Dış Köşe

Samimiyet – Defne Koryürek

0

Bu yazı haberdar.com/ dan alınmıştır

Geçen hafta detaylarını paylaştığım, 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu’nu güncellemeye yönelik istişare toplantısı, dün gerçekleşti.

Her ne kadar şikayet etsem de 1380 eski bir kanun, yenilenmesi gerek diye ve itiraz etsem de yasanın tebliğlerle yamanmasına; tebliğin yazımına yönelik istişare toplantılarını da bir o kadar önemsiyorum, zira bu toplantılar doğaları gereği yasa yapma sürecine tüm tarafları dahil etmek gibi fevkalade önemli bir pratiği barındırıyorlar bünyelerinde.

Bir önceki tebliğ, yani 3/1 numaralı diye bilinen ve korumacı politikaların öncüsü umuduyla hepimizin kucakladığı 2012-2016 tebliği için, bu bağlamda kıran kırana geçen bir istişare yaşamıştı. Tarihe geçti, şüphem yok. Bu son toplantı ise, görüş toplanması kademesinde yoğun, ön toplantıları çeşitli ancak yüz yüze tartışması biz sivil toplum gönüllüleri ve sesini duyurmakta zorlanan kıyı balıkçıları için fevkalade “uzaktan” bir deneyim oldu. Toplantıya GTH Bakanlığı uzman, denetçi ve bürokratlarının yanı sıra; su ürünleri kooperatifleri birlik temsilcileri ve üstbirlik başkanı ile bakanlığın davetiyle belirlenen bir akademisyenler topluluğu katıldı. Malesef sivil toplum gönüllülerine ve gazetecilere açık değildi.

Konunun ehemmiyeti ancak, bizi olup biteni tartmaktan, konuşmaktan geri bırakamayacak raddede. O halde, başlayalım…

Dün toplantı sırasında konuşulan ve üzerine uzlaşıldığı ifade edilen konuları katılımcılarından teyid edebildiğim kadarıyla özetleyeyim:

– Adalar bölgesinde av yasakları genişliyor. Coğrafi sınırları değişmeyen yasak alanda bundan böyle olta harici avcılık yapılmayacak.

İstanbul Boğazı ile Marmara denizinin kesişiminde yer alan Adalar, önemli meralar. Buralarda balıklar dinleniyor, besleniyor, yurtluyor ve çoğalıyor. Haliyle avcıların gözbebeği. Av araçlarının geliştiği ve avlanma kapasitesinin artmaya başladığı 80’lerden bu yana, Adalar bölgesi deniz yatağının adım adım çölleştiği ve yurtlayan balıklarda azalma gözlendiği biliniyor. Mercanları ile meşhur ve son derece renkli bir sucul hayat ihtiva eden Adalar bölgesi, bu sebeple, Bakanlığa sunulan korumacı önerilerin uzun süredir odağında.

Trol avcılığına zaten yasak olan bu bölgede 2012-2016 tebliğ döneminde gırgır ağları ile avcılık da yasaklanmıştı. Ancak denetim zaafiyeti sebebiyle bu yasak(lar) uygulanamadı. Trol ve gırgırların denetiminde gözlediğimiz zaafiyeti gidermek yerine, cezaları caydırıcı kılmak yerine… neden kıyı balıkçısının kullandığı voli ağlarına yasak getirilme yoluna gidildi, anlayabilmiş değilim.

Adalar bölgesi kooperatiflerine bağlı, herbiri 12 metrenin altında ve avlanma kabiliyeti halihazırda çok limitli olan balıkçılar ile Kartal’dan Kadıköy’e kadar tüm sahil boyunca, her bir kooperatifte üye, benzer usulle avlanan kıyı balıkçılarının Pazartesi günü, bakanlığa bir dilekçe verecekleri ve karara itiraz edecekleri konuşuluyor bile.

– Marmara’da avcılıkta, bir yıllığına ışıkla avcılık serbestisi tanındı.

İstanbul Boğazı nasıl önemliyse, ki malumunuz artık, ondan bahsederken “biyolojik koridor” diyoruz, Marmara da öyle değerli, zira bir kuluçkahane. Bu sebeple gerek İstanbul Boğazı’nın ve gerekse de Marmara’nın özel statü ile korunuyor olaması gerekirken, ışıkla avcılığa izin verilmesini aklım almadı. Özellikle hamsi avında tam bir katliama sebep verecek. O hamsi ki biz insanlardan önce yunusun, lüferin, palamutun yemi, besini… bu balıkta ışık yakarak yapılacak adaletsiz, ölçüsüz ve hürmetten uzak avcılığın açacağı yaranın önümüzdeki yıllar boyunca onarılamayacağına şimdiden söyleyebilirim.

– Gırgır kayıklarının avlanma derinlikleri bir önceki tebliğde neydiyse öyle kaldı: 24 metreden sığ sulara gırgırlar giremeyecek.

Bu özellikle İstanbul Boğazı’nda hepimizi dehşete düşüren bir ölçü. Büyükdere’den geçerken siz de şahit olmuşsunuzdur, kıyıya 20-30 metre dahi uzaklığı olmayan gırgır kayıklarının avına.. Karadeniz’in koşullarını, Ege’yi ya da Akdeniz’i uzmanına bırakmam gerek, zaten yasakların da bölgesel olması gerektiği kanaatindeyim ancak; konu Boğaz olduğunda 24 metrenin artmasını ve bu değerli biyolojik koridorun gırgır ağları ile ava tümüyle kapanmasını beklerdim. Yazık. Bu değerli su yoluna hürmetimizi ilan edeceğimiz bir fırsat daha kaçmış oldu.

