Dış Köşe

Bakanlık koltuğundaki vajinalı erkek – Mustafa Alp Dağıstanlı

0

Bu yazı 5ne1kim.wordpress.com/ dan alınmıştır

Bir fetvayla başlayalım.

“Soru: On beş ya da on altı yaşındaki bir oğlan iyiniyetle namazda ön safta durmayı ister, imamsa şöyle der: ‘Arkanda namaz kılanların namazı geçersiz olur’ ve [ön safta durmasını] engellemek ister; imamın hukuken böyle bir yetkisi var mıdır?

“El cevap: Evet, adı geçen oğlan müşteha [iştah uyandıran] ise.” (Leslie P. Peirce, “Ekberiyet, cinsellik ve toplum düzeni: Modern dönemin başlangıcında toplumsal cinsiyetle ilgili Osmanlı söz dağarcığı”, Modernleşmenin Eşiğinde Osmanlı Kadınlarıiçinde)

Fetvayı veren Şeyhülislam Kemalpaşazade’ydi (ölümü 1534); aynı zamanda tarihçi ve hekimdi. Şimdi de daha önemli başka bir şahsiyete kulak verelim:

Peygamber Muhammed’e bir gün bir kabile heyeti gelir. Muhammed, bu heyetin içinde göz kamaştırıcı güzellikte genç bir oğlan olduğunu farkeder. Derhal çocuğun önünden kalkıp arkasında bir yerde oturmasını ister. Bunun nedenini soran müridlerine şu cevabı verir: “Davud’un isyanına yol açan, gözüyle gördüğünden başka bir şey değildi.”

Peygamber Davud ne yapmıştı peki? Bütün kumandanlarını ve tüm İsrail ordusunu savaşa gönderdiği ilkbaharın güzel bir gününde akşamüstü sarayının terasında volta atarken aşağılarda biryerlerde yıkanan bir kadın gördü. Kadın çok güzeldi, evliydi … sonra onu çağırttı … sonra onunla sevişti … (Hikayenin tamamını şurada okuyabilirsiniz; merak etmeyin, kısa: http://incil.info/kitap/sa2/11)

Dikkatinizi çekmiştir, peygamberlerden birini bir kadın cezbediyor, öbürü bir oğlan çocuğunun cazibesine kapılıp yoldan çıkmaktan endişe ediyor. Bize şimdi pek önemli görünüyor bu kadın-erkek ayrımı, fakat birzamanlar o kadar da belirgin bir ayrım değilmiş. Muhammed’in yukarıda andığım hadisini aktaran Dror Ze’evi’den (Müslüman Osmanlı Toplumunda Arzu ve Aşk 1500-1900) fena halde özetliyorum. Biz bugün çift cinsiyet modelinin yerleştiği bir dünyada yaşıyoruz. Halbuki eski zamanlarda tek cinsiyet vardı! O da erkekti. Bu durum, Avrupa’da da 18. yy ortalarına kadar böyleydi, daha doğrusu, böyle olduğu sanılıyordu. Kadın ve erkek, bu anlayışa göre, aynı cinsel organların farklı versiyonlarına sahipti. Bu tek cinsiyette kadın, erkeğin kusurlu haliydi. 17. yy’a ait bir tıp risalesinden şu paragraf durumu anlatıyor:

“Rahim bebeği üreten organdır. Şekli bir erkeğin penisine ve hayalarına benzer. Ama penis dışarı doğru dönüktür ve tamdır. Rahim ise tam değildir. Kadının içindedir. Bununla birlikte şekli hemen hemen penisin aynısıdır. Bazı hekimler donmuş bir penise benzediğini söyler. Bu nedenle, penis rahmin kalıbı gibidir, rahim ise penisin gömleği gibidir. Kadının hayaları erkeğinki gibidir, ama erkeğin hayaları daha büyük ve yuvarlaktır; hafifçe elips biçimindedir ve dışarıda yer alır. Kadının hayaları daha küçüktür ve hafifçe yumurta biçimindedir; vulvanın her iki tarafında yer alır.”

Evet, anlayış işte buydu. Kadın ile erkek arasında fazla bir fark yoktu, bir bütünün parçalarıydılar ve kadın kusurlu parçaydı. Cinsel arzu uyandırma konusunda da bu ‘benzerlik’ hükmünü sürdürüyordu. Ze’evi, bu meselenin nasıl derinlere (din, tasavvuf, edebiyat, gündelik kültür, rüyalar, siyasi yapı) gittiğini gayet güzel sergiliyor kitabında.

