Hafta SonuKitapManşet

Geçer ama izi kalır

0

Tüm o eski mahalleler, madamlar, beyefendiler, aşklar ebruli bir rüzgâr gibi

esip geçtikten sonra, hatırda kalan izleridir anlatılan.

   

“Acır Mı Mösyö Messier”nin kapağı, size tozpembe bir dünya vaat ediyor. Uçan balonların havalandırdığı bir salıncaktan, bulutların altında gizlenmiş dünyaya bakmayı vaat ediyor. Okurken o pembe dünyayı bulamıyorsunuz; gri, siyah, bazen kırmızı ya da mor ama asla tozpembe değil. Sonra sonra fark ediyorsunuz ki, pembelik kitabın içinde değil, ruhunda. Tıpkı yaşarken mutlu olmadığınız ama geçip gittikten sonra aslında o kadar da kötü zamanlar olmadığını fark ettiğiniz geride kalan gençlik gibi… Başınıza gelen en kara aşk acılarının, en siyah ihanetlerin bile, geçen zamanla birlikte; âşık olmak her şeye değerdi, ‘kaldırımlar biliyor bir devir muhteşemdik’ tadında gülpembe hatırlanması gibi… Biten bir ömrün ardından 21 gram kalan en saf, en çocuk ruhumuzun balondan salıncağın üzerinde geride kalan ömrünü şekerpembesi bir gökyüzü altında seyretmesi gibi…

Özlem Kiper - Acır Mı Mösyö Messier

Özlem Kiper’in öykülerini okurken kendinizi eski mahallerde buluyorsunuz; madamlarla selamlaşıyorsunuz, yıldızı sönmüş yürümekte zorlanan assoliste çarpıyorsunuz, genç bir tenle hayattan son bir dem çalmaya çalışan burun damarları gözüken mösyöye omuz atıyorsunuz, emekli Bedia öğretmeni takip ediyorsunuz, Akif Bey’in gazetede okuduğu tefrikaya göz atıyorsunuz, teyzelerin ellerinden öpüp, amcalarla tokalaşıyorsunuz. Özlem Kiper bir röportajında, “Teyzeler, amcalar, bakkallar, mahalle kültürü dediğimiz şey, içimde korumaya aldığım bir alan. Psikolojik derinliğine inersek, muhtemelen onlar, unutmak ve kaybetmekten sakındığım çocukluğum. Onları yazmak bana bir şekilde geçmişimi yaşama şansı sunuyor. Yazmak bir zaman makinesi. Seni alıp olmak istediğin yere götüren bir mucize,” diyor. Kitap boyunca da bizi sık sık o zaman makinesine bindiriyor.

“Diğer sahil kasabaların aksine, kasabamıza kış başka türlü gelir ve yerleşir. Sonbahar bildik renklerini kaldırımlara dökerken, belediye kimi zaman rahmete, kimi zaman ışıklar içine yolladığımız ölülerimizi anons eder. Bir müddet ölenlerin kimlerden olduğu konuşulur, sonra yine kahvelerden zar, evlerden çay kaşığının sesi yükselir. Herkes işine bakar.” Adı Vuslat, bir sahil kasabasında geçen Madam Kalika ile Tuhafiyeci Nusret’in yarım kalmış bir gemi maketi gibi, kalplerine gömerek yarım bıraktıkları aşklarını, yıllar sonra tamamlamalarını anlatan bir öykü. Nusret Dede karısından bir sevgi yaratmıştır ama 21 gramlık ruh Madam Kalika’da olduğundan, aşkı ancak onunla tamamlayabilmiştir.

