Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Ve eşi – Tuğba Gürbüz

0

“Tanıştığımıza memnun oldum,” diyor.

Her karşılaşmamızda yeniden tanışıyor, her defasında memnun oluyorlar. Her biri, kocamın eski arkadaşları…

Hayatımızda her şey eski zaten, kocama ait. Onun eski eşyaları, eski arkadaşları ve her zaman bizi yolda bırakan eski arabası. Buna bile söylenmiyorum.

Elini sıkıyorum kibarca. Nasıl olduğunu soruyorum, oğlunu, hasta annesini ve diğer şeyleri…

“Ah canım, biz karşılaşmıştık değil mi? Nasıl da hatırlıyorsun. Dikkat et şekerim, fil hafızası var karında,” diyerek içeri sesleniyor.

Gülüşüyoruz.

Salona geçmesini, benim masayı hazırlayacağımı söylerken çoktan yanımdan uzaklaşıyor. Dert etmiyorum. Beyaz haplarım iyi geliyor. Yataktan çıkabiliyorum. İşe gidiyorum. Hatasız günlük işlemlerimi yapıyor, müşteri şikâyeti almadan mesaiyi bitirebiliyorum. Yemek yemeyi unutmuyorum mesela. Sabit bir kuaförüm bile var. Saçlarımı hangi yöne ayırdığımı sorduklarında sağa diyorum kararlı bir sesle. Her sabah banyoda yalnızken ayna karşısında prova yapıyorum. Apartman görevlisine günaydın denecek. Servisi beklerken mahalleliyle birlikte parkın önüne kuru kedi maması bırakılacak. Çocuğunu kreşe bırakan annelere ve çocuklarına gülümsenecek, en çirkin ve mızmızlarına bile. Ve güne başlıyorum. Uzun, yorucu bir günün sonunda, misafir ağırlayacaksak, ılık bir duş alıyorum. Ve tekrarlıyorum. “Hoş geldin. Nasılsın? Rakına buz alır mısın? Ara sıcaklar geliyor. Tatlıya da yer bırakın.”

Foto- Çağlar Gürbüz (2)

Huzurevinden aranınca duşa vakit kalmadı bugün. Altına kaçırıyormuş anneannem. “Müdüre hanımın kulağına giderse…” Çaresiz gittim. Tarife artmış. 100 lira verdim her hastabakıcıya. Emekli aylığı yetmiyor bakımına. Her ay içeri giriyorum. Geçen ay on kez telefon açtılar, özledi sizi diye. Sandım ki, hatırladı. Ben konuştum, o sustu.  Ekstraymış meğer.

“Canım mezeler nerede kaldı? Öleceğiz açlıktan.”

Dün geceden pişirdiğim zeytinyağlıları masanın üstüne taşıyorum. Ekmekleri incecik dilimliyorum. Kızartıyorum sonra. Sıcakken tereyağı sürüyorum üzerlerine. Eski kaşar, tulum peyniri ve Ezine peynirini yerleştiriyorum büyükçe bir tabağa. Maaşın yarısını gömdüm şarküteri ve içki reyonuna. Keyfi yerinde Ahmet’in. CD değiştirmek için eğilince kıçının çatalı görünüyor. Kadınların gözleri kayıyor, fark ediyorum. 1-0 öne geçiyorum, sadece bu anlarda. Demlenme şarkıları dolduruyor evin içini. Her durum için bir CD’si var Ahmet’in. CD’lerin kapaklarını sesli okuyor biri. Şuh, şımarık bir sesle, “Sevişme şarkılarını dinleyelim Ahmetçiğim,” diyor.

“Siz gittikten sonra dinleyeceğiz onu.”

Bana çapkınca bir bakış atıyor, yükselen “Ooo!” sesleri arasında. Derin bir sohbete koyuluyorlar. İkili, üçlü küçük gruplar halinde. Kaç kişi olduğunu saymaya çalışıyorum. Rakı bardakları yetmeyecek galiba. Bir koşu karşı komşudan bardak ve buz takviyesi alıyorum. Mualla abla takılıyor gene.

“Bütün kadınların gözü üstünde. Dikkat et.”

Farkında değilim sanıyor. Susmam bu yüzden, hep bu yüzden oysa.

Zil çalıyor. Göz ucuyla Ahmet’e bakıyorum. Yerinden doğrulmuyor. Şehvetle anlatmaya devam ediyor.

Kapıyı açıyorum.

“Merhaba Hale. Ne güzel kokular geliyor içeriden.”

