Dış Köşe

Böylesi ‘birlik’ ve ‘beraberliğe’ hiç de ihtiyaç duymadığımız şu günlerde… – Murat Sevinç

0

Murat Sevinç’in bu yazısı www.diken.com.tr sitesinden alındı

Özellikle sol ve Kürt siyasi hareketini temsil eden partilerin kapatma davalarında AYM’nin sıklıkla başvurduğu, doğruluğundan kuşku duymadığı için kullanmaktan pek zevk aldığı bir tespiti vardı: ‘Devlet tektir, ülke tümdür, ulus birdir.’

AYM’nin bu ifadesi, Anayasa’da hükme bağlanan ‘devletin ülke ve milletiyle bölünmez bütünlüğü’ ilkesinin yargı tarafından sloganlaştırılmış haliydi. Genç hukukçu arkadaşlar bilemeyebilir; yaşlı kuşak içindeki bir kesim bu kararları yıllarca ‘dümteka kararlar’ olarak andı!

Tabii AYM’nin söz konusu ‘slogan’ı, yüz küsur yıllık ‘ulus devlet’ inşa çabasının, yargı kararlarına yansımış hali: Kesinlikle Batıcıyız, muhakkak Atatürk milliyetçisiyiz ve elhamdülillah Müslümanız. Muteber yurttaşlığın ‘olmazsa olmaz’ ilkeleri!

Tabii son çeyrekte hayli dönüştü bu ilkeler. Her derde deva ‘Atatürk milliyetçiliği’ni aşan ırkçılık gösterileri ve ‘Diyanet Müslümanlığı’ndan öte, kalın koyu bir din perdesi hemhal olmuş durumda. Anlayacağınız ‘Şah iken şahbaz olmuş’ bir memleket ahalisiyle karşı karşıyayız.

Zamanın ruhu

cizre2015Geçen hafta bir günlüğüne gittiğim Ankara’nın güzelim ilçesi Baypazarı’nda bir sokakta, duvar üzerine ve herkesin görebileceği şekilde şu ifadeler nakşedilmişti: ‘Hedef Turan, Rehber Kur’an.’

O duvara yazılama yapan (muhtemelen) genç insanların Kuran’ı ve Turan’ı bilmediklerini, ne yazdıkları konusunda fikirleri olmadığını tahmin etmek güç değil. Buna mukabil sözcükleri, halkın kendileri gibi düşünmeyen kesimine verilmiş çok açık bir mesaj.

Hiç kimse karşı çıkmamış, hiçbir kamu görevlisi gidip duvarı temizlemeye girişmemiş. ‘İfade özgürlüğü’ne bu ölçüde saygı gösterilmesi alışık olduğumuz bir durum değil takdir edersiniz! Duvardaki yazı, zamanın ruhunu yansıtıyordu ne yazık ki ve bu ruh, demokratikliğiyle onur duyulacak bir ruh değil.

Kimle bir olunacak?

Böyle zamanlarda çok işitilen sloganlardandır, ‘milli birlik ve beraberlik.’ Hâl böyleyken, ‘milli’ olanın ve o ‘milli’nin kimlerden oluştuğunun anlaşılması gerekir.

Burada, ‘Milli nedir?’, ‘Millet kimdir?’, ‘Nasıl millet olunur?’, ‘Türkiye halkı millet olmayı başarabilmiş midir?’ türü konularda gevezelik yapacak değilim. ‘Ulus’ olmayı pek de başaramadığımız, hatta ‘toplum’ olma vasfımızın dahi tartışmalı olduğu ortada. Paris saldırıları karşısında Fransız ulusunun ya da örneğin 11 Eylül ardından Amerikalıların verdikleri tepki ve gösterdikleri duyarlılık, nasıl ‘ulus’ ve ‘toplum’ olunur konusunda sanırım iyi kötü fikir veriyor.

