Hafta SonuManşet

“Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım”*: Kırsal ve Kadınlık – Nur Elçik

0
Fotoğraf, Milliyet'te yayınlanan, Sivas'ın tek kadın tamircisi Ferrari aşiğı" başlıklı haberden alınmıştır

Rüyyamda, şefaflık ve beyazlık arasında bir yerde, üstünden ferahfeza kokular akan dört duvarın ortasında dingin bir vaziyette duruyorum. Üstümde semayı ve duvarların arasından denizi kolaylıkla görebiliyorum. Pencere yok duvarlarda. Lakin pencere yaratmak için elimle duvara şöyle bir dokunmam yetiyor. Öyle uzun uzun resimlemiyorum dahi. Pencere yapmıyorum da duvarla hissi bir doku oluşturuyorum sanki, öylece beliriyor pencereler önümde. Masayı hissediyorum masa oluşuyor, saat düşlüyorum , tamire hazır biçimde bir saat beliriyor masanın üstünde. Etrafımda da adamlar var. Sadece adamlar. Bi’ Duvara bakıyorum, bi’ adamlara. Kim içeride, kim dışarıda anlayamıyorum, baktığım yere göre değişiyor. Ben neredeyim diye düşünüyorum en son, içeride miyim dışarıda mı?

Şu aralar ekolojik kırsal yerleşkeleri geziyorum ve bu rüyyam, kırsal denemelerim sırasında kadınlığın-erkekliğin muhasebesine başladığım günün gecesine yattığımda ‘başıma geldi.’ Rüyyam bana pencere vasıtası ile, içeri(m)den dışarıyı izleyebilme yöntemimi, masa ile el melekemi, saat ile mekanik malumatımı detaylandırmamı öğütlüyordu sanki . Etrafımdaki adamların pencereyi, masayı, saati kendi başlarına yapabilecek yetide olduklarını biliyor olmam, görevi üstlenmemi engellemiyordu. Görev, hayat kurma görevi. Erkekler, beni, ben hayatı yaparken izleyeceklerdi bu sefer. Fakat bence rüyyamın en mühim kısmı erkeklerin temsil ettiği erkeklik ve benim bu erkeklik karşısındaki manevramla içeride yahut dışarıda kalışımdı/ya da kendimi içeride yahut dışarıda bırakışım. Dışarıdan kodlanmış hızına yetişemeyen bedenlerimizden, tüm eksikleri tamlamaya ahitle adanmış kadınlığımızdan, ‘cinselleşe cinselleşe’ sadece poz keserek muhabere edebilen (iletişebilen) bakışlarımızdan kalan sağlar bizimdir. Şehir, görüntümüz ile bizim aramıza giren mesafelerden nemalanıp, cinselimiz-bedenimiz- kendimiz arasında yarattığı görkemli boşluklarla övünürken, kaybettiğimiz melekelerimizin tek tek hesabını yapmak bir başkaldırı yöntemi olabilir. Eh, yine başkaldıracağız demek.

Şu ana kadar ki kırsal deneyimlerim toplamında kadınlığım için ne istediğimi, akidelendirmeden, rağbete, itibara düşürmeden düşünmeye oturdum bu rüya sonrasında. Erkeklerin tamir, alım-satım vb tüm ‘ağır’ işlerle; kadınlarınsa ev işi ve toplayıcılıkla mükelleflendiği, şehrin tüm cinsiyet ilişkilerinin olduğu gibi kırsala taşınarak yapılacağı üleştirmeden fazlasını talep ediyorum sanırım. Hiç tamir etmeyeceksem dahi makina bilgisi ile müteşekkil (oluşmuş), marangozluk hamaratlığı ile salih olmak, cinselimi erkekliğe teslim etmeden konuşmak, günümü iktidarın farklı formlarıyla yormadan eylemek istiyorum. Kadın için başka bir alana, özellikle de erkek alanına dair bir bilgiyle donanmanın, onun bedenindeki, aklındaki, aşklarındaki yetkeyi de genişleteceğini, insanın içindeki bütünlük şuurunu yükselteceğini çokça deneyimledim zira. Motoru tamir edebilmek, beni motoru tamir edebilen bir kadın olarak, bedenim-ben-toplum-erkeklik ilişkileri üzerinde daha müstakil ve serbesti düşünebilen bir kadın olmaya da adayabilecek aynı zamanda. Nafilesi bile değer.

Fotoğraf, Milliyet'te yayınlanan, Sivas'ın tek kadın tamircisi Ferrari aşiğı" başlıklı haberden alınmıştır

Fotoğraf, Milliyet’te yayınlanan, “Sivas’ın tek kadın tamircisi Ferrari aşığı” başlıklı haberden alınmıştır

