Hafta SonuKitapManşet

Jale Karabekir ile yeni kitabı üzerine: “Ezilenlerin Tiyatrosu ezilenlerin özgürleşmesini amaçlar.”

0
Tiyatro Boyalı Kuş'un genel sanat yönetmeni Jale Karabekir

Tiyatro Boyalı Kuş‘un genel sanat yönetmeni ve Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi Türkiye‘nin kurucusu Jale Karabekir‘in “Türkiye’de Kadınlarla Ezilenlerin Tiyatrosu: Feminist Bir Metodolojiye Doğru” başlıklı kitabı, Mayıs ayında Agora Kitaplığı tarafından yayımlandı. Yazar, Brezilyalı tiyatro insanı Augusto Boal‘ın geliştirdiği Ezilenlerin Tiyatrosu (ET) tekniğini en iyi bilen tiyatroculardan biri olması yanı sıra, yüksek lisansını da kadınlarla ET çalışmaları üzerine yapmıştı.

Türkiye'de Kadınlarla Ezilenlerin Tiyatrosu: Feminist Bir Metodolojiye Doğru, Jale Karabekir - Agora Kitaplığı, 2015

Türkiye’de Kadınlarla Ezilenlerin Tiyatrosu: Feminist Bir Metodolojiye Doğru, Jale Karabekir – Agora Kitaplığı, 2015

Jale Karabekir son günlerde, Türkiye’de de giderek ilgi gören bu teknikle tanışmak veya kendini geliştirmek isteyenlere yönelik olarak, Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi Türkiye tarafından 2-5 Temmuz‘da Adatepe Taşmektep’te Ezilenlerin Estetiği atölye çalışmasının hazırlıklarını yürütüyor.  Bu çalışmalar sürerken başarılı tiyatro insanı ile yeni kitabı ve Ezilenlerin Tiyatrosu üzerine konuştuk.

Kitapta üç düzlem var. Ezilenlerin Tiyatrosu, kadınlar ile Ezilenlerin Tiyatrosu ve feminist metodoloji. Bunun ilkinden başlayalım. Ezilenlerin Tiyatrosu nedir? Bu öyküyü bize anlatır mısın?

Ezilenlerin Tiyatrosu, Brezilyalı Augusto Boal’ın yaşam hikâyesi ile birlikte gelişir. Aslında Portekizli olan Rio’da yaşayan orta halli bir fırıncının oğludur. Biz onu tiyatro yönetmeni, yazar ve siyasetçi olarak bilsek de, aslen kimya mühendisliği okumuştur. Okulu bitirince ailesinin maddi desteğiyle New York’a gider ve Columbia Üniversitesi’nde petrol mühendisliği alanında yüksek lisans yapar. Boal otobiyografisinde her göçmen ailede görülebildiği gibi kendi anne-babasının da evlatlarının doktor ya da mühendis gibi itibarlı bir mesleğe sahip olmasını istediğini söyler.

Ancak Boal, tiyatro bölümünden de dersler almaya başlar ve oyun yazmaya eğilir. Elbette 1950’lilerin muhteşem New York’unda Writers’ Group ve Actors’ Studio gibi çeşitli oyuncu ve yazar camialarına girmeye başlar. Birçok insanla tanışma fırsatı da bulur. Arthur Miller ve Richard Schechner bunlardan bir kaçı… Bu bağlantılarını kullanarak röportajlar yapıp Brezilya’ya göndererek para kazanmaya çalışsa da ya da başka bazı işlerde çalışıp hayatta kalmaya gayret etse de, sonunda parası tükenir ve Brezilya’ya geri döner. Boal ülkesine döndüğünde mühendislik yapmaya devam ederse asla tiyatroya geri dönemeyeceğini fark ettiğini söyler. Dedektiflik öyküleri çevirmeye başlayıp mühendislikle bağlarını tamamen koparır. Bu esnada Arena Tiyatrosu adında yenilikçi Brezilya tiyatro topluluklarından birine katılıp, Küba öncesi kaynayan bir coğrafyanın genç yönetmenlerden biri olur.

