Ahmet Atıl AşıcıKöşe Yazıları

Troyka nerede çuvalladı ve Yunanistan neden Türkiye değil? Halk oylamasına ilişkin birtakım notlar

0

Arka Plan

Hatırlanacağı gibi, Yunanistan 2010 yılında Troyka (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve IMF üçlü grubu) ile müzakerelerin ardından bir kemer sıkma programı uygulamaya koymuştu.

Aradan geçen beş yıl içinde, “ekonomiyi düzlüğe ancak böyle çıkartabilirsiniz” diyenlerin aksine, bu kemer sıkma programı hiçbir hedefini gerçekleştiremedi.

Bu beş yıl zarfında,

Toplam üretim (GSYH) bırakın artmayı, yere çakıldı. ABD’de 1929-1935 Büyük Bunalım döneminde bile bu kadar bir düşüş yaşanmamıştı.

Bütçe açığı azalsa da, beklenenin oldukça gerisinde kaldı.

Kamu borcunun GSYH’ya oranı yüksek seyretmeye devam etti ve bir türlü sürdürülebilir bir patikaya oturtulamadı. Dolayısıyla kartopu gibi büyümeye devam etti.

Maaşlarda ciddi düşüşler yaşanmasına rağmen, ihracatçı sektörler bir türlü kendini toparlayıp üretime katkı veremedi.

Finansal sistemin kırılganlığı azalacağına arttı, işsizlik had safhaya ulaştı.

Tüm bunların sonucu olarak, halkın büyük bir kesimi yoksullulk ve yoksunluk sınırının altına geriledi, eşitsizlik arttı.

2010 kemer sıkma progamını karara bağlayan Troyka ve Yunan hükümetleri belli ki, Yunanistan’ın sorunlarını yanlış teşhis etmişti.

Yapılan teşhis şuydu: Yunan kamu borcundaki esas sorun, sürdürülebilir bir patikada olup olmaması değil büyüklüğüdür. Ve ülkenin dış piyasalarda rekabet edemiyor olmasının sebebi maaşların yüksek olması dolayısıyla yüksek maliyettir.

Kısa dönemde hiçbir sözünü yerine getiremeyen bu programın başarısızlığının altında yatan nedenler ne? Bu teşhiste eksik ve yanlış olan iki unsur olduğu iddia edilmekte.

Program, Yunan ekonomisinin uzun dönemli iki yapısal sorununa değinmemişti. İyi orgaize olmuş ve etkin çalışan bir kamu sektörünün eksikliği ve 1980’li yıllardan beri devam eden, ekonominin yapısal rekabetçiliğini düşüren sanayisizleşmesi gibi iki temel sebep gözardı edilmişti.

Teşhis yanlış olunca tedavi de yanlış olmuş, kemer sıkma programı, büyük sayıda kamu çalışanını işten çıkarıp geri kalanın da maaşını düşürmeye odaklanmıştı. Yunan ekonomisinin belkemiğini oluşturan KOBİ’ler gözardı edilmişti. Maaşların düşmesiyle bu işletmeler de dara düşmüş, ekonomi bir türlü toparlanamaştı.

Oysa, bir ekonomi ancak yeteri kadar büyüyorsa borcunu ödeyebilir. Çok basit bir hesapla, borcunuzun vadesi geldiğinde döndürmek için aldığınız yeni borç için ödediğiniz reel faiz eğer büyüme oranınızın üstündeyse (ki nicedir bırakın büyümeyi küçülen bir ülkeden bahsediyoruz), borcunuz hem düzey hem de GSYH’ya oran olarak artar da artar. 2010 kemer sıkma programı, kamu borcunun büyüklüğünü sorun etse de, düşürmekte başarılı olamamış, fakat ne hikmetse bugün bile hala eski yanlışında ısrar etmektedir.

Syriza’nın 25 Ocak 2015’teki zaferi işte böyle bir arkaplanın sonucu. Borç Yunanistan’ındır. Ancak, 2010’da bu kemer sıkma programına evet diyen geçmiş hükümetler eliyle Yunanistan giderek daha kötüleşmiş, halk da buna isyan etmiş, demokratik çerçevede cevabını Syriza’yı işbaşına getirerek vermiştir.

