Köşe YazılarıYeşeriyorum

Madileşen dünyada rahatça uyumak

0

Bir süredir cinsiyet ve iklim mücadelesini düşünüyorum. Tam zamanlı işim küresel iklim değişikliğine karşı mücadele etmek. Hafta içi (ve hafta sonu) günde 10 saatimi iklim değişikliğine ayırıyorum. Hobim ise feminizm.

Bir şey itiraf etmenin vakti geldi: Geceleri kafamı yastığa koymadan önce bazen düşünüyorum, “Her üç kadından birinin fiziksel veya cinsel şiddet gördüğü, bunun da hala yeterince konuşulmadığı bu dünyada iklim değişikliği biraz bekleyebilir.”

Dünyanın yarısı kadın, bu kadınların üçte biri şiddet görüyor ve ben tüm vaktimi ısınan gezegen için harcıyorum. Sorunları önceliklendirmek değil bu, kadın olduğum için bir vicdan azabı diyelim.

Bu nedenle Türkiye’deki LGBTİ toplumu “Biz cinsel kimliğimiz ve cinsel yönelimimiz nedeniyle öldürülüyoruz. Yaşayanlarımız iş bulamıyor, ev bulamıyor, sağlık hizmetlerinden yararlanamıyoruz, translar sokağa çıktığında bile ceza kesiliyor. Gezegen biraz bekleyebilir.” dediğinde de içten içe hak veriyorum aslında.

İçten içe hak veriyorum, çünkü acil bir çözüm için sorunun ta kendisine odaklanıyoruz: toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri. Daha büyük resme baktığımızda ise sorun aslında yüzyıllardır süre gelen bu “sistem”: Gezegendeki canlı, cansız herkesi ve her şeyi sömüren bir erk.

Böl, parçala, yönet mi?

Çok yanlış bir taktik. Son dönemlerin trendi sınıflandır, nesneleştir, sömür.

Kendisini tüm dünyanın hakimi gören adem, kendisi gibi olmayan herkesi ve her şeyi belli sınıflara ayırdı ve onlara beli işler verdi. Bu yeni dünya düzeninde kadınların, siyahların, kızılların, hayvanların, ağaçların, toprağın, suyun amacı beyaz adama hizmet etmekti.

Sistem, kendisi gibi olmayan herkesi ve her şeyi belli standartlara ve sınıflara ayırıp, bir nesne haline getirip sömürüyor.

LGBTİ hikayesi önce inkar ile başladı. Lezbiyenler, gayler, translar, biseksüeller, interseksler yoktur! LGBTİ mücadelesi 80’li, 90’lı kuşağın tanık olduğu en büyük sivil hak mücadelelerden birini vererek var olduklarını kanıtladıktan sonra da: LGBTİ vardır, o zaman siz de standardize olun, tüketim toplumunun bir parçası olun:

Çalışın, ev alın, evlenin, aile kurun, tüketin, tüketin, tüketin. IŞİD’in 8 katlı kulelerden attığı eşcinsellerin dramına kulağınızı tıkayın. San Francisco’da yaşayın, yazlarınızı gay adalarda geçirin. Size ait televizyon dizilerini izleyip “aynı biz, ne şeker” deyin. Gazze’ye sırtınızı dönüp Tel Aviv’den denize girin. Rusya’daki, Türkiye’deki gayleri düşünmeden Rus votkaları için, sonrasında döner yiyin. Tüketin anam. Her şey güllük, gülistanlık.

Oysa sorunlar devam ediyor. Her şeyin hakimi olan bu erk’i tümden yıkmadıkça göstermelik haklarla bir yere varılmıyor.

Onlardan olmayan, hep dışarıda kalıyor. Şirketlerin, ve onların etkisi altındaki devletin, daha fazla kar uğruna sömürdükleri bu gezegen küresel iklim değişikliği kaynaklı bir yıkıma doğru sürükleniyor. Savaş, afet, aşırı hava olaylarında ise geride bırakılanlar ilk kadınlar, LGBTİler, çocuklar oluyor.

Artan gıda fiyatlarından, kuraklıktan, sellerden etkilenenler hep yaşam alanlarının dış çeperine itilmiş, dışlanmış gruplar oluyor.

Bizim bir yaşam alanına ihtiyacımız var. Olduğumuz gibi görünebileceğimiz, özgürce yaşayabileceğimiz, beraber olabileceğimiz bir yaşam alanı.

Gezi de buydu işte. Ekolojistler için de buydu, LGBTİ toplumu için de buydu.

Ortak yaşam alanımız bu parkın beyaz adamın verdiği karar ile sömürülmesine, daha fazla tüketmemiz için bir nesne haline getirilmesine ve bizim de bir tüketim aracı olarak görülmemize izin vermiyoruz.

Geceleri kafamı yastığa koyduğumda aklımdan geçen feminist ve kuir düşüncelerden sonra rahatça uyuyabilmemin ve her sabah şevkle çalışabilmemin nedeni bu.

Sistemin bana yüklediği roller ve toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri yüzünden hiçbir zaman karar alıcı olmadığım halde verilen kararlarla benim yaşam alanımı, havamı, suyumu ve gıdamı zehirleyen; beni nesneleştiren, taciz eden, tecavüz eden, öldüren bu sisteme karşı bir mücadele veriyorum ben.

You may also like

Comments

Comments are closed.