 

Kısmetimin Kırıldığı Gün, bizi kadınların pastalı çörekli günlerine götüren; kız görmeyi, kısmet açmayı, ‘evde kalmış kız ve huzursuz anne sendromunu’ anlatan bir öykü. Yalan Oldu ise askerdeyken bırakıp giden sevgiliyi unutamamanın, nişanlısının ölmesi üzerine yeniden beliren umudun öyküsü. Metin diyaloglarla kurulmuş. Bütün hikâyeyi anneyle oğlunun konuşmalarına kulak misafiri olarak öğreniyoruz. Kitabın tamamında Özlem Kiper’in kitabi değil sahici diyaloglarını okuyoruz. (Ki belki de öykücülüğümüzün en zayıf damarıdır bu sahiciliğin yakalanamaması.) Yazar, bize olayları, durumları anlatmıyor, konuşmaların içine ustaca yerleştirerek veriyor ya da hissettiriyor, ötesini okura ve hayal gücüne bırakıyor.

Kitabın eski mahalleler ve insanların yanı sıra bir diğer baskın konusu ise evlilik halleri ve kadın – erkek ilişkileri. Ancak konuya salt kadın gözlüğüyle bakmıyor, ideal kadın, canavar erkek yaratmıyor, diriliğini yitirmiş çiftlerden, yıllanmış evliliklerden geriye kalanları yazıyor. Kalanların enkaz olmadığını ve eleğin üzerinde kalanlar olduğunu düşünerek umutvar sonlarla bitiriyor öykülerini.

özlem kiper

Sinema 63’de bir beyaz eşya mağazasının açılış davetine farklı umutlarla gidip, orada 30 yıl öncesindeki sinemaya girip, çıkışta bugününü kabullenmeye, yaşamaya ve hatta sevmeye çalışan Reyhan’ın kocası Hayati’nin öyküsü anlatılıyor. Mutfakta Artakalan’da, yıllanmış bir çiftin, arkadaşlarıyla kutladığı evlilik yıldönümlerinde bile ortaya çıkan gerginlik anlatılıyor.

“Biz neyiz ki, kimiz ki, bizi kutlamaya geldiler? Belki de hâlâ birbirimize katlanabildiğimizi kutluyorlardır, ha ne dersin?”

“Bozmasan şu geceyi…”

“Biz neyiz biliyor musun? Biz artanız, bizden geriye kalanız. Enkazız.”

Mutfakta kimse olmamasına rağmen kadın, bunu adamın kulağına fısıldayarak söylemişti.”

Mor ve Ötesi, kitabın genel naif dilinin dışında duran sert diliyle, kadına yönelik şiddeti anlatan bir öykü. “Bilir misin kanın tadını? Kokusuyla birleştiği vakit, kendinden çıkmış gibi gelmez insana. Sanki az evvel damarından geçip de canına can katmamıştır. Öyle kesif, öyle baygın, bulandırıcı. Kanını akıtan kadar yabandır sana kanın.” Ben Aslında Amirim, konu olarak olmasa bile anlatım tekniği ve eril diliyle diğer öykülerden ayrık duran keyifli bir kiralık anne öyküsü.

On dört öyküden oluşan kitap boyunca, eski mahalledeki yaşlı insanları ziyaret ediyorsunuz, vuslata eremeyen âşıkların yanındaki banklara oturuyorsunuz, evli çiftlerin pazar sıkıntılarına şahit oluyorsunuz, annelere ölümü yakıştıramıyorsunuz… Kapağı kapattığınızdaysa içinizde bir şeylerin acıdığını hissediyorsunuz. Mösyö Messier yerine cevap veriyorsunuz: Acır! Sonra geçer ama izi kalır. Okudukların o izdir işte, ey okur.

Acır Mı Mösyö Messier, Özlem Kiper, Öykü, Nota Bene, 104 Sayfa, 2015

12195768_980907788640191_5367161665039055140_n

Not 1: Özlem Kiper, İstanbul Tüyap Kitap Fuarı’nda 14 Kasım Cumartesi 14.00 – 16.00 saatleri arasında Nota Bene standında Acır Mı Mösyö Messier isimli kitabını imzalayacak.

Not 2: Özlem Kiper, 15 Kasım Pazar günü 16.45 – 18.15 saatleri arasında, Ayşegül Tözeren’in yönetiminde düzenlenen, “Öykü Hamurunda Kadın Eli” isimli panele konuşmacı olarak katılacak.

Mehmet Fırat Pürselim

mehmet fırat pürselim

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.