Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Kokuya özlem

0

Bu kadar dibe vuracağını bilmiyordu. Senelerdir umarsızca ciğerlerine doldurduğu bu havadan vazgeçmeye hiç bu denli yakın hissetmemişti kendini. Biliyordu, şu içini durmaksızın kemiren kurdun artık açlık sınırına yaklaştığını, patolojik bir vaka olarak kullanıcısı olduğu tüm o kimyasal preparatların bu kurdun gıda hakkına göz diktiğini ve onu başkalarının üzerine salmamak için her yeni günde kendini telkin etmesi gerektiğini, bunların hepsini uzun zamandır biliyordu elbette. Ama o hiçlik hissi…

“Evet, birazdan o gemiye binip saatlerce sadık yarimin kollarında olacağım. Hem de beleşe!”

Kendi olmaktan kaçamamanın yarattığı dört duvarın üzerine çıkıp etrafı şöyle bir kolaçan etmek amacıyla. Parasızlık da önemli idi tabii bu noktada, giriştiği anlamsız işlerden biri ona hem 400 İsveç Kronu hem de gidiş dönüş toplam sekiz saatlik deniz yolculuğu kazandırmıştı. Denize tapıyordu. Tek yapması gereken birkaç saatliğine bir deniz taşımacılığı firmasının tatbikatında yaralı olarak yerde yatmaktı. Sirenler çalar çalmaz içeri bir miktar duman verilecek, sonrasında da çok gelişmiş ülkelerin pek gelişmiş ekipleri elbette gelip kendisini kurtaracaktı. Askerlik yan gelip yatma yeri değildi ama şu figüranlık bildiğin öyle bir yerdi. Daha önceleri de çeşitli dizi sahnelerinde arkadan geçen kırmızı başlıklı kız, ufka dalan kız ve kişisel seyahat blogları için çıkmaz İstanbul sokaklarında puslu bakış olmuş, bunları saat başı ücreti en dolgun işler olarak addetmişti. Nitekim insanın hâlihazırda gerçekleştirdiği eylemlere bir karşılık alıyor olması; bu, para, bir demli çay ve hatta bir gemi bileti olabilir, güzeldi.

O sabah güzel bir sabahtı, kokulu sabahları seviyordu zira. Kokular önemliydi, zihninin en derinlerine kaçmış anıları bulup çıkarırdı. Basit kokulardı bunlar. Olur olmaz yer ve zamanlarda karşısına çıkıyor, içini ısıtıp o bitmeyen ve neye olduğu bile belli olmayan özlemi tetikliyordu. Şu sıra favorisi yanmaya yakın kızarmış ekmek ve kahve kokusuydu. O koku, senelerini geçirdiği, kel başa şimşir tarak iç mekân tasarımına sahip öğrenci evinin müzmin kokusuydu. Şimdi, bu steril ve zamanın durduğu yerde, bu kokuydu ona her sabah düşünseli görevi gören. Pazarları da bu yüzden severdi mesela, birbirine karışan sebze, meyve ve çay kokusu kadar güven veren az şey vardı. Ve yine bu yüzden, bu İskandinav yeşili onu büyük hayal kırıklığına uğratmıştı, hiçbir şey kokmuyordu. Nedenini anlamak için bir süre bitkibilim veri kaynaklarını tarayıp, bitkilerin ılık ve nemli ortamlarda daha çok koku saldığına dair bilimsel açıklamaları okuyunca Kuzeyliler için pek üzülmüştü. “Evet, zenginler ama yaşamın en incelikli yanı eksik işte… Hayatı koklamadan olur muymuş öyle…” Sözcüklere dökemediği şeyler vardı içinde. Ruh hali böyle kokusu bol anlarda yükseliyor ama aynı hızla düşebiliyordu. Sonra bir de, özlediklerine durduk yere, “Bugün ekmek kızarttım ve seni çok özledim,” derse o duygular aynı değerde kalmaz gibi geliyordu. Yine de, o gün kokusu bol, denizi bol bir gün olacaktı.

1

Nasılsa yolculuk bedava, şımarmaya hakkım var mantığıyla kendine geminin free shop’undan kerli ferli bir çikolata bir de küçük şişe kırmızı şarap ısmarlamıştı. Kendine bir şey ısmarlama fikri hoşuna gidiyor, bağımsızlık hissini güçlendiriyordu. Gemi, günübirlik bu turları ucuz içki stoğu yapmanın bir fırsatı olarak gören -ki Nordik ülkelerde alkol epey pahalıydı- yetmiş yaş üstü bir yolcu kitlesine sahipti. Yol boyu kahve içip, kannelbulle yiyen, çok sıkılınca kalkıp kumar makinelerine yüzlerce Kron yatıran insanları izlemekten gına gelince güverteye çıkıp bir sigara sarma, deniz tuzunu içine çekme ihtiyacı duydu. Böyle anlarda, önünde uçsuz bucaksız uzanan denize, yani can dostuna herkes sırtını döndüğünde, “Ama bu, yeryüzünün en güzel şekli!” diye haykırmak istiyordu. Tipik İskandinav rüzgârı eşliğinde kasvetli takımadaları seyre daldı bir süre, yosun kokusu taradı burnu, yoktu. Yoktu, çünkü orası Kuzey Denizi’ydi. Yani kuzeydi. Yani soğuk. Temel coğrafya bilgilerini yokladı, evet, sıcak iklimlerde su buharlaşır deniz suyu tuzluluk oranı artardı. Bu lanet yerde her şey kokmaktan vazgeçmişti. İçi sıkıldı, içeri girdi.

Sevimsiz nimbostratüs bulutları oradaydı işte yine. Boğucu derecede yere yakın. Yolculuk hiç bitmeseydi keşke. İçindeki ışık özlemi hiç bitmeyecekti çünkü. Hiçlikle baş etmenin bir başka yoluydu özlemlerden kurulu bir bellek yaratmak.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.

2-Özge Geyik

 

 

Öykü ve Fotoğraf: Özge Geyik

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.