Dolayısıyla asıl mesele, içi boş, hiç kimseyi ikna etmeyen birlik/bütünlük çağrıları karşısında Türkiye için ‘bir’ ve ‘bütün’ olma talebinin içeriği üzerine biraz kafa yormak. Hangi konuda ‘bir’ olunacak? Kimler ‘bir’ olacak? Ne için ‘bir’ olunacak? ‘Bir’ olmak gerekli midir? ‘Bir’likten kasıt devlet ideolojisi içinde erimek, Başbakan’ın ürkütücü ifadesiyle ‘devlet-millet kaynaşması mı’dır? Demokratik sistem, ‘kaynaşmama’ özgürlüğü değil midir? Herhalde bu ve başka sorular üzerinde düşünmeli.

Bu satırların yazarı, bu satırları yazdığı için kendisini bir kaşık suda boğabilecek birileriyle, neden ve nasıl ‘bir’ olsun?

Cenazesi bir hafta yolda bekletilen bir yurttaş, güzelim çocuğunun ölü bedeni kokmasın diye buzdolabında saklamak zorunda kalan anne, kiminle ve neden ‘bir’ olsun?

Her başı sıkışan sahtekârın, paçasını kurtarmak için ‘Ermeni’ ya da ‘Yahudi’ komplosundan dem vurduğu bir memleketin Ermeni ve Musevi yurttaşları, kiminle ve neden ‘bir’ olsun?

Öldürülen örgüt mensuplarının sünnetli olup olmadığına dair yorum yapan, çok affedersiniz ‘şey’ mütehassıslarının cirit attığı bir memlekette, farklı inanç mensupları kiminle ‘bir’ olmayı, neden istesin?

Üslubu beğenilir ya da beğenilmez, nihayetinde bir barış ve müzakere çağrısı olan metne imza attığı için canına okunan, işinden gücünden olan, hedef gösterilen bilim insanları, kendilerine bunu yapan yurttaş, komşu, öğrenci ve yöneticiyle nasıl ve neden ‘bir’ olsun? Üç günde yaşamları karartılan insanlar, kendilerinin kanıyla duş almak isteyen ve onu alkışlayan yurttaş kesimiyle hangi zeminde, ne için ‘birlik’ sergilesin?

Memleketin bir yerinde kan akarken, akan kana türlü mazeret bulan yurttaş ile kanı dökülen, çoluk çocuğu, tanışı, sevdiği ölen yurttaş, nerede ve nasıl ‘bir’ olsun?

Asker ölmesin, sivil ölmesin, Kürt ve Türk ölmesin, hiç kimse ölmesin ve uygar topraklarda bu sorunlar nasıl çözülüyorsa ‘o’ yollar izlensin diyen insanlara ‘hain’ diyen ile o ‘hain’, nasıl olup bir masada çay içsin? Ne için ‘bir’ olsun?

Ne yazılırsa yazılsın, kim hangi konuda bilgi vermeye çalışırsa çalışsın, hangi akademisyen ya da gazeteci görüşlerini paylaşmaya çabalarsa çabalasın… Eğer iktidara muhalif bir şeyler söyleniyorsa muhatap olunan küfrün, edep dışılığın, hakaretin, iftiranın müsebbipleri ile nasıl ve neden ‘bir’ olunsun?

Aynen Özal ve Evren dönemi gibi, aynen 30 yıl öncesi gibi… Gazeteciler içerideyken ‘İçeridekiler gazetecilikten tutuklanmadı’ diyenlerle, yüzlerce gazeteci işsiz kalmışken hala basın özgürlüğünden söz edenlerle, hangi konuda ‘bir’ olunabilir? Neden olunsun?

Benim sevdiğimin, eşimin dostumun, bombayla parçalanmış tanışımın güzelim bedenini yuhalayan, söven insanlarla neden bir olunsun? Ve nasıl? Şart mıdır?