Augusto Boal

Augusto Boal

O dönemi hatırlamak istersek… Paulo Freire gibi farklı bir eğitimin mümkün olabileceğini iddia eden, dahası, ezilenlerin pedagojisine dair teori ve pratikleri geliştirmiş isimlerin faal olduğu bir dönemin Güney Amerikası’ndan bahsediyoruz. Halkın bilinçlendirilmesine odaklanmış bir dönem bu. Düşünün ki, Brecht hâlâ hayatta ve halkları etkileme gücü sürüyor. Boal’ın teatral yaşamında ise, birçok farklı yapım ve birçok farklı biçimin denendiği bir dönem bu. Ancak Boal’ın en önemli ayması sanırım konu ettikleri oyunlarla seyirciler arasındaki çelişki. Çünkü halkın ve işçinin sorunlarını oyunlaştırdıkları bu dönemde, sahnede köylü ve işçi kıyafetli oyuncuları seyredenler orta sınıf bir kitle. Bu da Boal’ın aklında birçok soru açıyor. Böylece Arena Tiyatrosu kırsala turneler düzenlemeye başlıyorlar, gerçek halkı ve seyirciyi aramak adına. Kente döndükleri dönemde de diktatörlüğün baskı ve sansürüyle karşılaşıyorlar. Oyunların yasaklanmaya başladığı bir dönem. Ancak tiyatrocular bu yasakları da aşmayı bir süre beceriyorlar. Oyunun şu şu tiyatroda sahneleneceğinin genel bilgisine karşılık, oyunun başlamasından mesela yarım saat kala, oyunun başka bir tiyatroda, adreste olacağı bilgisi veriliyor seyirciye gizli gizli. Polisi şaşırtmaca taktiği. Polis yasaklayacağı oyunun oynandığı tiyatroya geldiğinde bomboş bir tiyatro salonu buluyor.

On yıllarca sonra icat edildiğini sandığımız “Flash Mob” (İng. Ansızın eylem) gibi yani?

Evet, aynen! En azından başlarda bu böyle ilerliyor. Bu eğlenceli bir hal alıyor gibi görünse de, tabii polis de bir süre sonra bu durumun farkına varıyor. Bunun üzerine Boal Gazete Tiyatrosu’nu geliştiriyor. Bu da tamamen doğaçlamaya dayalı, gazetedeki haberleri oynamaya odaklanmış, spontan ve sahneye ihtiyacı olmayan bir tiyatro biçemi. Bunlar Brezilya Tiyatrosu için büyük bir yenilik tabii! Daha sonra Boal da tutuklanan kişiler arasına giriyor. Uzun dönem işkence görüyor. Bu noktada New York kökenli dostluklar devreye giriyor. Miller ve Schechner’in kampanya çabalarıyla tutuksuz yargılanması sağlanıyor, hapisten çıkıyor ancak yurtdışı yasağı getiriliyor Boal’a. Ona rağmen bir Avrupa turnesi için özel izin de veriliyor. Sınır kapısındaki bir memur belki de Boal’ın hayatını kurtarıyor… Döndüğünde tutuklanacağı belki de öldürüleceği bilgisini sızdıran görevli özetle şunu diyor: “Git! Dönme! Biz ikinci kez tutuklamayız. Öldürürüz!” Yine de döneceğine dair taahhütname imzalatıyor ama elbette Boal mesajı alıyor ve dönmüyor. Arjantin’e gidiyor ve sürgün hayatı başlıyor. Ne yazık ki, kendisi ile birlikte gelen eski eşi geri dönme kararı alıyor ve dönüşünden üç gün sonra öldürülüyor. Ülkesine dönmeyen Boal de vatandaşlıktan çıkarılıyor.

Tiyatro Boyalı Kuş'un genel sanat yönetmeni Jale Karabekir

Tiyatro Boyalı Kuş’un genel sanat yönetmeni Jale Karabekir

Brezilya’da bu vahşi olayların gündeme geldiğinde 1971 yılındayız. Arjantin’de de durum pek parlak değil aslında. Zaten tek bir ülkeye de bağlı kalmıyor Boal. Peru ve Ekvador’a da geçiyor bir süre. Güney Amerika’daki politik durum iyiden iyiye kötüye gidince Avrupa’ya yerleşmek zorunda kalıyor. İlk önce Portekiz daha sonra da Fransa’da yaşıyor. Avrupa’daki uygulamalarında Boal, bireylerde dışsal ezilmenin etkilerinin Güney Amerika’ya kıyasla sınırlı olduğunu görüyor. Brezilya’da sokaklarda olan polisleri Avrupa’da göremeyince “Nerede bu polisler?” sorusunu yöneltiyor. Bulduğu yanıt “İnsanların kafasında!” oluyor ve “Kafadaki Polis” ile “Arzu Gökkuşağı” adındaki terapötik yöntemleri de Avrupa’da geliştiriyor.

Vatandaşlığını yeniden kazanması ile Brezilya’ya geri dönünce İşçi Partisi kendisine milletvekilliği teklif ediyor ancak politikacı değil politik tiyatrocu olmayı tercih ederek Rio Ezilenlerin Tiyatrosu Merkezi’ni kuruyor. Ama daha sonra Parti’nin ısrarlarıyla Rio meclis üyeliğine seçiliyor.

Ezilenlerin Tiyatrosu nasıl ortaya çıkıyor? Yöntemleri neler?