Haliyle de, Syriza işlemeyen, durumu daha da içinden çıklımaz hale getiren kemer sıkma programından kurtulmaya niyet etti. Ekonomiyi büyütmeden, siyasi güçlerini kullanarak ekonominin kaymağını yiyen toplum kesimlerini vergilendirmeden borç ödeme kapasitesinin artırılamayacağını savundu. Ancak ne servet vergisi, ne de paralarını yurtdışına çıkarıp vergi ödemeyen Yunanlılar’a karşı almayı düşündüğü önlemlerde Troyka’dan destek gördü. Yunanistan’a dayatılan faiz dışı fazla hedefi için neredeyse tek seçenek bırakılmıştı. Emekli maaşlarının düşürülmesi, KİT’lerin özelleştirilmesi, adaların satılması, Halkidiki gibi koruma altındaki bölgelerin imara, altın madenciliğine açılması. Neo-liberallerden de başka bir öneri beklenemezdi zaten.

5 Temmuz’da halk %60’ın üzerinde bir oyla buna HAYIR dedi. Oysa, Troyka ve büyük sermaye için EVET çok değerliydi. Yunan medyası ve anket şirketlerinin tüm manipülasyonları, hayır çıkarsa bankadaki paralarınızı unutun tarzı yaratılan terör (ki bankaları kapatın diye dayatan Troyka’nın esas amacı da halkta gelecekle ilgili bir infial yaratmaktı) bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyordu. EVET çıksa, asi çocuk Çipras hükümeti devrilebilir, İspanya ve Portekiz gibi benzer sıkıntıdaki ülkelere “başka çareniz yok” mesajının verilebilecekti. Birçok gözlemci, bu korkutmalar ve manipülasyonlar olmasa HAYIR oylarının %80’leri geçeceğini belirtiyorlar.

Yunanistan neden Türkiye değil?

Biz bu filmi daha önce görmüştük. 2001’de cumhuriyet tarihinin en büyük krizine giren Türkiye’de de benzer manzaralar vardı. 15 günde, kar eden ne kadar kamu işletmesi varsa özelleştirilmesi, tütün ve şeker pancarı ekiminin sınırlandırılması gibi ekonomik yapıya şok terapisi yapan, 15 yasa dayatması hala zihinlerimizde. O dönemde TELEKOM’un  %50’sini 300 milyon dolar gibi yok pahasına özelleştirilmeye çalışılanlara karşı koalisyon hükümetinde bir bakanın verdiği mücadelenin anaakım medyada nasıl şeytanlaştırıldığı, yapılan manipülasyonlarla faizin yükseltilip, doların nasıl zirve yaptırıldığı, borsa endeksinin nasıl düşürüldüğünü biliyoruz. Piyasaların, birilerinin elinde, halka karşı nasıl sopa haline getirildiğini biliyoruz. Ekonominin çöktüğü günlerde 300 milyona özelleştirilemeyen TELEKOM daha sonra AKP hükümeti döneminde 4.5 milyar dolara satılabilmişti. 2001 krizine karşı verilmiş ve kazanılmış tek mücadele buydu desek yalan olmaz. Aynı AKP hükümeti, üçlü koalisyonun IMF ile bağladığı ve oldukça iyi bir PR çalışmasıyla “Güçlü Ekonomiye Geçiş” adını verdiği kemer sıkma programını harfiyen uygulamakta bir beis görmedi. Türkiye çok uzun yıllar dünyanın en yüksek faiz dışı fazlasını veren ülke oldu. Vergiler arttı, yenileri uygulamaya sokuldu, özelleştirilmedik KİT bırakılmadı, doğal kaynaklar talana açıldı.

“Peki bunlar uygulandı da kötü mü oldu? diye sorulabilir. “Bu program sayesinde, 2002’den itibaren ekonomi hızla büyümüş, kamu borcu düşüp IMF’ye olan borçlar sıfırlanabilmiştir. Demek Yunanistan’ın da inadı bırakıp, Troyka’nın planına evet demesi gerekir” diye akıl yürüten çevreler var.

