DünyaManşet

Herkes Volkswagen’i konuşuyor fakat kimse gerçek soruya değinmiyor

0
Fotoğraf: Chris Goldberg

Christiane Kliemann tarafından degrowth.de‘de yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete gönüllü çevirmeni Sıla Özkavaf‘ın çevirisiyle sunuyoruz.

***

Gün geçmiyor ki medya, en azından Alman medyası, Volkswagen hakkında yeni suçlamalar ortaya çıkarmasın. Şu anda dizel salımları için önceden ayarlanmış deneme yazılımları gündemde. Pek çok insan güncel krizlerin şirketi ve Alman otomotiv endüstrisini çok ciddi bir biçimde etkileyeceğinden ve bunun etkisinin tüm Alman ekonomisinde hissedileceğinden korkuyor. Angela Merkel’in de daha önce belirttiği gibi Almanya’da neredeyse yedi işten birinin dolaylı ya da dolaysız olarak otomotiv sektörüne bağlı olduğu yaygın inanışı düşünülürse, bu endişelerin hiç de yersiz olmadığı görülüyor. Otomobil sahipleri kendilerini ihanet edilmiş hissediyor ve Volkswagen hisseleri düşüş içinde, bu durum aynı zamanda başlıca hissedar olan Aşağı Saksonya hükümetini de ağır bir şekilde etkilemiş vaziyette.

Fotoğraf: Chris Goldberg

Fotoğraf: Chris Goldberg

Hepsi bu da değil. Volkswagen’de yaşanan güncel skandal tüm otomotiv endüstrisini etkileyecek daha derin krizlerin bir göstergesi olacakmış gibi görünüyor ve bu durum sadece Almanya için geçerli değil. Geçtiğimiz yıllarda Uluslararası Temiz Ulaşım Konseyi (ICCT), otomobillerin gerçek sera gazı salım değerleri ile otomobil üreticilerinin resmi açıklamaları arasında hızla artan çelişkiler saptadı. 2001 yılında yeni Avrupa otomobillerine ait gerçek sera gazı salımları, resmi açıklamaları ortalama olarak %8 oranında geçti. 2013 yılında bu farklılık %25 iken 2015 ile birlikte %40’lara ulaşmıştır.

Carbon Brief tarafından hazırlanan rapora göre, otomobillerin karbon salım ölçümlerinde görülen bu skandal, Avrupa Birliği’nin resmi salım hedefleri ile kaydedilen salım miktarı arasında kalan fazla salım miktarının en temel sebeplerinden biridir. Bu demek oluyor ki, zaten fazla sera gazı salımı yapan otomotiv endüstrisi, üzerinde anlaşma sağlanmış iklim hedeflerini de riske atıyor.

Büyümeye ya da ölmeye mahkum edilmiş otomotiv endüstrisi

Bunlarla birlikte, Volkswagen’deki zanlıların kimliğini tespit etme ve otomobillerdeki sera gazı salımı ölçümüne dair yönetmelikleri geliştirme çalışmaları üzerinden devam eden tartışma olayın ön planında kalmakta ve asıl nokta gözden kaçmaktadır: küresel kapitalist büyüme ekonomisinin kilit endüstrilerinin büyük aktörleri ve dolayısıyla büyük otomobil firmaları, ya büyümeye ya da ölmeye mahkumdur. Her iki durum da felaket getirir. Büyümeye dair gidişatla alakalı olarak: yavaş ama emin bir biçimde otomobiller tarafından boğulan bir gezegende yaşamak isteyen biri gerçekten var mıdır? Son on sene içinde, küresel otomobil üretimi 2004’de 44.554.268 iken 2014’de 87.037.611’ye yükselerek neredeyse iki katına çıkmıştır. Yakın zamanda yapılan tahminlere göre, dünyadaki toplam otomobil sayısı 2014’de 1,2 milyar iken 2035’e kadar bu sayının 2 milyar yükselmesi bekleniyor. Bu tarz büyüme oranlarının çevre ve sosyal etkileri, tüm otomobiller elektrik ve yenilenebilir eneriyle çalışıyor olsa bile teknolojik çözümlerle telafi edilemez. Ortalama olarak, bir otomobilin üretimi, otomobilin bütün ömrü boyunca kullanılmasından kadar çok sera gazı salmasına sebebiyet veriyor.

Trafik saçaklanması ve elektrikli otomobiller

Sadece Almanya’da kentsel yayılma her gün 73 hektar alanı silip süpürüyor ve bu büyük çoğunluk trafik yüzünden. 2013’de, trafik yüzünden yutulan toplam alan neredeyse kişi başına 224 metrekareye ulaştı. Kişi başı 46 metrekare olan konut alanlarıyla karşılaştırılınca bunun çok büyük bir rakam olduğu görülüyor. Küresel olarak arazi ve toprak üzerine trafik, besin üretimi, iklim ile alakalı ormanlar, enerji santralleri gibi endüstriyel altyapı saçaklanmaları ve doğal yaşam yerleri arasında giderek artan bir rekabet var. Tahmin edilen otomobil üretimi ve kullanımı artışı bu rekabeti ciddi sonuçları olan örneği görülmemiş bir seviyeye çekecektir. Buna bir de elektrik ile çalışan otomobil filolarına enerji sağlayacak yenilenebilir enerji tesisleri yerleştirmek için gerekli arazi ve doğal kaynaklar ekleniyor. Son olarak, yenilenebilir enerji büyük çapta sanayileşmiş ve aşırı CO2 içeren süreçlerin son ürünüdür ve sınırsız değildir. Bu manzara şimdiden oldukça korkutucu, ya bu otomobil istilası büyük oranda hala petrol ya da daha kötüsü biyoyakıtlar ile çalıştırılıyor olsaydı?