Tüm bu hareketlilik içinde Boal, ezilenler için değil, ezilenlerin kendisinin kendisi için yaptığı Ezilenlerin Tiyatrosu’nun teori ve pratiğini geliştiriyor. Ama bunu masa başında ya da zihninde hayal ederek değil, gerçekten seyirciden gelen tepki ve eleştirilerle ve pratiklerle geliştiriyor. Bence en önemli ve anlamlı nokta bu. Kitapta bu aşamaları elimden geldiğince aktarmaya çalıştım.

Ortak ezilme ve baskının irdelendiği ve tiyatro yoluyla karşı çıkılma pratiklerinin arandığı, deneyimlendiği bir tiyatrodan bahsediyoruz. O nedenle daha çok homojen topluluklarla çalışılmasında fayda var. Grup çalışmalarında “imge” dediğimiz donmuş karelerden yola çıkıyoruz. Sözle değil daha çok bedensel ifadeyi tercih ediyoruz ilk başta. Bu imgeler yaşananlara dair hissedilenleri resmeden donmuş heykeller aslında. Atölyelerde, bu imgeler bir dizge içinde oluşurken, ortak kararlar doğrultusunda yavaş yavaş bir hikâyeye dönüşüyor. Örneğin, bir kadının evinde şiddet görmesi gibi… Bu şekilde doğaçlamalarla kısa bir “forum oyunu” ortaya çıkıyor.

Jalr Karabekir, Forum Tiyatrosu çalıuştığı bir hekim grubuyla birlikte

Jale Karabekir, Forum Tiyatrosu çalıştığı İstanbul Tabip Odası hekim grubuyla birlikte

Forum oyunlarının en ilginç yanı öyküdeki çatışmanın doruk yaptığı noktada oyunun bitmesi. Oysa alışılagelmiş tiyatroda çatışma ortaya çıktıktan sonra çözülür ve oyun biter. Forum Tiyatrosu’nda ise çözülme yaşanmadan oyun bitiyor. Bu 5-10 dakikalık kısa oyundan sonra “joker” tabir edilen bir kişi sahneye çıkıyor ve seyirciyle bir diyalog başlatarak, başkahramanın ne yaparsa içine düştüğü durumdan kurtulabileceği soruyor. Gelen yanıtlardan sonra joker, yanıt verenlerin başkahramanın yerine geçerek oyuna istedikleri yerden devam etmelerini, mücadele etmelerini ve bu şekilde önerilerini denemelerini yani oynamalarını istiyor. Bu noktada seyircinin tiyatrosu başlıyor. Konuşmak önemli ama eyleme gelindiğinde konuşulanların gerçekte nasıl işleyip işlemediği görülebiliyor. Bu nedenle, Boal, Forum Tiyatrosu’nun güvenli bir prova alanı sağladığını söylüyor.

Peki biraz da kitabından bahsedelim. Nasıl bir kurgusu var?

Kitap yedi bölüm, giriş ve eklerden oluşuyor. Ancak tüm bölümleri birbirinden farklı içerikler sunmakla birlikte verilen sırada okunması gerekmiyor. Bu nedenle bir “okuma seçenekleri” bölümü de ekledim. Bölümler arasında sadece olması gerektiği kadar bağlantı kurdum.

Birinci bölümde Boal’ın hayatıyla iç içe geçmiş halde Ezilenlerin Tiyatrosu, “Nedir?”, “Nasıl yapılmıştır?” ve “Nasıl ortaya çıkmıştır?” gibi sorulara yanıt vermeye çaıştım. Ayrıca kadınlarla yapılan çalışmalara ve Hindistan’daki Jana Sanskriti topluluğu gibi örnek çalışmalar da bu bölümde ele aldım.

İkinci sırada gelen bölüm “Kadınlar için Eğitim” adını taşıyor ve kitabın temel bağlamını tanımlıyor. Tazminat’tan günümüze kadar ülkemizde kadınlar için eğitimin nasıl tahayyül edildiğini araştırıyor. Buradan yola çıkarak, Türkiye’de kadınlarla Ezilenlerin Tiyatrosu yapıldığında hangi bağlam üzerinden düşünmek gerektiğini yorumluyorum. Çalışmalar bir toplum merkezinde yürütüldü. Bu nedenle günümüzde değişen sosyal hizmetler uygulamaları ve toplum merkezi gibi yapıları da bu bölümde inceliyorum.

“Feminist Metodoloji” üçüncü bölümde sunuluyor. Önce, feminist ve “queer” felsefe kuramcısı Judith Butler’ın “performatiflik” teorisi ile Ezilenlerin Tiyatrosu’nun ilişkisini kuruyorum. Bu ilişki bize feminist bir araştırma yöntemi sunuyor. Önerilen feminist metodoloji, ayrıca, özellikle ikinci dalga feminizmde eğitimin yerine tercih edilen bilinç yükseltme çalışmasının da bir tekniği olarak kullanılabiliyor.

