Dış Köşe

Tohumda açlık ve millilik aldatmacası – Fatih Özden

0

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

Konu hibrid tohumun (şirket tohumu diye de okunabilir) propagandası olduğunda ulusötesi firmalarca başta dile getirilen argüman açlıktır. Başlık yanlış anlaşılmasın, açlığın kendisi değildir aldatmaca olan, zira açlık her gün sokakta, ekranda, gazetelerde önümüze serilen gerçekliktir. Aldatmaca olan; açlığın büyük şirketler tarafından üretilen tohumlar sayesinde önlenebileceğidir. Bundan yetmiş yıl önce de yeşil devrim için aynı sözler söylenmişti. Oysa bugün yeşil devrimin neyi devirdiği ortada, sağlığımızı ve doğamızı. Bir tek açlık kaldı deviremediği yeşil devrimin. Günümüzde GDO teknolojisi de aynı argüman üzerinden pazarlanmaya çalışılıyor. Bu, madalyonun görünen yüzü, görünmeyen yüzünde ise sermaye birikimi üzerinden işleyen kapitalizm ve onun kuralları var.

30

Peki o kurallar neyi dayatıyor? Rekabet için devamlı büyümeyi. Bu büyüme kimi zaman birleşmeler kimi zamanda satın almalar yoluyla gerçekleşiyor. Yutulamayacak kadar büyük lokma olarak görülen dev şirketler diğer devler tarafından yutulabiliyor. En yakın ve çarpıcı örneği Monsanto’yu 66 milyar dolara satın alan Bayer. Bu satın almayı, “dün Monsanto açlıkla mücadele ediyordu, mücadeleyi kaybetti ve bugün bayrağı Bayer aldı” diye mi okuyacağız, yoksa sektördeki diğer dev firmaların kendi aralarındaki satın almalar ve birleşmeler sonucu Bayer’in rekabet gücünü koruyabilmesi için böyle bir satın almanın kaçınılmaz olduğu yorumunu mu yapacağız. Eğer itibar ettiğimiz argüman ikincisiyse, o zaman bu satın almayla birlikte Bayer’in tohumculukta ve tarımsal ilaç (zehir olarak da okuyabilirsiniz) sektöründe pazar lideri konumuna yükseleceğini de eklemek gerekiyor (Çizelge 1 ve Çizelge 2). Ayrıca yine bu satın alma sayesinde daha önce GDO karşıtı güçlü sivil toplum muhalefeti nedeniyle Monsanto’nun giremediği Avrupa pazarına Bayer sayesinde GDO’lu tohumların girişinin kolaylaşacağının dillendirildiğini de. Bizlerin her gün gözümüzün önünde duran açlığın, yukarıda aktarmaya çalıştığım şirketler arası rekabet ve mücadele içinde nerede olduğunu bulmayı ise size bırakıyorum.

Gelelim ülke içindeki duruma ve aslında beni bu yazıyı yazmaya iten asıl nedene. Tarımın nabzını iyi tuttuğunu düşündüğüm ve yazılarını takip etmeye çalıştığım Ali Ekber Yıldırım’ın “Türkiye’den 69 ülkeye sebze tohumu ihraç ediliyor” başlıklı haber yazısını okuduktan sonra böyle bir yazıyı yazma ihtiyacı hissettim. Zira yazıda yurtiçinde faaliyet gösteren bir tohumculuk firmasının yetkilisi tarafından anlatılanlar aslında madalyonun yine sadece bir yüzünü ifade etmesine rağmen diğer yüzü içinde önemli ipuçları veriyordu. Bu anlamda ilk okunduğunda sanki bir şirket güzellemesi mi yapılıyor acaba diye düşünülebilecek yazı, sürecin yerlilik üzerinden maskelenen yüzüyle ilgili önemli veriler ve değerlendirmeler sunması bakımından bence son derece kıymetli (İlgili yazıya http://www.tarimdunyasi.net/2016/12/05/turkiyeden-69-ulkeye-sebze-tohumu-ihrac-ediliyor/ linkinden ulaşılabilir).

