Hafta SonuKültür-SanatManşet

[FotoÖykü] Nar – Safiye/Bora Elber

0

Mevsimlerden bahar, aylardan Nisan, günlerden pazardı. Artık günün ilk ışıklarıyla birlikte doğa da uyanış provalarına başlıyordu. Düşen cemrelerin ardından sanki her şeye bir can gelmişti. Kuşlar bir başka ötüyor, cıvıltıları ise güne merhaba deyişlerinin bir melodisi şeklinde yankılanıyor. Sokaktaki erik ağacı çiçeklerini açmış yerlere kadar reverans yaparken, erguvanlar sıranın kendilerine gelmesini bekliyordu. Balkonlarda, cam içlerinde saksılardaki çiçekler al basmalı fistan gibi doğayı giydirmeye hazırlanıyordu. Tüm bunlar ilkbaharın gelişinin müjdecisiydi. İşte o pazar sabahı da Selin her zamanki gibi erkenden kalkmış ve evinin balkonundaki çiçekleriyle, bitkileriyle ilgilenmeye hazırlanıyordu. Bu onun için sıradan bir ritüeldi. Güneşin ilk ışıklarıyla balkona çıkmak, onlarla konuşmak, bakımlarını yapmak, sularını vermek, gerekiyorsa yerlerini değiştirmek, hatta dokunmak ve sevmek. Nefes almanın bile zor olduğu yoğun iş temposu içinde hayata dair bir bu vardı Selin için. Kendini iyi hissettiriyordu balkonundaki ebruli dünya. Hatta iki de kumru arkadaş edinmişti. Şimdi onlara da yeşil dostlarına davrandığı gibi davranıyordu; sabırla, sevgiyle, özveriyle.

Sabah elinde kahve fincanıyla balkona çıktığında gözüne ilk minyatür ağaçları çarptı. Sanki baharın gelişi karşısında telaşa düşmüşler, bakım yapması için onu bekliyorlarmış duygusuna kapıldı. ‘Aaa zeytin ağacı mı o boynunu büken? Çok mu ihmal ettim son günlerde acaba onu?’ diye geçirdi içinden ve parmaklarını usulca yapraklarında gezdirdi. ‘Bu sene yeni fideler de tutmuş, acaba ne renk açacaklar,’ diye düşünürken, ilk gül tomurcuğunu dalında görmenin hazını yüreğinin derinliklerinde hissetti. “Tutmaz boşuna uğraşma,” demişlerdi ilk begonvilleri Kaş’tan getirdiklerinde… ama bak nasıl da coşmuşlardı. Hoş çiçekleri pespembe açardı begonvillerin, “Bana Akdeniz’in mavisini hatırlatıyor bu çiçekler,” derdi, ablası. Evet ablası… ne tuhaf kadındı. İllaki bir sıra dışılık karıştıracaktı söylemlerine, hareketlerine. Geçen sene de hediye olarak minyatür nar getirmişti bir saksının içinde. “Eviniz bolluk ve bereket içinde olsun,” demenin en anlamlı haliydi, bu davranışı. Selin ise taşıdığı anlamından çok, naifliğine vurulmuştu narın. Sanki değerli bir mücevher koleksiyonunun parçasıymışçasına minik yeşil yaprakların altında sallanan yakut misali kıpkırmızı meyvelerine gözü gibi bakardı. Ağır başlılıklarından siyah saksının kenarından başlarını yavaşça eğerken, yüzüne bakmaya utanırmış da sanki gözlerini gözlerinden kaçırırmış hissi yaratırdı insanda. Hakikatten neredeydi onlar? Her yanı bitki ve çiçeklerle dolu olan balkona hızlı bir göz attıktan sonra minyatür nar saksısının cam masanın üzerinde olduğunu gördü. O an çiğ damlaları gibi yaşlar göz pınarında birikmeye başladı. Hayır, baharı tanımlamıyordu onun durumu. Minyatür nar neredeyse ölmüştü! Eski görüntüsünden eser kalmamıştı. Neredeyse tüm yapraklarını dökmüş, dalları da kurumaya yüz tutmuştu. Yakuta benzettiği nar tanelerinin yerlerinde yeller esiyordu. Artık gözyaşlarını tutamadı.

12

Balkondan gelen hıçkırık ve serzenişlere uyanan Ahmet, eşinin bu durumuna bir anlam veremedi, “Ne oldu?” diye heyecanla sordu. Selin Ahmet’ e ağaççığı göstererek, “Bak bu ölmüş, hiç hayat belirtisi yok!” dedi. Eşinin bitkileri ve çiçekleri konusundaki hassasiyetini bilen Ahmet, Selin’in yanına giderek sıkıca sarıldı. Söyleyeceği hiçbir sözün eşini teselli edemeyeceğini bildiğinden, son bir ümitle saksıyı eline alıp incelemeye başladı. Önce kurumuş yaprakları, dalları temizledi, sonra ince ama kuvvetli gövdesine baktı. Umudun tükendiği yerde açılır kapılar, dedikleri gibi, ölmüş gibi görünen narın da ufacık bir anahtar deliği vardı. “Sakın atma bunu sevgilim, henüz ölmemiş,” dedi Ahmet, elinde tuttuğu ağacın dallarından birini göstererek. Selin, kocasının kendisini üzmemek için böyle söylediğini düşünerek, narı topraktan sökmek için gövdesinden kavradı. “Boş ver ya, onu söküp, saksıya limon ağacağı dikeceğim zaten,” dedi. Ahmet narın önüne siper olarak, söylediklerini yineledi. Karısının ellerinden tutarak, narın yanına götürdü, “Baksana, şu dalın ucundaki, güzelim yeşil yapracığı görmüyor musun?” Selin şaşkınlıkla önce nara sonra kocasına baktı. Parmağıyla minik yaprağa dokundu. O an bir mucizenin içinde olduğunu düşündü. Dalından köküne kurumuş gibi gözüken narı, yaşama tutunmak için minicik bir yaprak açmış ve neredeyse gözle görmeyecek bir biçimde bunu saklamıştı. Tam vazgeçtim denilen noktada hayat yeni bir başlangıç sunuyordu. Önemli olan umudu kaybetmeden, o kadar karmaşanın, tozun toprağın altından sunulan yeni şansı görmek ve yakalamaktı.

Eeee… sonra ne mi oldu? O minyatür narlar aynen görüldüğü gibi tüm naifliği ve tüm zarafeti ile balkonun ayrıcalıklı bir köşesinde her sabah güneşin doğuşuna eşlik etmeye, kuşların cıvıltısını dinlemeye, baharın tadını çıkarmaya devam ediyor.

NOT: Fotoğraflı kısa öykülerinizi (öykü yazarı ve fotoğrafı çeken farklı kişiler olabilir) ‘[email protected]’ adresine gönderebilirsiniz.  

13.Safiye ve Bora Elber

 

Fotoğraf: Bora Elber

Öykü: Safiye Elber 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.