Motorsiklet tamiri, bisiklet tamiri, marangozluk becerisi, çamaşır-bulaşık makinesi iç aksamı derken uzunca bir liste belirdi elimde. Tek tek marangozlar ve servisler gezildi. Erkek kudretinden pay almaya yeltenen her kadının tabi olduğu o “alim” müstehzilik (alaycılık) karşısında konumlar netleştirildi. “serviste/atölyede kadın mı olurmuş; Abla sen asi misin?; O işler öyle şıp diye öğrenilmez; Rahatsız ederler seni orada, bir kere her alet ayrı ayrı hepsini mi öğrencen!.” diyenlerin arasından itinayla geçilip, heves, ongunlukla (mutlulukla) koruma altına alındı. Yakında marangozluk, motor ve bisiklet tamirine başlıyorum. Şuna da imtina ediyorum. Böyle, beylerimizin alanına girdiğimizde elimiz, ayağımız, dilimiz de beyleşir ya bazen. Hani “ abi” diye gireriz cümleye belki de normalde kullandığımızdan daha erkek ve daha pest de bir tonajla, bacak atışımız başkalaşır, narinlikten kabalığa atılan her adımımızı samimiyet belirtisiymiş gibi sunmaya başlarken buluruz ya bazen kendimizi, öylesine hiç niyetli değilim işte. Vallahi gayet de en sevdiğim küpelerim ve elbisemle gitmeyi, gerektiğinde de narin sesimle teşekkür etmekten vazgeçmemeyi düşünüyorum. Normalde hiç sürmem fakat sinirlerimi bozarlarsa rujumu da surer giderim, o kadar.

Bu kırsal denemeleri, bir şey daha çok sevildiği için denenen safdil bir deneyim değil, sistemin karşısında konumlanması açısından daha büyük bir şey vadediyor: Var olandan başka bir yapıyı kurmayı. Ve, tarlada çalışırken terleyen bedenlerimizle, ‘zamanında’ alınmasa da idare edilebilecek kıllarımızla, sömürülmüş baştan çıkarıcılığıyla değil sistem muafiyeti/şahsiliği ile cazibe yüklenmiş kıyafetlerimizle, reklam panolarından muaf güvenli bölgelerimizle de kırsal bize bir şey vadediyor: Bedenimizle kuracağımız, görece daha “bizden” ve daha “sıyrılmış” bir ilişkiyi. Ve iki yönlü bir ilişki olarak da kırsal bize, bizler kırsala başka türlü bir ekosistem, para ilişkisi, iktidar hali, erkeklik, kadınlık, queerlik, kimliksizlik, çok daha haysiyetli bir muamele vadediyoruz toplamda. Erkeğin de kadının da bedeniyle kuracağı adaletli ve ari ilişki de, erkeklikten beraat etmiş toplumsal konumlar da bu haysiyetli muamelenin itibarıdır işte.

Bizler kadınlar olarak şehirde, gün geçtikçe daha aldatıcı ve daha dolambaçlı yollarla bizi ikna ederek gönül indirdiğimiz vasatlıklarımızı kırsala da taşıyacaksak, orada da büyük popomuzdan hicap duyup, sevgililerimizin kimi daha güzel bulduğunun kıyasıyla kendimizi acıyla yoklayacaksak, ‘onlar’ın belirlediği haz alanları dışındaki tüm hazlarımızı gemlemeye ikna olacaksak, yaptığımız her şeyi sadece sevdiğimiz için yaptığımıza inanacak ama aslında yapmadığımız şeyleri o şeyleri yapamıyor olmamız belirleyecekse yine ve biz buralarda debelenirken erkeklik , benliklerimiz-kariyerlerimiz-güzelliklerimiz arasında kurulan yarışı vip yerlerinden keyifle izleyecekse, o zaman içsel mukavemetimizin hesabını inceden, gizliden gizliye ve fakat sert bir deneyim olarak ödeyebiliriz yine. Biz yine hesabını sorarız sonradan. Kimse korkmasın. Fakat başta bambaşka bir şey kurmak varken, emeğimizi niye hatalı bir şeyi tekrar hizaya getirmeye vakfedelim ki?

Burada önemli bir not da, yukarıda saydığımız dertlere sahip olmamızın ( güzel olup olmamayı dert ediyor olmak, sevgililik ilişkisinde fenalıklarla haiz olmak vs) bizi yeni bir politika üretmekle, gönül ferahlığımızla, akli vasiliğimizle, direncimizle mesafelendirmemesi gerektiği. Bunları yapıyor olmak ayıp, vasat, yahut apolitik olduğumuzu ifade etmez. Tam olarak bunları yaşıyor olmamız bizde kati suretle bir hicap, utanç uyandırmamalı. Tam tersi tam olarak neyin karşında nasıl bir politika yürütebileceğimizi, deneyimlediğimiz şeyden üre(t)menin avantajı olarak kullanmalıyız. Fakat eklemek gerekir, bunların sınıflandırıcı ve konumlandırıcı meseleler olduğunu bilip yine de öylece eğleşilecekse, işte o zaman bunun üzerine konuşmak gerekebilir.

Simone de Beauvoir’a yaslanıyorum kadınlığımın bu kısmında. ”Belki de hiçbir şey istemediğimiz için hiçbir şeyden yoksun değildik.” diyen şifacı teyzemden bana kırpılan gözü farkedip daha fazlasına murad ediyorum yok olanların/yoksun olanların/eksik olanların ayırdına varmak için: Başka şeyler aracılığı ile kendimle başka türlü bir muhabereye girmeye.

Nitekim *Barış Bıçakçı’nın dediği gibi ben de “Yere çakılana kadar kanatlarımın olduğuna inanacağım.

14-Nur-Elcik

 

 

Nur Elçik

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.