– Lüferde avlanma alt limiti yine 20 cm!

İstanbul’un bir vakitler ticarete konu olan onlarca balığı, kabuklusu, böceği, yengeci ve pavuryasından kala kala ticari değeri yadsınamaz ancak bir elin parmağı balık kaldığı için, lüferin boyu, gırgır reisleri için en önemli tartışma alanı.

Lüferde avlanma alt boyu yıllar içinde bir hayli dalgalanmış. 1986’da 15 cm, 1987-1991 arasında 18 cm, 1992 sezonunda 20 cm ve ardından 1995’e kadar yine 18 cm olmuş. Hele avlanma boyunun amatöre başka profesyonele başka düzenlenmeye başladığı 1995-2011 döneminde bir de tuhaf uygulama yapılmış ki sormayın:  lüfere ayrı, çinekopa ayrı boyu tahsis edilmiş ve Pomatomus saltatrix’in avlanma alt boyu 14 cm’e kadar düşmüş. Yani, yasal olarak!

Bu dalgalanmanın sebebi akademisyenlerin araştırmaları değil, reislerin bakanlığa baskısı, deniyor, balıkçı toplantılarında. Sahiden de, sularımızda yapılmış en güncel araştırma bu balığın üreme boyunu 27 cm’den başlatıyor. Bu veriyle gündeme gelen Slow Food ve Greenpeace kampanyaları ve bu kampanyalara omuz veren kıyı balıkçıları sayesinde 2012’de av boy 20 cm’de sabitlendi ve eğer tebliğ dün istişarede üzerine anlaşıldığı şekilde imzaya gider ve GTH Bakanı Faruk Çelik tarafından da kabul görürse, lüferde avlanma boyu bu tebliğ döneminde de 20 cm kalacak gibi görünüyor. Yani, yasal olarak.

Yoksa geçtiğimiz dönemde olduğu üzere, yasa 20 cm ama tezgahlar 15-16 cm dolu olmayacak diye bir şey yok. Zira, denetim olmadan yapılan yasanın da manası yok!

– Dalyanların yenilenmesi planlanan avlanma takvimi bir geleneğin sonunu getirebilir.

Her gelenek iyi, temiz ve adil olmayabilir. Özellikle yıllar, gelişmeler bağlamında kendini tazeleme, yenileme fırsatı olmadıysa. Dalyancılık da yazık ki öyle. Nisan ayında kurulan ve Ağustos ayına kalmayan dalyanlar, bir zamanlar İstanbul’un en önemli palamut, torik, orkinos ve kılıç tedariğinin merkezleriydi. Doğaları gereği göç mevsiminde kurulur, denizin akıntılarını, balığın rotasını bilen uzman dalyancıların tertip ettiği labirentvari düzeneklere balığın sokulması ile volümlü avcılık gerçekleştirilirdi. Ancak o zaman balık bol, İstanbullu çok, çok azdı. Bugün ise İstanbul kalabalık, balık ise yokoluşa gitmekte. Marmara’dan Karadeniz’e yumurtalarını bırakma telaşı ile yüzen toriklerin yoluna çıkan bu dalyanların sadece istavrit ve çaça için kurulduğuna inanamayacak kadar da karardı tecrübelerle üstelik kalbimiz. Dolayısıyla istişareden dalyanlara dair gelen ses, bir umut oldu.

Duyumlarıma göre, dalyanların 15 Haziran’dan önce kurulmamaları hususunda uzlaşılmış. Bu, balığın önemli bir kısmının, havyarını dökmek için Karadeniz’e ulaşacak fırsatı yakalam ihtimali anlamına geliyor. İyi bir şey yani. Ama elbette, dalyancıların yaptıkları işi bereketsiz bulma ve 15 Haziran yerine hiç kurmama ihtimalleri de mevcut, bu durumda. Yani, yasal olarak değilse de pratikte dalyancılığın son yazı olabilir 2016!

Durum bu. Dün, istişare toplantısından edindiğim bilginin benim şehrim, tanıdığım denizim, tasasında olduğum balığım için değeerlendirmesini sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Bir son söz de hatırlatma olsun, sabredip ta buraya kadar okuduysanız yazımı: lüferin avlanma boyu ister 35 cm olsun, ister Adalar yasak bölgesi genişlesin, ister İstanbul Boğazı ava tümden kapansın… Yasa yapmak yetmez! Denetim ve bu denetimleri etkin kılacak caydırıcı cezalarla donatılmış yetkin denetçiler olmadıkça, havanda su dövmeye devam edeceğiz. Denizlerimiz isterse hamsi kaynasın, ışıkla avcılık gibi adaletsiz avcılıklara izin verdiğimiz sürece; gerek İstanbul Boğazı ve gerekse de Marmara, istediği kadar özel deniz alanları olsun, Kurbağalıdere’yi, Haliç’i, Marmara’ya bölgenin tüm kentsel, inşai, sınai atığını döktükçe biz, geleceğe sadece ve sadece boş bir deniz dolusu çöp bırakacağız.

Yasa yapmak gerek, evet. Katılımcı olmak, sürece iştirak ettiğimiz gibi sonrasında kritiklerimizi de esirgememek iyi, evet. Ama asıl fark bu denizi, bu sucul hayatı kendi bekamızla birleştirecek samimiyeti, aklı, niyeti ve aşkı bulabilmekte içimizde, çıkartabilmekte ortaya.… Hadi!

Bu yazı haberdar.com/ dan alınmıştır

61-defne-koryürek

 

 

DEFNE KORYÜREK / HABERDAR

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.