Yazının başında yüzde yüz yerli sermayeli bir firmanın 69 ülkeye sebze tohumu sattığını, firmanın başarılı çalışmaları nedeniyle de dünyanın dev tohum ve kimya şirketlerinin firmayı satın almak istediğini, ancak firmanın bu teklifleri geri çevirdiğini okuyoruz. Yazıda ayrıca “Tohuma sahip olan dünyaya sahip olacak” alt başlığı altında şirket yetkilisinin ağzından tohumu kontrol edenlerin aynı zamanda gıdayı da kontrol ettikleri bilgisine yer veriliyor. Aynı yetkili yurtiçi tohum pazarı hakkında da içeriden faydalı bilgiler paylaşıyor; örneğin piyasada en iyi olarak kendini sunan firmaların biraz eşeleyince arkasından Hollanda, Fransa, İsrail şirketi çıkacağını söylüyor. Eşelense daha neler çıkar kim bilir? Ama sorun zaten yazının başlığında da ifade etmeye çalıştığım gibi firmanın sermayesinin % 100 yerli (milli) olması veya olmaması meselesi değil. Sorun tohum üzerinden çiftçiler, köylüler ve tüketiciler üzerinde nasıl bir hegemonya inşa edildiği sorunudur. Sorun söz konusu yazıda da açıkça ifade edildiği gibi tohumu kontrol edenin dünyada 7 milyar, Türkiye’de ise 80 milyon insanın gıdasını da kontrol edebilme gücü ve bu gücün geçmişten günümüze baktığımızda belirli ellerde toplanma eğiliminde olmasıdır. Zaten görüşlerine yer verilen firma yetkilisi dünyanın dev kimya şirketlerinin bağımsız (yerli diye de okuyabiliriz sanırım) firmaların % 80’nini satın aldığını belirtmektedir. Dolayısıyla bugün için ulusötesi bir firmaya satışı söz konusu olmasa da, gelecekte yeterli bulunacak veya geri çevrilemeyecek bir bedelin ödenmesi durumunda % 100 yerli firmanın, % 100 yabancı olmasının önünde hiçbir engel yoktur. Bunun örnekleri hem yurtiçinde hem de yurtdışında mevcuttur.

Tohumun paylaşılan bir kaynak olmaktan çıkıp fikri mülkiyete ve tescile (patent diye de okuyabilirsiniz) konu edilmesi onu bir meta formuna sokmaktadır. Meta formundaki tohum iki yönlü bir yabancılaşma yaratmaktadır. Yabancılaşmanın bir tarafında tohum üzerindeki kontrol ve denetimi kaybeden köylü-üretici bulunurken, diğer tarafında birçoğu geliştirdiği tohumun sosyo-politik öneminden ve bunun yarattığı toplumsal ilişkilerden habersiz veya bu ilişkileri sorgulamayan araştırmacılar bulunmaktadır. Araştırmacı için tohum, laboratuvarında kullandığı bir genetik materyal olarak nesneleşmiştir. Oysa tohum laboratuvarın dışına çıkıp meta formu aldığında birçok yeni üretim ve mülkiyet ilişkisinin ortaya çıkmasında etkili bir özne olmaktadır. Açlıkla mücadele ve yerli sermaye argümanları ise, asıl odaklanılması gereken ticari ve mülkiyete dayalı ilişkileri ve bu ilişkilerin beraberinde getirdiği ekonomi-politik meseleleri ve hegemonyayı maskelemektedir.

Genelde bu minvalde yazılanlardan veya konuşmalardan sonra bazıları, gerçekçi olmak için doğruları ortaya koymak gerekmiyormuş gibi “doğru konuşuyorsun ama gerçekçi olmak lazım” gibi anlamadığım cümleler kuruyorlar. Dünyanın geldiği noktada ise elimizde, gerçekçi olup imkânsızı istemekten başka seçenek kalmadığını anlamamız gerekiyor. Peki bugünden bakıldığında birçok kişiye imkansız gibi görünen ancak alternatif oluşturabilecek seçenekler neler? Bakın popülasyon ve deneysel genetik alanındaki çalışmalarıyla tanınan ünlü genetikçi R. C. Lewontin Türkçeye de çevrilen “İdeoloji olarak biyoloji” kitabında bu alternatiflerden birisi için neler yazmış:

