Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Kayalıklarda sohbet – Rojjin Mamuk

0

Güneş her zamanki gibi yeni bir gün doğurmuştu. Doğumun yorgunluğundan mı dünyaya olan uzaklığından mı bilinmez ışığı henüz çok cılızdı. Bu yorgun ve cılız  ışık değdiği her yeri adeta kurşuni bir griye boyamıştı. Havada ise büründüğü  renge yakışırcasına tatlı ılık bir nem, taze yosun ve tuz kokusu vardı. Bilen bilirdi ya lodosun huyuydu bu, önce ılık nemli esecek ardından belli ki yağmuru bırakacaktı. Öte yandan salına salına kayalıklara çarparak beyaz bir köpüğe dönüşen küçük dalgaların sesi ve arada bir duyulan gemi sirenleri dışında ortalık oldukça sessiz sayılırdı.

Karabatak o sabah da adeti olduğu gibi erkenden uyanmıştı. Keskin kayalıkların arasına kurduğu yuvasından çıkmış, gökyüzünü ve denizi seyrediyordu. Artık avlanma vakti de gelmişti. Havalanmadan önce yosun, çer ve çöpten yaptığı yuvasına bir kez daha göz attı.  Niyeti maviye çalan iki yumurtasını görmekti. İstediği olunca gönül rahatlığıyla havalandı.

İnsan lisanıyla söyleyecek olursak aylardan Şubat idi ve Zeytinburnu denen bu kıyıda bu vakitler bol bol balık olurdu. Karabatak  balıkların yoğun olduğunu  bildiği yere varınca usulca alçalmaya başladı. Önce perdeli ayakları ardından gövdesi suya değdi. Hemen dalmak yerine kendini küçük dalgalara bıraktı. Dalgaların üzerinde salınırken deniz analarının huşu içindeki danslarını izlemek her zaman hoşuna gitmişti. Sonra hiç beklenmedik bir anda yakından geçen balık sürüsünü fark edip suya daldı ve gözden kayboldu. Bir daha göründüğünde nerdeyse daldığı yerin elli metre ötesinden çıkmış yakaladığı balığı afiyetle yutmakla meşguldü. Birkaç kez daha dalıp çıktıktan sonra yorgunluğunu hissetmiş olacak ki gözleri karşıki kayalıklara takıldı.

foto 1

Dinlenmek  için son bir kuvvet  havalanıp kayalıklara doğru uçmaya başladı. Tam konacağı yere yaklaşmışken o da ne? İşte yine o! Oradaydı. Pastan sararmış gibi duran kayanın üzerine oturmuş,  gözleri derinlere dalmıştı. Neden hep  aynı kayaya oturuyordu ki?  Yoksa ona bir şeyler mi anlatmak istiyordu? Eee bunu sormadan öğrenmek mümkün değildi elbet. Ancak merakına kurban gitmek de vardı işin ucunda.

Karabatağın gördüğü şey, tombulca sayılabilecek, kahvemsi parlak uzunca tüylü, hınzır bakışlı, oldukça kibirli bir kediydi. Sonunda Karabatak merakına yenik düştü ve kedinin üç kaya ötesine kondu. Konar konmaz kanatlarını kuruması için genişçe açıp birkaç kez çırptı ve geri topladı. Arkasını denize ve yükselen güneşe, önünü kediye dönmüştü. Karabatak çok iyi biliyordu ki kedilere güven olmazdı. Bu nedenle tedbirli olmalı ve mesafeyi korumalıydı. Ola ki kedi saldıracak olursa, onu pişman edinceye kadar  gagalayacak sonra havalanıp uçacak ya da denize atlayıp kurtulacaktı. Karabatak kendine çok güveniyordu güvenmesine ya biraz da kediyi küçümsüyordu sanki. Ona göre ne de olsa bu mırnavlar o kadar da becerikli yaratıklar değillerdi. Karabatak kendi ile kedi arasında hesaplar yaparken, birden kedinin sesi duyuldu. Güvenilmez görüntüsüne karşılık oldukça sıcak bir sesi vardı.

foto 2

“Merhaba Karabatak!” dedi kedi.

Karabatak, biraz ürkek biraz meraklı paytak adımlarla öne çıktı çıkmasına ama bir cevap da vermedi. Az sonra kedinin sesi yine duyuldu.

“Hey sana söylüyorum kuş, duymuyor musun?”

“Merhaba kedi”. Nihayet karabataktan da ses çıkmıştı.