Jale diye düzeltecek oluyorum. Ne fark eder, bir dahaki sefere yerime bir başka kadın koysam, ben zanneder elini sıkar, devam ederler. Şakaklarımın gerildiğini, kalbimin daha hızlı çarptığını, nabzımın yükseldiğini hissediyorum. Ağrıyan yerleri ovuşturmaya başlıyorum.

“Ah canım, başın mı ağrıyor?”

Elini başımın dört beş santim yukarısında tutup beklemeye koyuluyor.

“Şimdi nasıl Lale’ciğim? Geçti mi?”

Kadıköy’den Hale, Lale, Jale, hepimiz gayet iyiyiz, demek istiyorum. Bunun yerine kötü bir gün geçirdim, ağrı kesici alsam iyi olacak, diyorum.

“Ne iş yapıyordun?”

“İşte kötü bir gün,” demedim oysa. Sivil hayatta da kötü günler geçirebiliyor insan, belki daha bile kötü günler…

“Bankacıyım ama işle ilgili değil. Anneannem Alz…” Sözümü bitiremeden Ahmet sesleniyor.

“Canım, buz var mı?”

Ahmet’in canı çıkasıca canı, masaya tüm istenenleri taşıyor, kadehleri kaldırıyor, boşları topluyor. Buz kalıplarına içme suyu dolduruyor. Rakı sonrası dileyene çay, dileyene bira servisi yapıyor. Meyveleri dilimliyor. Çerezleri koyuyor önlerine. Bir saat çenelerini meşgul edecek nevale hazır. Evin tek banyosuna girip kapıyı içeriden kilitliyorum. Yokluğumu ne zaman fark edeceklerini düşünüyorum. Birilerinin çişi gelene ya da içecekleri bitene kadar, belki. Kapının birkaç kere tıklatıldığını işitiyorum. Önemsemiyorum. Mermer zeminde oturmaya devam ediyorum. Hayattaki tek akrabam, huzur evinde yatıyor. Ben ise ondan kalan evde, haftanın en az üç gecesi, ismimi dahi akıllarında tutma nezaketi göstermeyen insanları ağırlıyorum. Banyo dolabını açıyorum. İlaç kutusunu tuvalete boşaltıp sifonu çekiyorum. Oturma odasına gidiyorum. Anneannemin bıraktığı gibi duruyor her şey.  Geri kalan tüm odalar, Ahmet’in evinden gelenlerle dolu. Televizyonu yerleştirebileceğim bir köşe arıyor gözlerim.

Müdürümü arayıp hafta sonuna kadar izin alıyorum. Birkaç eski dostu arıyorum. Tuğçe, iç mimar. “İki günlük iş, çok değil.  Depodan eski mobilyalar gelecek, eskisi gibi yerleştirilecek. Fotoğraf varsa, işimiz daha da kolay,” diyor. Fikrimi değiştirmemden korkuyor olmalı. Sürekli yeni mesaj yolluyor. Bu mevsimde kaplıca güzel olur gerçekten. Devre mülklerine gitme teklifine atlıyorum.

Foto - Çağlar Gürbüz

Tek laf etmeden, haber vermeden Ahmet’in eşyalarını depoya taşıma ve kilidi değiştirme planı tam olarak içime sinmiyor. Bunca yılın hatırı var. “Ne konuşması kızım!” sesi çınlıyor kulaklarımda. Herhangi bir konuşmayı beni yatağa atmasına izin vermeden bitirmem mümkün değil, biliyorum. Tuğçe haklı. Ebru halleder işin hukuki boyutunu. Sevdiğim adamdan, hukuki boyut diye bahsetmek gücüme gidiyor. Neredeyse vazgeçecekken, Ahmet’in sözlerini işitiyorum. “Bu iyi, sen bir de eski karıyı görecektin,” diyor. Bilmem kaçıncı kez boşanmasını anlatıyor gülerek, mahkemelerin gülünçlüklerini. “Kentli Adamın Mağduriyeti” Tek kişilik stand-up! Aynı bayat esprileri, kendi dışında her şeyi yok sayan tavırları midemi bulandırıyor. Anneannemle kısa kaplıca tatilimiz için birkaç kıyafeti sırt çantamın içine tıkıştırıyorum. Bir kedi gibi sessizce süzülüyorum merdivenlerden aşağı. Evin yedek anahtarı ve Tuğçe’nin istediği eski fotoğrafların olduğu bez çantayı apartman görevlisine veriyorum. Kısa açıklamalarım adamın kafasını karıştırıyor ama anneannemin döneceğine memnun.

Beni bekleyen taksiye doğru yürüyorum.

 

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.

25-Tuğba-Gürbüz

 

Öykü: Tuğba Alaybeyoğlu

Fotoğraflar: Çağlar Gürbüz

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.