Ekolojik YaşamHafta SonuManşet

Bahçıvanın Haziran Ayı

0

Bu yazı yeryuzudernegi.org/ dan alınmıştır

Bahçıvanın bir yılını ay ay anlatan dizi yazımız Haziran ayı ile sürüyor. Karel Çapek’in ironik anlatımı ve Josef Çapek’in çizgileriyle keyifli okumalar…

Haziran çimleri biçme zamanıdır ama lütfen benim gibi kasabada yaşayıp da kendi küçük bahçesi olan kişilerin bir sabah uyanıp, üzerimize kısa kollu bir tişört geçirip, tırpanımızı bileyeceğimizi ve bir takım popüler şarkılar söyleyerek parıl parıl görünen çimenlerimizi keseceğimizi düşünmeyin. Bizim gibiler için işler oldukça farklıdır. Her şeyden önce biz İngiliz tarzı çimenlik isteriz; bilardo masası gibi yeşil, halı gibi kalın, kadife gibi yumuşak, kare bir masa gibi düzgün, mükemmel bir çimenlik isteriz. Tabii bahar mevsiminde bu İngiliz tarzı çimenliğin yer yer kelleştiğini, içinde hindiba çiçeklerinin çıktığını, otların birbirine dolaştığını fark ederiz. Bu karmaşadan kurtulmak için öncelikle yabani otları ayıklamamız gerekir. Dizlerimizin üzerine çöker ve bütün yaramaz otları yolarız böylece arkamızda üzerinden zebra sürüsü geçmiş gibi harap olmuş bir çimenlik bırakırız. Sonra çimenleri yeniden sularız, durumun değişmediğini görür ve nihayet kesmemiz gerektiğine karar veririz.

Eğer bu kararı alan deneyimsiz bir bahçıvansa, doğruca en yakın banliyöye gidecek ve bir bankta oturan teyzeye yaklaşacaktır. Teyzenin keçisi bu esnada arkadaki tenis kortunun tellerini kemirmektedir.

Bahçıvan dostane bir tavırla şöyle der, “büyükannecim, keçin için şöyle güzel otlar ister misin? Gelip benim bahçeden istediğin kadar alabilirsin.”

Yaşlı bayan biraz düşünür ve şöyle der: ”sen karşılığında ne vereceksin?”

65

“Yarım kron,” diyen bahçıvan evin yolunu tutar ve yaşlı bayanlar keçinin gelmesini bekler. Ancak yaşlı bayan gelmez.

Gidip kendine bir tırpan alan bahçıvan kimseye ihtiyacı olmadığına, çimleri kendi başına kesebileceğine kara verir. Ancak ya tırpan keskin değildir ya da otlar fazla serttir neticede tırpan bir türlü kesmez. Makasla işler biraz daha kolaylaşır. Bahçıvan otları kesip, kökleri temizler ve ortalığı yeterince mahvettikten sonra, eline bir tutam ot alıp yaşlı teyze ve keçisini bulmak üzere yola çıkar.

“Büyükanne” der, tatlı bir ses tonuyla, “keçin için biraz ot istemez misin? Çok güzel, temiz…”

Yaşlı teyze biraz düşünür ve şöyle der, “sen ne vereceksin karşılığında?”

“Bir buçuk kron,”diyen bahçıvan evine koşar ve asla gelmeyecek olan teyzeyi bekler. Böylesi güzel otları çöpe atmak ne üzücü değil mi?

Nihayet çöpçü otları alır, ancak bunun için altı peni ödemeniz gerekir. “Biliyorsunuz efendim,” der, “ bunları almamız yasak.”

Daha tecrübeli bir bahçıvan ise gidip bir çim biçme makinesi alır. Bu tekerlekli bir alettir ve makineli tüfek gibi ses çıkarır. Bu aletle dolaşırken etrafa saçılan otları görmek bence büyük keyiftir. Eve böyle bir alet aldığınızda dedelerden torunlara herkese çimleri biçmek için birbiriyle kavga eder. Bahçıvan, “buraya bakın,” der, “size nasıl yapılacağını göstereyim.” Ardından da hem bir tamirci hem de bir çiftçi gibi makinesini kullanır.

Bahçıvanı izleyen aile mensuplarından biri hemen yalvarmaya başlar,”hadi şimdi de ben yapayım.”

Baba hak sahibinin kendisi olduğunu belirten bir ses tonuyla; “biraz bekle,” der ve otları savurarak kesmeye devam eder.

Aradan bir süre geçtikten sonra bahçıvanımız aile üyelerinden birine, “makineyi alıp, çimleri biçmek ister misin? Gerçekten zevkli bir iş,” der. Diğeri, yarı isteksiz bir sesle, “zevkli biliyorum ama bugün hiç vaktim yok,” der.