Kedi, karabatağa kurnazca bir göz attıktan sonra, “Yaklaşsana kuş, sesini duyamıyorum,” dedi.

Karabatak tereddüt içinde bir adım ve sonra bir adım daha attı.

“Şimdi duyuyor musun mırnav?”

“Yok duyamıyorum!” diye bağırdı kedi.

“O zaman nasıl cevap veriyorsun?”

“Şaka yapıyorum Karabatak. Duydum seni. Yanıma yaklaş da konuşalım.”

Karabatak yine uzaktan uzağa sordu.

“Ne düşünüyorsun kedi? Neden böyle dalgınsın?”

“Çok karışığım”, dedi kedi, “çok derdim var, ondan…”

“Hay Allah!” dedi Karabatak, “Ne derdin var? Söyle, yardım edeyim.”

Kedi çok öfkelenmişti ve bütün hiddeti ile çemkirdi.

“Sana ne derdimden? Arkadaşım değilsin, dostum değilsin, üstelik bir kedi bile değilsin, sarsak kuş!”

foto 3

Karabatak büyük bir pişmanlık ve utanç ile sustu. Gururu kırılmıştı bir kere ama kediye de hak vermişti doğrusu. Ona neydi ki bu mırnavın derdinden. Onun derdi ile bugüne kadar kim ilgilenmişti ki? Göğsünde madalyon gibi taşıdığı bu yara izini kim sormuştu? Kimse… Oysa ona bu hayatta bildiği her şeyi öğreten arkadaşının, denizde serseri mayın gibi dolaşan hayalet bir avcıya dolanıp, metrelerce derinliğe sürüklenmesi daha dün gibiydi. Onu kurtarmak için elinden ne geldiyse yapmıştı. Ta ki göğsündeki derin yara açılıncaya kadar. Artık göğsü kanadıkça arkadaşı derine, daha derine sürükleniyordu…

Kedinin derdi bundan daha mı büyüktü? Hayır! Durum ortadaydı. Mırnav konuşmak değil, onu tuzağa düşürüp afiyetle yemek, arta kalanı da yuvasına götürmek niyetindeydi. Kısacası kendi ve ailesi için karabatağı kurban seçmiş olmalıydı. Ama ya Karabatak yanılıyorsa?

Karabatak yine sordu.

“Pisi, madem benimle konuşmayacaksan yanına niye çağırıyorsun?”

“Özür dilemek istiyorum” dedi, kedi kibirli tavrıyla, “biliyorum kırdım seni Karabatak. Yaklaş kayama, korkma benden ama soru da sorma!”

Karabatak daha güvende olacağını bildiği için kediyi kıyıya doğru çekmek istiyordu.

“Sen yanıma gelsene kedicik. Hem soru sormadan dost musun yoksa düşman mı nerden bileceğim?

resim4

Olan yine olmuştu. Karabatak soru sormuş kedi de sinirlenmişti. Peki kedi gerçekten karabatağın düşündüğü kadar  acımasız bir avcı mıydı? Aslında evet. Hayatta kalmak  için yemeliydi. Üstelik beslemesi gereken yavruları da vardı. Karabatağı yakalayıp yemek istemesi pek tabiydi. Nihayetinde balıklar için de  Karabatak yaman bir avcı değil miydi? Üstelik kedinin tek derdi açlık da değildi. Yavru bir kediyken götürüldüğü evden, sahiplerinin  doğan bebeği yüzünden atılmasını bir türlü unutamıyordu. Sokaklarda bir ev kedisi, üstelik tırnakları sökülmüş, savunmasız, çaresiz ve kırgın. Çok zaman geçmiş olmasına rağmen yaşadıklarını onu anlayacak birilerine anlatmaya ihtiyacı yok muydu? Evet vardı. Her canlı gibi hayata tutunmak için hem yiyeceğe hem de  iyi bir dosta ihtiyacı vardı.

Karar vakti gelmişti artık. Karabatak son bir kez daha düşündü, ardından kanatlarını açıp kapatarak havalanmaya hazırlandı. Ya uçup yuvasına gidecekti ya da kedinin yanına konacak, dost olacaklardı. Bu arada kedi de hareketlenmişti. Sabah rızkını mı yoksa yeni edindiği dostunu karşılamak için mi bilinmez…

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.

Rojjin MamukÖykü: Rojjin Mamuk

Fotoğraflar: Rojjin Mamuk

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.