Oysa, Türkiye’nin krizden görece hızlı çıkmış olmasında uygunlamaya konumuş programın katkısı oldukça sınırlıdır. Bankacılık kesiminin güçlendirilmesi, Merkez Bankası’nın uzunca bir süre enflasyon odaklı para politikasını bağımsız beliryebilmesi programın olumlu yanlarıydı. Türkiye, esas olarak  11 Eylül saldırıları sonrası gelişen olumlu küresel ekonomik konjonktürün yardımıyla bu krizden çıkmıştır.. 11 Eylül olayları sonrasında daralan ABD ekonomisi yöneten ekip, deyim yerindeyse, dünyayı dolara boğdu. Finans piyasalarının spekülasyon konusunda elin kolunu bağlayan yasalar bu dönemde lağv edildi ve haliyle piyasalar tüm dünyada coştu. Bizim gibi IMF’nin sözünden çıkmayan “uslu” ülkelere adeta para yağdı, buna bir de 11 Eylül sonrası yönünü Batı’dan “müslüman Türkiye’ye” çeviren Arap sermayesini ekleyince, Türkiye ekonomisi uçuşa geçti. Olumlu dış konjonktür, hızla büyüyen ekonomi AKP’yi sandıkta güçlendirdikçe bir dinamik daha ortaya çıktı. Sandık sonuçlarını kendine kalkan yapan AKP hükümetleri ekonomik büyüme önünde engel gördüğü tüm düzenlemeleri ya iptal etti ya da etkisizleştirdi. Bir Avrupa Birliği ülkesinde görülmeyecek biçimde bu düzensizleştirme halen devam ediyor. Sonuçlarını da, Soma, Ermenek, Torunlar İnşaat, 3. Köprü ve havalimanı için kesilen Kuzey Ormanları ve Yırca’daki zeytinlikler gibi saymakla ibitmez acı olaylarla görüyoruz. Sermayenin karlılığını artırmaya yönelik bu tür gizli ya da açık destekler olmasaydı Türkiye ekonomisi bu kadar hızlı büyüyebilir miydi? Murad edilen böyle bir büyüme midir? Bunlar ayrı bir tartışmanın konusu. Yunanistan’ın ya da İspanya’nın aklına kentteki son ormanları imara açmak, iş güvenliği düzenlemelerini görmezden gelmek,  gereksiz projelere milyarlarca dolar akıtıp ekonomiyi suni bir şekilde büyütmek gelmediyse bunu neye yormak lazım? İş bilmez, beceriksiz, vizyonsuz yöneticilerine mi yoksa kararlara katılım, kuvvetler ayrılığı gibi kurumlarıyla demokrasiye mi? Herhalde ikincisine.

Demokratik ideallerin ve dayanışmanın faziletleri

Paul Krugman’ın halk oylaması sonuçlarına binaen “demokrasi herhangi bir ortak para sistemi düzenlemesinden daha önemlidir” sözü de bu noktanın altını çizmekte. Oylama sonucu AB demokrasisi açısından bir zaferdir. Yürünecek çetin bir yol vardır, bu doğru, ama halk “bunu bana rağmen, bensiz yapamazsın” mesajı vermiştir. 2008 yılından beri çeşitli veçhelerle ortaya çıkan (Wall Street’i İşgal et eylemleri, Gezi Olayları, Brezilya olayları vs.) halk hareketleri 1980’lerde oluşturulmuş oyunun kurallarına  bir başkaldırıdır. Yunanistan Avro bölgesinde kalsa da gitse de “hayalet” Avrupa semalarında daha belirgin bir biçimde görünmüştür.

Zaman, AB kodamanlarına, işlerine geldiğinde o çok övündükleri, demokratik idealleri ve dayanışmanın önemini hatırlatma zamanıdır.  Aralarında Yunanistan’ın da olduğu ülkeler 1953’te, yani AB’nin temellerinin atıldığı dönemde, 2. Dünya Savaşı’nda yanıp yıkılmış Alman ekonomisi ayağa kalkabilsin diye borçlarının bir kısmını iptal etmişti. Destek sırası başta Almanya olmak üzere Kuzey Avrupa ülkelerindedir.

 

Ahmet Atıl Aşıcı, Doç. Dr. İTÜ, YSGP MYK üyesi

 

You may also like

Comments

Comments are closed.