“Bu hikâyenin en ilgi çekici yanlarından biri devlete bağlı tarımsal deney istasyonlarının rolüdür. Ticari kaygıları olmadığı ve kamu harcamalarıyla çalıştıkları için bu kurumların alternatif yöntemler geliştirmesi beklenebilir. Ancak Amerika ve Kanada tarım bakanlıkları hibrid yöntemin en güçlü savunucularıdır. Salt ticari çıkarlar saf bilimsel iddia görüntüsüne öyle başarılı bir şekilde bürünmüşlerdir ki, bu iddialar günümüzde üniversitelerin tarım fakültelerinde bilimsel gerçek gibi öğretilmektedir. 30 yıl önce tarımsal araştırmaları yönetenlerin ardından gelen nesiller hala hibridlerin daha iyi olduklarına inanmaktadırlar (hem de bu görüşle çelişen deney sonuçları önde gelen dergilerde peş peşe yayınlanmasına rağmen). Bu noktada, nesnel bilgi ve mistik saf bilim kılıfında görünen şeyin ardında siyasi, iktisadi ve toplumsal ideolojinin yattığını bir kez daha hatırlatmakta fayda vardır (s.70).”

Alıntıda Amerika ve Kanada için dile getirilen kamuya ait araştırma kurumlarının içinde bulunduğu durumdan bizim de yapabileceğimiz birçok çıkarım bulunmaktadır. Bu noktada politik çerçevesini gıda egemenliğinin, alt bileşenlerini ise agro-ekoloji, katılımcı ıslah, yerel bilgi, açık kaynak tohum, onarıcı tarım gibi kavramların oluşturduğu alternatiflere daha çok sahip çıkılması gerekmektedir. Hegemonyanın kırılabilmesi, sermayenin mantığından ve onun yarattığı toplumsal düzenden kopulmasını ve yeni bir sistemi gerektirmektedir. Ancak bu, mevcut sistem içinde yararlı işler yapılamayacağı anlamına da gelmemektedir. Dolayısıyla, oluşturulacak otonom (bağımsız-özerk) örnekler çok değerlidir. Ayrıca bu otonom örnekler arasında oluşturulacak ağlar mücadelenin genişlemesi ve gelişmesi açısından büyük önem taşımaktadır.

31

Kaynak: 1) ETC Group, (2008) “Who Owns Nature? Corporate Power and the Final Frontier in the Commodification of Life, http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/publication/707/01/etc_won_report_final_color.pdf, indirilme tarihi: 17 Ağustos 2015. 2) ETC Group, (2015) “Breaking Bad: Big Ag Mega-Mergers in Play”, http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/etc_breakbad_23dec15.pdf,indirilme tarihi: 18 Ekim 2016. 3) EcoNexus (2013) “A Handful of Corporations Control World Food Production”, http://www.econexus.info/sites/econexus/files/Agropoly_Econexus_BerneDeclaration.pdf, indirilme tarihi: 17 Ağustos 2013.

32

Kaynak: 1) ETC Group, (2008) “Who Owns Nature? Corporate Power and the Final Frontier in the Commodification of Life, http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/publication/707/01/etc_won_report_final_color.pdf, indirilme tarihi: 17 Ağustos 2015. 2) ETC Group, (2015) “Breaking Bad: Big Ag Mega-Mergers in Play”, http://www.etcgroup.org/sites/www.etcgroup.org/files/files/etc_breakbad_23dec15.pdf,indirilme tarihi: 18 Ekim 2016. 3) EcoNexus (2013) “A Handful of Corporations Control World Food Production”, http://www.econexus.info/sites/econexus/files/Agropoly_Econexus_BerneDeclaration.pdf, indirilme tarihi: 17 Ağustos 2013.

Bu yazı karasaban.net/ den alınmıştır

33-fatih-ozden

 

Fatih Özden

 

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.