Osmanlı toplumunda erişkin erkekler arasında cinsel beraberlik sapkınlık sayılabiliyorsa da erişkin erkeklerle erkek çocuklar arasındaki cinsel ilişki normal kabul ediliyordu. Ze’evi, 17. yy Kudüs alimlerinden Deccani’nin bir risalesinden hareketle, onun ve çağdaşı alimlerin eserlerinde hem kadınların hem genç erkeklerin cazibesine kapılma konusunda bir kınamaya rastlanmadığını söylüyor. Tersine, “Genç erkeklerin cazibesine kapılmak gayet normaldi, hatta normdu” diyor. Ama Deccani bu cazibeyi tehlikeli buluyordu. Muhammed’in hadisini hatırlatıp şunu diyordu:

22

“Eğer Allah’ın hiçbir bozukluğu, kabahati ya da uygunsuz davranışı olmayan yanılmaz resulü sakalsız bir oğlanın varlığından rahatsız olup ona bakmamak için arkasına oturtuyorsa, böyle bağışıklığı olmayan bütün o insanlara ne demeli?”

Haklıydı. Şeriat’ta ve kanunlarda da kısıtlayıcı, cezalandırıcı hükümler vardı ama oğlancılık ve çocuk tecavüzleri önü alınabilen bir şey de değildi. Kanunnameler “Eğer oğlan veya kız çeken kimesnelerin…” diyerek bu suça cezalar öngörüyordu. Demek ki, oğlan kaçırmak da kanunannameye girmeyi gerektirecek kadar yaygındı. Peirce’ın dediği gibi, bir ergenlik, erkekliğe geçme konusunda önemli bir aşama olan sakal en önemli göstergeydi. “Sakalı bitmemiş genç”, cinsel cazibenin odağındaydı; sakal çıkınca artık çekiciliğini yitiriyordu erkek. Bu ‘genç erkek’ler 15-16 yaşında olabileceği gibi daha küçük de olabiliyordu tabii. Yine Peirce’ın bu sefer Harem-i Hümayun kitabında söylediği gibi, tüyü bitmemiş erkek çocukların erkeklerin oğlancılık tutkusundan korunması gerekiyordu. Babalar ve erkek çocukların varisleri çocuklarını korumaları için uyarılırdı. Küçük erkek çocuklara musallat olmanın ne kadar normal olduğunu ve normal karşılandığını 1570’lerin başında geçen şu örnek gösteriyor:

İstanbul’da oğlancılığıyla nam salmış biri tehlikeli bir hastalığa yakalanmış ve eğer iyileşirse oğlanlardan vazgeçeceğine resmen yemin etmişti. İyileşti ve yemini başına bela oldu! İstanbul ulemasına danıştı, yeminle nedamet getirdikten sonra yeminden dönmenin meşru yolu olmadığı cevabını aldı. Bunun üzerine Selanik’teki arkadaşına yalvardı, hahamlardan öğrenseydi oğlancılığa dönmesi için için bir yol olup olmadığını. Ama Yahudi din adamları da böyle bir yol olmadığını söyledi. Tarihçi Mustafa Ali’den de Katolik ve Ortodoks papazların görüşlerini alması istendi. Âli bir mektup yazıp Venedikli, Sırp ve Hırvat din adamlarına danıştığını, yeminin bozulamayacağını söylediklerini iletti. Sonra da kadınları denemesini, daha zevkli ve sağlıklı ve erkekçe olduğunu söyledi. (Tarihçi Mustafa Âli, Cornell H. Fleischer)

Bu ‘kusurlu erkek olarak kadın’ modeli yüzyıllar içinde dinle de içiçe geçti. Ze’evi, Osmanlı ulemasının beden, kadın-erkek ilişkisi ve toplumsal alan hakkındaki yorumlarının bu köhne öğretiyle uyum içinde olduğuna işaret ediyor. Ama artık 19. yy’da o modelin pabucu tıbbi olarak dama atılmıştı ve Osmanlı hekimleri de yeni paradigmayı benimsedi, erkekler ve kadınlar farklı, cinsel organ bağlantıları olmayan mahluklardı. Ama tıbbın benimsemesiyle iş bitmiyordu. Kültürel ve politik alanlar büyük ölçüde eski modele bağlılıklarını sürdürdü. Godfrey Goodwin (Osmanlı Kadınının Özel Dünyası), 19. yy’ın ikinci yarısında bile annelerin güzel yüzlü oğlanlarını, tıpkı kızkardeşleri gibi, peçeli olarak okula gönderdiklerini söylüyor. Böylece tıp ile öbür alanlar arasında gerilimli bir ilişki ortaya çıktı.

