EnerjiManşet

Indian Point Nükleer Santrali’nde trityum sızıntısı ve arkasındaki gerçekler

0

9 milyon nüfuslu New York’un şehir merkezine 80 kilometre mesafede, Buchanan kentindeki Indian Point Nükleer Santrali‘nin 3. Ünitesi (reaktörü) , 8 Şubat pazartesi gecesi elektrik arızası sebebiyle kapatıldı. Entergy Enerji şirketi tarafından işletilen santralde aynı reaktör, 1 ay önce de trafoda sebebi hala tam olarak bilinmeyen bir arıza kaynaklı patlama meydana geldiği gerekçesiyle kapatılmış, kısa bir bakım sürecinin ardından yeniden kullanıma açılmıştı.

Indian Point Nükleer santrali’nde 2 adet  basınçlı su reaktörü aktif bulunuyor, Indian Point 1, 1974 yılında soğutma suyu sistemindeki problemden ötürü kapatılmış ve içindeki yakıt çubukları yakıt havuzuna alınmış . Santral 2 reaktörüyle yılda 2000 megawatt elektrik üretiyor,  2 ve 3 no’lu reaktörlerin lisansları ise 40 yılın ardından Vali Andrew Cuomo’nun itirazlarına rağmen, ilave bir 20 yıl için süreleri uzatılmış durumda.

Kapatılma sebebi trityum sızıntısı

16
Her ne kadar elektrik arızası olarak ifade edilse de esas sebebin, Indian Point yetkililerinin cuma günü tesisten trityum bulaşıklı suyun yer altı suyuna karıştığını raporlamasıyla ilgisi var. Zira tesisten yayılan kirliliğin valilik çevre koruma ve sağlık departmanları tarafından araştırılması talimatı verilmiş bulunuyor.

Nükleer Düzenleme Komisyonu’ndan Neil Sheehan’ın verdiği bilgiye göre santraldeki sızıntı radyoaktif kontamine suyun transferi yapılırken meydana gelmiş. Yani normalde bir pompa vasıtasıyla kontamine su transfer edilirken pompa arızalı olduğu için işçilerin bu prosesi manuel şekilde gerçekleştirmesi esnasında radyoaktif su binanın dışına akarak yer altı suyuna karışmış bulunuyor.

Litrede 65 000 kat daha fazla Trityum

New York Valisi Andrew Cuomo tarafından yapılan açıklama, yer altı sularına ve nehre karışan radyoaktif su sızıntısının izlendiği ancak henüz halkın risk altında olmadığı yönünde ancak, ne kadar radyoaktif suyun aktığı şu aşamada meçhul. Öte yandan alınan numuneler normalde 12 300 pico curi gösterirken bu olay sonrasında litrede 8 milyon pico curilik bir radyoaktivite olduğuna işaret ediyor ki bu miktar, suda kabul edilen değerden % 65 000  daha fazla trityum bulunduğu anlamına geliyor.

Trityum bulaşığı suyun yer altı sularına ordan da Hudson nehrine karışması ihtimali hakkında Nükleer Düzenleme Komisyonu’ndan Sheehan “Her şeyden önce bu radyoaktif su hemen bir yere ulaşmayacak , nehir de bulunuyor sadece ve etkisi de numune alsanız tespit edemeyeceğiniz kadar azalıyor.”şeklinde açıklama yapıyor ve Entergy şirketinden Jerry Nappi de “Topraktan aldığımız numuneler standartlarımızın dışına çıkan değerleri gösteriyor ama halk sağlığı ve güvenliği açısından her hangi bir problem yok” diyor .

Nedir şu trityum ?

Trityum ekolojik anlamda nükleer santralin önemli risklerinden, zira nükleer tesisler operasyon esnasında havaya ve suya büyük miktarlarda trityum (hidrojenin radyoaktif izotopu) salımı oluyor. İnsanlar, hayvanlar ve bitkiler bu maddeyi havadan soluyarak ve de besinlerle içlerine alır bu şekilde trityum genlere kadar karışarak hastalıklara ve genetik bozukluklara sebep olabilir.

 

Prof Dr Hayrettin Kılıç

Prof Dr Hayrettin Kılıç

Yeşil Gazete olarak, trityum konusunda biraz daha bilgi almak için danıştığımız Nükleer Fizik bilim insanı Prof Dr Hayrettin Kılıç’a göre ise “Bir nükleer reaktörün normal calışması sırasında rutin olarak cevereye gaz ve sıvı halde trityum salınıyor. Trityum izotopu sürekli bölünen bir izotop ve hidrojen ile aynı kimyasal yapıda olduğu için solunum veya sindirim sitemimiz açısından hidrojenden farklı değil, hemen kabul ediliyor.”