Otların biçilme zamanının fırtınalara denk geldiğini herkes gayet iyi bilir. Sanki yer gök kabarır; güneş nahoş bir şekilde ortalığı kavurur, toprak çatlar, köpekler durmadan havayı koklar, çiftçiler kafalarını yukarı kaldırıp, yağmurun artık yağması gerektiğini söyler. Bir süre sonra o meşum bulutlar ortaya çıkar, tozu toprağı kaldıran, şapkaları uçurup, yaprakları hırpalayan vahşi bir rüzgar başlar. Saçları rüzgarda uçuşan bahçıvan bahçeye fırlar, amacı romantik bir şair gibi bahçesindekileri düşmandan korumaktan ziyade, o esnada rüzgara kapılıp da sallanan her şeyi sıkıca bağlamaktır. Alet edevatı, sandalyeleri içeri taşır. Beyhude bir çabayla hezeran çiçeklerini bağlamaya çabalarken ilk sıcak yağmur damlaları toprağa düşer. Bir dakikalığına insanı boğan bir sıcaklık olur ve gökyüzü patlar!

66

Gök gürültüsüyle beraber sağanak yağmur başlar. Bahçıvan kapı eşiğine koşar ve kalbi hüzün içinde yağmurun ve fırtınanın tarumar ettiği bahçesini izler. Bir ara boğulmakta olan bir çocuğu kurtarmaya koşan bir adam gibi, boynu bükük bir zambağı bağlamak için yerinden fırlar. “Yüce Tanrım, nasıl bir yağmur bu!” dolu çatırdayarak yere düşüp yağmur suyu derelere karışırken, bahçıvan hayatları için mücadele eden çiçekleri adına derin bir eleme gömülür. Derken sağanağın temposu düşer ve nihayet ince bir yağmura dönüşür. Bahçıvan yeniden bahçeye koşar ve umutsuzca dağılmış tarhlara, kırılmış zambak fidelerine, toprakla kaplanmış çimenlere bakar. Sonra komşusuna seslenir, “Biraz daha yağması lazım, ağaçlara yetmedi.”

Bir sonraki gün gazeteler ekinlere büyük hasar veren korkunç doludan bahseder. Ama hiç biri dolunun leylakları mahvettiğinden bahsetmez. Biz bahçıvanlar her zaman göz ardı ediliriz.

67

Eğer bir faydası olacağını bilseydi, bahçıvan her gün dizleri üzerine çöker ve şunları söyleyerek dua ederlerdi: “Yüce Tanrım! Lütfen her gün yağmur yağdır, örneğin gece on ikiden üçe kadar, ama yağmur sağanak olmasın, az veya ılık olsun, çiçekleri şöyle bir ıslatsın, tabii bir de karanfilin, lavantanın, deliotunun ve senin adlarını benden daha iyi bildiğin kurak havayı seven diğer bitkilerimin üzerine de yağmasın. (yine de istersen adlarını bir kağıda yazabilirim.) Güneş her gün olsun ama her yere gelmesin (örneğin ormangülünün, yılan otunun, zambağın üzerine vurmasın), öyle ortalığı yakmasın, hafif bir rüzgar ve çiğ olsun. Olması gerektiği kadar solucan olsun, bitki sülüğü olmasın. Amin.” Yani bir nevi cennet bahçesindeki gibi olsun, oradakiler başka ne şekilde yetişmiş olabilir ki?

68

Hazır “bitki sülüğünden” bahsetmişken, Haziran ayında ortaya çıka yeşil sineğin de yok edilmesi gerektiğini söylemeliyim. Bu sinekleri öldürmek için bahçıvanının birbiri ardına kullanıp durduğu tozlar, karışımlar, arsenik, tütün, yumuşak tür sabun ve diğer zehirler mevcuttur. Ancak bahçıvan neticede güllerin üzerine yapışan yeşil sinek ve sülük sayısını azaltmak yerine ikiye üçe katlandığını fark eder ve tüm bu karışımları kullanmaktan vazgeçer. Bu karışımlar dikkatli ve gereken ölçüde kullanıldığında güllerin felaketten kurtulma şansı yoktur. Sülükler yaprakları dantel gibi kaplar. Her ne kadar iğrenç olsa da bazen bu sülükleri tek tek ezmek gerekir. Böylece onlardan kurtulsanız da, bahçeniz uzun süre tütün ve yağ kokar.

 

Bu yazı yeryuzudernegi.org/ dan alınmıştır

You may also like

Comments

Comments are closed.