Dış Köşe

Türkiye-İsrail anlaşmasından Kürtlerin payına ne düşer? – Arzu Yılmaz

0

Arzu Yılmaz’ın bu yazısı birikimdergisi.com sitesinden alındı

Az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti, altı ay bir güz gitti, uyanınca hep bitti? Bu bilmeceyi çocuklara sorsanız birçoğu hemen “rüya” diye atlar. Ancak, Türkiye’nin son onbeş yılına yakından şahitlik edenlerin, bugünlerde aynı bilmecenin yanıtını “AKP dış politikası” diye verme ihtimali hayli yüksek…

En son İsrail ile varılan uzlaşma gösterdi ki, Türk dış politikasında bir Sultan edasıyla Balkan diyarından Hazar Denizi’ne, dere tepe düz gidilen yol, onüç yıl bir bahar sonunda bitti!

Bu uzlaşmayı ve arkasından geleceği iddia edilen Rusya, Suriye, Mısır adımlarını ise basitçe “Düşmanlarımızın sayısını azaltıp, dostlarımızın sayısını çoğaltacağız” hesabı üzerinden okumak eksik kalır.

Zira olup bitenler, özünde, AKP’nin düşman bellediklerine karşı dost bulma çabasına işaret ediyor.

Hal böyleyken, Başbakan Yıldırım ne derse desin, günün sonunda dost saysının mı yoksa düşman sayısının mı daha yüksek olacağı meçhul.

Ama bugün itibariyle görünen o ki, İsrail-Türkiye anlaşmasını mümkün kılan asıl faktör İran’ın Ortadoğu’da giderek artan gücü oldu.

Peki İran düşman mı yoksa dost mu sayılacak?

İsrail’in İran’ı neden yaşamsal bir tehdit olarak gördüğü sır değil.

Fakat Türkiye’nin, daha doğrusu AKP’nin İran’ı henüz nereye koyacağından İsrail kadar emin olduğunu söylemek zor.

Her şeyden önce AKP’nin özellikle son üç yılda olduğu gibi bugün de bir Şii-Sünni rekabeti üzerinden İran’la düşman olmayı göze alacağını düşünmek yerinde olmaz.

Nihayetinde idealist/ideolojik Davutoğlu politikalarının yerini alan Erdoğan pragmatizminin, deyim yerindeyse, kendi paçasını kurtarmaktan başka bir derdi yok…

Dolayısyla, İran’ın örneğin Suriye’de Türkiye ile ters düşmesinin ya da Irak’ta mevcut askeri ve siyasi nüfuzuyla Türkiye’ye kımıldayacak yer bırakmamasının AKP için yaşamsal bir tehdit oluşturduğu söylenemez.

Bilakis, dert paçayı kurtarmak olduğundan, İran’ın dünya piyasasıyla entegrasyonundan ve yeniden inşasından en fazla nemalanacak ülkelerin başında Türkiye’nin bulunması, ilişkilerin önünü açıyor. Bu yıl içinde bir biri ardına gerçekleştirilen ekonomik temaslar sonunda hedefin, 9 milyar dolarlık ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarmak olduğu açıklandı.

Öte yandan, Arap gazetelerine göre İran’ın arabuluculuğu ile Türkiye ve Suriye Cezayir’de bir görüşme bile yaptı…

En son Rusya’yla sağlanan yakınlaşma da hesaba katılacak olursa, Türkiye-İran ilişkilerinin gelişmesi önündeki engeller bir bir ortadan kalkıyor.

Ama sözkonusu Kürtler ve Kürdistan olduğunda durum farklı.

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye-İsrail anlaşmasının en azından zamanlamasını tayin eden en önemli faktör de bu.

Zira bundan tam 20 yıl önce Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir milat kabul edilen anlaşmalar da benzer bir iklimde kotarılmıştı. Türkiye’nin Kürt sorunu bağlamında yine yakıcı bir şiddet sarmalının içinden geçtiği ve uluslararası alanda tıpkı bugünkü gibi yalnızlaştığı, fakat aynı anda ABD’nin Körfez Savaşı sonrasında Irak’ta acz içine düştüğü ve İran’ın Bedir Tugaylarını Hewler’e (Erbil) kadar gönderdiği bir dönemde, Türkiye ve İsrail arasında birbiri ardına anlaşmalar imzalandı.

Israil’in hedefi yine İran’dı. Ama Türkiye adına anlaşmaya imza atan iktidarın büyük ortağı ve AKP’nin selefi Refah Partisi’nin İran’la bir sorunu yoktu. Diğer yandan, siyasal iktidarı elinde bulunduran asıl güç Türk Silahlı Kuvvetleri’nin İran’ı bir tehdit olarak köpürtmesinin ise aslında bir iç politika meselesi olduğu herkesin malumuydu. Yani Türkiye’nin hedefi bugün olduğu gibi o gün de Kürdistan’dı.

Ve 1996 yılında imzalanan Askeri Eğitim ve İşbirliği anlaşması ile bir yandan Türkiye’nin hava sahası İsrail savaş uçaklarına açılırken, bir yandan da F-16’ların modernizasyonundan istihbarat paylaşımına kadar uzanan geniş bir yelpazede ortaklıklar kuruldu.

Nihayetinde İran bir süre daha kendi sınırlarının dışına çıkamadı.

Türkiye’nin güçlenen askeri kapasitesi karşısında dayanamayan PKK Kandil’e çekilirken, Türk Sihalı Kuvvetleri Irak Kürdistanı’na kadar girdi ve yerleşti. Bu arada Şam’da Abdullah Öcalan’a düzenlenen suikast, bu işbirliğinin neredeyse yegane başarısızlığı olarak kayda geçti.

