakat bundan öncesine ne demeli? Silahlı gruplar Halep’i ele geçirdiğinde şehrin hatırı sayılır büyüklük ve gelişmişlikteki sanayisine ne oldu? Fabrikalar ve sanayi tesisleri neden, kimler tarafından söküldü, nereye kaçırıldı, nerede satıldı, kimler satın aldı? Komşu ülkenin en büyük, kadim şehrinin sanayi tesislerini söküp sınırdan kaçırmak ve kapışıp mülk edinmek gibi berbat bir işe hangi devlet yöneticileri önayak olmuş, hangi ülkenin sakinleri bu yüz kızartıcı suçu kendilerine yakıştırmışlardır?

Ve tabiî şu soru: Bu haltı yiyenler bugün “Halep için” ağlıyor, feryat ediyor görünüyorlarsa bu kimselere ne ad vermek icap eder? Sanırım “İslâm ümmeti” pek münasip bir ad olmayacaktır.

Nereden baksan riyakârlık.

Abdülkerim Amerika’dan gitme. Doğma büyüme Ortadoğulu değil. Belki bu yüzden, sahiden seslenebileceği bir “İslâm ümmeti”nin sahiden varolduğunu sanıyordur. Sağ kurtulup buralara gelse de onu bazı televizyon soytarılarıyla tanıştırsak, “Sizin için çok üzüldü ama bunlar!” desek. O da onları teselli etse. Yapar bence; savaş görmüş adam, olgunluk gösterecektir.

Yalnız, kuvvetli ihtimal, “Hem sattınız hem ağlaşıyorsunuz,” diyebilir, “ne iş?”

Bu yazı gazeteduvar.com.tr/ den alınmıştır

 

Ümit Kıvanç

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.