Bu arada kadınlar da toplumsal alana daha çok çıkmaya, kamusal alanda hak ettikleri yeri almaya başladı. Cumhuriyetle bu süreç hızlandı. Bugün yaşananları, çocuklara tecavüz edilmesini, bunun üstünün örtülmesini ve hala geçiştirilmeye çalışılmasını yukarıda aktardığım Osmanlı zihniyetine otomatik bir şekilde bağlamak değil amacım. Ama “Acaba?” diye sormaktan da kendimi alamıyorum. Ze’evi’nin sözünü ettiği, tıp ile kültürel-politik alan arasındaki gerilim bazı bakımlardan ve bazı kollardan devam ediyor olamaz mı? Aynen değil ama belki biraz kılık değiştirerek, yeni şartlara ve zamana uyum sağlayarak…

23

AKP içinde bir damarın da dahil olduğu, tarikat şeyhinden ilköğretim öğretmenine, vakıflara, derneklere, fertlere uzanan bir yelpazede ‘kusurlu erkek olarak kadın’, bir bütünün iki parçası olarak kadın-erkek modeli hükmünü bir şekilde sürdürüyor gibi görünüyor. Başta Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan olmak üzere AKP ekibinden ve tabandan çıkan kadınla ilgili sesler bunu çağrıştırıyor çünkü. Bu sesler kadının anne olduğunu, evinin hanımı olmasının tercihe şayan olduğunu söyleyip duruyor, bu konumları yüceltiyor. Kadını cinselliğinden soyuyor, erkekten ayrı ve bağımsız bir varlık olarak göremiyor. Tıp ne derse desin! Kadının ne olması gerektiğine de, başka bir sürü şeyde olduğu gibi, bizzat Sultan Recep karar vermek istiyor, veriyor.

Tam da bu noktada Ze’evi’nin işaret ettiği, (erkekler için diyorum) ‘G noktası’ndan çok çok daha önemli bir noktaya dikkat kesilmek gerek. İki cinsiyetli model Avrupa’da da yavaş gelişti. Üstelik, temeli büyük ölçüde tıbba dayanmıyordu. Tıpla da ilişki içinde olan siyasi ve toplumsal değişimler yolu açtı, itici güç olarak rol oynadı. İki cinsiyetli model, kadınların politik ve kamusal alana katılması, toplumsal varlıklarını pekiştirmesi için verilen mücadeleden doğdu. Kusurlu erkek olarak tek cinsiyet modeli kadının özgürleşmesi önünde bir engeldi. İki cinsiyetli model, bu mücadele zemini üstünde tutundu, kök saldı.

Osmanlı’nın son dönemlerinde kadınlar daha çok görünmeye başladı, Cumhuriyet’le birlikte de bir atılım oldu, ama dinin içine işlemiş o tek cinsiyet zihniyeti öyle kolayca yokolacak bir şey de değil. Bir de bu zihniyeti sahiplenen, dindar nesiller yetiştirmeyi şiar edinmiş bir siyasi ekibin güçlü bir şekilde uzun süre iktidarda kaldığı dönemlerde o eski kusurlu model biraz daha canlanıyor muhtemelen.

Böyle olmasa bir bakan, kadın olsun olmasın, nasıl “Bir kereden bir şey olmaz” diyebilirdi tecavüze uğrayan çocuklar karşısında? O Ensar Vakfı’ndakiler böylesine normal nasıl karşılayabilirdi? Ancak türkişi olabilecek bir pişkinlikle olayın üstü nasıl örtülmeye, böyle feci ve zincirleme bir eylem nasıl azımsanmaya çalışılırdı? Bunların ‘kadim’ Türkiye rezillikleriyle, bozukluklarıyla ilgisi var tabii, ama galiba o cinsel paradigmayla da bağlantısı var.

Yani, o kadın kotaları falan var ya, onlar gözümüzü boyamamalı. Kadın bakan diye önümüze çıkardıkları, en rezilinden bir erkek çıktı işte. Birçok kadın köşeyazarından ve şimdi de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’ndan da gördüğümüz gibi vajinayla da erkek olunabiliyor.

Bu yazı 5ne1kim.wordpress.com/ dan alınmıştır

Bu yazı başlığına gelen eleştiriler ile ilgili gazetemizde yayınlanan diğer yazılara buradan ulaşabilirsiniz

21

 

Mustafa Alp Dağıstanlı

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.