Bugün yapılan anlaşmaya ilişkin haberlerin satır aralarında ise aynı işbirliğinin aktifleştirileceği muştulanıyor…

Peki yine aynı sonucun alınması beklenebilir mi?

Her şeyden önce 1990’lı yıllarda olduğu gibi İran’a karşı cephe alan bir ABD yok. İran, bugün Ortadoğu’da tayin edici rol oynayan iki aktörden biri olan Rusya’yla müttefik olarak, ABD’yle ise aynı tarafta hareket ediyor.

Bu bağlamda, Türkiye’nin ve İsrail’in artık Batı’nın Ortadoğu’daki imtiyazlı ortakları olmaktan çok, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’e “ Sorun düşmanlarımız değil, müttefiklerimiz“ dedirten ülkeler kategorisinde bulunduğu unutulmamalı. Bu haliyle, Türkiye-İsrail anlaşmasını kaçınılmaz bir dayanışma olarak okumak da mümkün. Öyle ki İsrail, bu süreçte ABD ile ilişkileri bozulan bir başka müttefik, Suudi Arabistan’la bile yakınlaşır oldu.

Zaten İran da bu gerçeğin farkında olarak, 1990’lı yıllarda özellile Irak’ta oluşan boşluktan faydalanamamanın acısını çıkarıyor…

ABD’nin, bir yandan Abadi hükümetini bir yandan da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni güçlendirerek İran’ı sınırlama çabası bir vaka, fakat özellikle Abadi hükümeti üzerinden bu çabasında çok da başarılı olamayacağı açık.

Zira daha geçenlerde Başbakan Abadi, Felluce operasyonu dolayısıyla resmi tebrikleri kabul ederken, İran’a bağlı Haşdi Şabi güçleri operasyon bitene kadar giremedikleri şehrin merkezine doğru zafer yürüyüşü yapıyordu.

Ezcümle, ABD, kimi zaman katliam kimi zaman sürgün yoluyla Irak’ın Doğu ve Güney bölgelerinin Sünnilerden arındırılmasına ve yerine İran eliyle Şiilerin yerleştirilmesine seyirci kalmaya devam edecek görünüyor.

Ancak, Irak Kürdistanı bağlamında aynı kayıtsız tutumdan bahsetmek zor. İran’ın Süleymaniye ölçekli bir operasyonla Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni siyasi istikrarsızlığa sürükleme ve hatta bölme girişimleri karşılığını İran Kürtleri’nin ayaklanmasıyla bulacak gibi. Son iki hafta içinde merkezi Irak Kürdistanı’nda bulunan KDP-İran ve Devrim Muhafızları arasında çıkan çatışmalarda 20’yi aşkın İran askeri hayatını kaybetti. İran bunun üzerine KDP-İran’a bağlı Kürtlerin yaşadığı Hewler’e 60 km uzaklıkta bulunan Sineqan’ı bombaladı, ama Kürt kartını Şii kartı kadar rahat kullanamayacağı mesajını da aldı.

Bu çerçevede not edilmesi gereken bir başka önemli gelişme ise Peşmerge Bakanlığı’na bağlı peşmergelerin maaşlarının Kongre’nin aldığı KBY’ye doğrudan askeri yardım kararı gereği ABD tarafından ödeneceği açıklaması oldu. Burada ‘Peşmerge Bakanlığı’na bağlı peşmergeler’ vurgusu önemli, çünkü IŞİD saldırıları öncesi sayıları yalnızca 12 bin olan Bakanlık’a bağlı peşmerge sayısı, ABD’nin yürüttüğü eğit-donat programı sırasında 56 bine çıktı. Yani ABD Kürtlerin kendi başına bir türlü beceremediği silahlı güçlerin birleştirilmesi konusuna doğrudan müdahil olarak, iki yılda önemli bir mesafe alınmasında bizzat rol üstlendi.

NATO Genel Sekreteri Ashton Carter’ın bundan böyle NATO’nun İŞİD’e karşı mücadelede daha doğrudan bir rol alacağı ve Ürdün’den çok Irak’ta eğitimlere ağırlık vereceğini açıklaması ise gelişmelerin KBY lehine seyretmeye devam edeceğinin bir başka göstergesi.

Bu tablonun Suriye Kürdistanı ölçeğinde bir okuması yapıldığında da farklı bir sonuç çıkmıyor. Mınbiç operasyonu en somut örnek…

Lafı eğip bükmeden söyleyecek olursak, Türkiye sonunda YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesine razı oldu/olmak zorunda kaldı. Hatta iddialara göre CENTCOM Komutanı Votel’in ziyareti sırasında İncirlik’te YPG temsilcileriyle aynı masaya da oturdu.

Son tahlilde, AKP az gitti uz gitti, dere tepe düz gitti, 13 yıl bir bahar sonunda uyandı, ama anlaşılan tarihlerin 1996’yı çoktan geçip 2016’ya geldiğine hala ayılamadı…

Bugün İsrail, yarın Rusya, belki bir sonraki gün Mısır ile ilişkilerin ‘normalleştirilmesi’nin, hem AKP’nin hem Türkiye’nin yararına olduğuna hiç şüphe yok.

Şüpheli olan ‘normalleşme’den neyin anlaşıldığı?

Eğer Kürtler konusunda keyfine göre hareket etme rahatlığıysa, anlaşılan…

O devir geçti.

Dostunuzu, düşmanınızı bunu bilerek sayın.

Arzu Yılmaz – birikimdergisi.comarzu yılmaz

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.