Bizim otomobil merkezciliğimizin dünya şehirlerindeki yaşam koşullarına yan etkileri de hiçbir zaman üzerinde durulmayan bir başka konu. Otomobiller ve yollar için gerekli kentsel alan, onların yarattığı gürültü, yayalar özellikle çocuklar üzerindeki tehlikeleri sıklıkla küçümsenen stres sebepleri ve ciddi bir biçimde sağlığımızı etkilemekte. Bir zamanların yeni özgürlük vaadi, bizi giderek daha tutsak hale getiren ve ölümcül bir yola sokan bir bağımlılığa dönüşmüş durumda. Bireysel taşıtların geçtiğimiz senelerde geniş çaplı ve hızlı artışı, yerel ve yaya dostu tedarik sistemlerinin yok oluşunun en önemli sebebidir. Dolayısıyla, insanların günlük ihtiyaçları için kat etmeleri gereken mesafe de giderek artmıştır ve bu durum otomobil sahibi olmayı özellikle kamusal ulaşımla kolaylıkla ulaşılamayan güzergahlarda daha da cazip hale getirmektedir. Sonuç olarak, insanlar günlük hayatlarını devam ettirmek için otomobile ihtiyaç duyduklarını hissetmeye başladılar. Dahası, her sene kazalarda 1.2 milyon insanın ölüyor olması da durumu açıklamaya yetiyor.

Tüm bunların ışığında, sormamız gereken asıl soru:

Otomobil merkezli ekonomi ve toplumumuz, gerçekten bizim gelecek için istediğimiz şey midir?

Ortak otomobil bağımlılığımızı her pahasına devam ettirmek yerine, ekonomi ve toplumumuzun otomobil-merkezciliğini sorgulamamız daha derin, sürdürülebilir ve yaratıcı çözümlere yer açmamıza olanak tanıyabilir. Hadi hayal kuralım: Eğer kendimizi yavaş ama emin bir biçimde otomobil bağımlılığımızdan kurtarırmış olsak hayat nasıl olurdu? Şehirlerde çocukların dışarıda oynaması için daha çok imkan, büyük yeşil alanlar, spor, eğlence ve sosyal aktiviteler için mahallelerde alanlar, kolay ulaşılabilen günlük ihtiyaçlar ve daha iyi bir kamusal ulaşım, köylerde yine o küçük dükkanlar ve gürültülü sosyal yaşam vs. olabilirdi.

Tabi ki böylesi bir öngörü bir gecede gerçekleşemez ve tüm ekonomiyi ekonomik büyüme zorunluluğundan ve başarısız olmak için çok büyük olan şirketlerin pençesinden kurtarmak için geçişken stratejilere ihtiyaç vardır. Bu stratejiler, daha fazla ekonomik büyümeye ve de üretim ve tüketimin büyük çoğunluğunun yeniden bölgeselleşmesine dayanmayan, yeni sosyal güvence ve egemenlik düzenlemeleri gerektirir. Günümüz kapitalist büyüme ekonomisinde, otomotive endüstrisinde yaşanacak ani bir aksaklık, yalnızca Volkswagen’de olsa bile, yıkıcı sonuçlara neden olabilir. Yunanistan’da yaşanan güncel krizler gösteriyor ki, ekonomik gerileme biçiminde yaşanan küçülme, bizim dilediğimiz şey olamamalı. Bundan dolayı, küçülme aktivistlerinin yorulmak bilmeden “sizin gerilemeniz bizim bahsettiğimiz küçülme değil” diye tekrar ederek belirtmek istedikleri şey ne büyüme saplantısına takılı kalmak ne de onu durdurmak bu noktada bize fayda edemez. Gereken şey dünyadaki insan faaliyetini düzenlemek için tümüyle yeni bir yol. Neyse ki, çok fazla fikir, kavram ve alternatif daha şimdiden var. Volkswagen meselesine dönersek eğer, küçülme toplumuna geçiş, ekonomilerin otomotiv endüstrisinden daha bağımsız ve krizlere karşı daha dirençli ve esnek hale gelmesi adına iyi bir seçenek olabilir.

Yazının İngilizce Orijinali

Yazı: Christiane Kliemann

Yeşil Gazete için Çeviri: Sıla Özkavaf

(Yeşil Gazete, degrowth.de)

More in Dünya

You may also like

Comments

Comments are closed.