 

Indian Point’te daha önce de trityum sızıntısı olmuş

Indian Point santralindeki meseleye geri dönersek, kontamine suyun yeraltı sularına karışmasına dair haberler yeni değil. Sadece 2009’da 100 bin galon trityum bulaşığı suyun yer altı suyuna karıştığı fedaral ajanslarca bildirilmiş. Bu yüksek trityum seviyeleri 2014 yılında yer altı sularından alınan numunelerde de görülüyor.

Yüksek doz ya da düşük doz farketmez, hepsi kanser sebebi

Amerikan Ulusal Bilim Akademisi’ne göre yüksek ya da düşük doz radyoaktiviteye maruz kalmak istisnasız kanser riski teşkil ediyor. Trityumun taşıdığı en büyük risk içme suyunda. Amerikan Çevre Koruma Ajansı‘nın belirttiğine göre litrede 20 bin pico curiden fazla trityum bulunmamalı aksi halde canlılarda kansere yol açabilir. Öte yandan Federal nükleer düzenleme kurumları ise önceden içme suyunda olması kabul edilebilir trityum seviyesi ilan edilirken artık trityum bulaşıklı su sızıntısının insan sağlığı açısından tehdit oluşturmadığı bile iddia ediliyor.

Gerçek sorun rektörün yaşlı olması (Reaktörün orijinal ömrünün uzatılması)

Amerikan Nükleer Düzenleme Komisyonu kayıtlarına göre 65 tesiste trityum sızıntısı meydana gelmiş bu sorunun meydana gelmesinde başat faktör ise reaktörün yaşlanmış olması. 65 sızıntının 37’sinde içme suyu standartlarının 100 kat üstüne çıkılmış bulunuyor. Bu durum bağımsız mühendis ve araştırmacıları nükleer santraldeki güvenlik standartları hakkında endişelendiriyor. Özellikle çekirdek erimesi gibi acil bir durumları tolere etmesi için devreye girmesi gereken, 1,5 kilometreden su pompalayan bu borular betonun altında ve reaktör boyunca yerin altında yer alıyor. Bugün 66’sı 20 yaşını geçmiş durumda olup 16 reaktörün ömrünün uzatılıp uzatılamayacağı tartışma konusu, kısacası Amerikadaki 82 reaktör 25 yaşını geçmiş durumda.

Aging_Nuke_tAP091202072798

Yaşanan nükleer santrallerde tesisat parçalarının korezyona uğraması çok sık görülen bir durum (Foto 1974’ten beri kapalı olan Indian Point 1 no’lu reaktöründen)

Esasen donanım ve elektronik sistemler sonsuza kadar çalışmaları için tasarlanmazlar – bir nükleer santralde bu süre daha da kısadır. Borular kırılganlaşır, kontrol sistemleri, vanalar ve pompalar düzgün çalışmaz. Çatlaklar yayılır, metaller çürür. Bir nükleer santral daha uzun süre işletmede olduğunda ve yaşlandığında işletme riskleri de artar. Öte yandan dünyadaki Nükleer santrallerin çoğu 1974 ile 1989 arasında hayata geçirilmiştir. Pek çok parçaları artık bulunamamakta, tamirat amacıyla uydurma çözümlere ihtiyaç duyulmaktadır. Üstelik nükleer reaktör teknolojisine sahip sınırlı sayıda ülkede olup santrallerin bakımında ise bu 6-7 ülkeye (ABD, Fransa, Japonya, Rusya, Kanada ve Çin) ve çoğu zamanda sadece santralin üreticisi olan ülkeye mahkûm kalınıyor. Büyük ve özel parçalarda sınırlı üretim kapasitesi ve bu parçaların genellikle tek veya birkaç adet üretilmiş olması da parçaların tedarik edilememesine bağlı olarak bakım sürelerini uzatıyor.

Tüm bu somut örnek ve tecrübelere rağmen 2010 yılında Nükleer Düzenleme Komisyonu reaktör kazanında kabul edilebilir tahribata dair güvenlik marjını ikinci kez düşürdü. Çatlak bir kazan çevreye radyoaktivitenin yayılması için yeterliyken, refereans ısı değeri %50 arttırıldı ve öncekine göre %78 daha üst bir seviye belirlendi.

Haber yorumumuzu Nükleer Düzenleme Komisyonun’ndan bilim insanı Sandia’nın dilimize uyarladığımız sözleriyle bitirelim “Kısacası Nükleer santral işletmecileri sineğin yağını çıkarmaya çalışıyor”

 

Haber : Pınar Demircan

(Yeşil Gazete, Cbsnews, NRC, Nükleersiz.org)

 

 

More in Enerji

You may also like

Comments

Comments are closed.