‘Cizre’de 60 leş’

Nereden çıktı bu satırlar, neden yazıldı biliyor musunuz? Türkiye’yi bilmemekten, yurttaşı tanımamaktan, ırkçılığın ve dinciliğin nedenlerinden habersizlikten değil tahmin edersiniz. Tahammülsüzlükten yazılıyor. Dayanamamaktan yazılıyor. Baş ağrısından yazılıyor.

Yazılırken, Cizre’de, o bodrumda ya da başka bodrumlarda kim var kim yok, kim ölü kim sağ bilinemiyor. Şu ‘Bilinemiyor’ sözcüğünün dahi ırkçı küfürlere muhatap olduğu bir memleket atmosferinde, oraların bodrumlarında kimin başına ne geldiği anlaşılamıyor.

Ama bunların hiçbiri değil aslında okuduğunuz savruk cümlelerin gerekçesi. İki gece önce, internette yayılan bir haberin neden oldukları. Cizre’deki bir bodrum katta, ‘60 kişi öldürüldü’ şeklinde bir haber düşüyor. Sonra birilerinden duydum ve fark ettim ki, haber üzerine Twitter’da konuşulanlar arasında bir ifade, ‘en çok paylaşılan konu’ madalyasını kazanmış: ‘Cizre’de 60 leş…’ Binlerce kez paylaşılmış. Arama motorunda şöyle bir baktım bazı paylaşımlara, bir iki dakika dayanabildim ve sosyal medyada olmadığım için ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Örneğin birileri, yanmış insan bedeni fotoğrafının altına, ‘Bodrum güneşi’ vs. yazmıştı.

O gece, ne olduğu bilinmeyen, ne olduğu halen tam olarak bilinmeyen Cizre’den gelen, geldiği ‘varsayılan’ haber üzerine, yalnızca birkaç saat içinde on binlerce yurttaş, ‘Cizre’de 60 leş’ başlığıyla nefret kusmuş… İnsana ‘leş’ deyiveren inançlı ve milliyetçi yurttaş… ‘Yahu bu yaptığın olacak iş mi?’ denildiğinde, ‘Onlar insan değil terörist, gebersinler, sen de geber’ diyen, mütedeyyin ve milliyetçi yurttaş… Çocuğu askere gitmesin, gidiyorsa da ‘iyi’ bir yere gitsin diye kırk takla atıp istisnasız tümü yoksul aile evladı askerlerin cenazelerinde naralar atan, dindar ve milliyetçi yurttaş… Özellikle son yıllarda, aslında yaşamında ‘cüzdan’ı dışında hemen hiçbir temel ‘kaygı’sı, hiçbir ‘değer’i olmadığını defalarca kanıtlamış yurttaş…

İşte yazının gerekçesi bu. Cizre’de 60 leş. On binlerce yurttaşın, gece vakti, yalnızca bir iki saat içinde birincilik madalyasını verdiği, ‘leş’ paylaşım…

Hiç olmazsa ‘insanlar toplamı’ olmak

Tabii bu sıkıntılı ve savruk yazıların kime ne faydası var diye düşünüyorsunuz, haklı olarak. Bilmiyorum inanın. Hiçbir faydası yok muhtemelen.

Geçelim ulus olmayı, halk olmayı, toplum olmayı… Hiç olmazsa ‘insanlar toplamı’ olmak mümkün olabilirdi. Bu bile çok zahmetli belli ki…

Kusura bakmazlar herhalde, insana ‘leş’ diyen ağzı salyalılarla ‘bir’ olmayalım sakıncası yoksa. ‘Birlik’ olmayalım. Malum, faşist olmak bir hak değil, suç. Faşistle ‘bir’ olunmaz. Mücadele edilir.

Şimdi gir derse, başla anlatmaya. ‘Çocuklar, Anayasa’nın üçüncü maddesine göre Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle…’

Murat Sevinç – www.diken.com.tr

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.