Her ne kadar bölümlere numara vermesem de dördüncü sırada gelen bölümde, alan çalışmamı anlatmaya başlıyorum. Okmeydanı Toplum Merkezi’nde yapılan mülakatlar ve diğer etkinlikler ile yapılan Forum Tiyatrosu gösterilerine bu kısımda yer veriyorum. Kadınların çalışma esnasında içinde oldukları mekânı (toplum merkezini) ve bu eğitim söylemini nasıl tahayyül ettiklerini de inceledim. Bu incelemeleri, katılımcı kadınların sözleri eşliğinde anlatıyorum. Kitabın ek bölümlerinde, Okmeydanı ile geliştirdiğim deneyimleri tamamlayıcı nitelikte olan fakat daha sonra yürütülmüş çalışmalara yer veriyorum.

Ezilenlerin Tiyatrosu uygulamaları için nasıl bir yöntem izlediniz? Çalışmalarda nasıl bir rolünüz oldu?

Forum Tiyatrosu’nu az önce anlattığım gibi uyguluyoruz. Biz de oyun ve egzersizleri bilen ve katılanlara bu yönde rehberlik edebilecek deneyime sahip taraf olarak “kolaylaştırıcı” olarak tanımladığımız bir rolde yer alıyoruz. Çünkü toplulukların ve benim deneyimimde kadınların kendilerini ifade etmesi, kendilerine uygulanan baskı ve ezmenin kişiye özel değil ortak bir durum olduğunu fark etmeleri için bir dizi egzersiz ve oyunlardan geçiyoruz. Bu noktada kolaylaştırıcı bir misyonumuz var, asla yönetmek, liderlik etmek değil, diğer birçok drama çalışmasında olduğu gibi. Oyunların çıkartılması, imgelerin oluşturulması tamamen katılımcıların yaratıcılığı ile onların içinden gelişiyor.

Tiyatro Boyalı Kuş’un kurucusu olarak on beş yıldır genel sanat yönetmenliği ve birçok yapımda da reji görevini üstleniyorsunuz. Ezilenlerin Tiyatrosu ise yönetmensiz bir yapıya sahip. Jale Karabekir olarak bu farklı deneyimden nasıl besleniyorsunuz?

Tiyatro Boyalı Kuş’ta da yönetmenlik kelimesini kullanmaktan hiç hazzetmem. Genelde hep rejiyi kullanırım. Ezilenlerin Tiyatrosu’ndan öğrendiğim bir nokta bu sanırım. Bir yönetimden öte, birlikte yaratma, birlikte deneyimlemeyi odakta tutmaya çalışıyoruz. Reji ise ses, söz, müzik, hareket, mizansen, ışık, metin, dramaturji vb. teatral her şeyi bütüncül görebilme yetisi ve görevi. Tiyatro Boyalı Kuş’taki çalışmalarımız üçe ayırdığım bir bütünün parçaları aslında. İlk olarak ana akım tiyatronun dışında seyreden profesyonel oyuncularla çalıştığımız bir alternatif tiyatro çizgimiz var, ki bu ilk parçayı oluşturuyor. İkincisi, feminist dramaturji uygulayarak gönüllülerle yürüttüğümüz okuma tiyatrosu çalışmalarımız var. Üçüncüsü ise, bu kitaba da konu olan Ezilenlerin Tiyatrosu. Dolayısıyla hepsi birbirini bütünlüyor. Üçünden birinin eksik olması Jale olarak beni eksik kılardı. Bu nedenle yarattığımız bu dengeyi ben çok seviyorum.

Ana akıma karşı profesyonel bir alternatif tiyatronun önemini vurgulamalıyım. Örneğin Hamlet’te Ophelia’nın geçiştirilen ölümünü, biz, ana konu olarak ele alabiliyoruz. 2010 yılındaki Ophelia’yı Kim Öldürdü? adlı oyunumuz buna bir örnek. Bu eleştirimizi performatif bir oyun kurarak verebildik. Her şeyi forum ya da okuma tiyatrosu ile aktarmamız mümkün değil. Okuma tiyatrosunda yarı profesyonel ya da amatör ekiplerle çalışıyoruz. Daha sade bir oyunculuk kullanırken dramaturji çalışmasını da birlikte yapabiliyoruz. Son olarak Ezilenlerin Tiyatrosu’nda da tiyatroyla, insanlarla ve kendinle ilgili o kadar çok şey öğreniyorsunuz ki…

Ezilenlerin Tiyatrosunu yıllardır araştıran ve uygulayan bir isimsiniz. Bu çalışmalar katılanlarına neler kazandırabilir?

Birinci olarak Ezilenlerin Tiyatrosu sosyal değişimi hedefler. İkincisi, ezilenlerin özgürleşmesini amaçlar. Bu da sadece bireysel farkındalık ile oluşamaz. Bir yandan da Ezilenlerin Tiyatrosu insanlara bir reçete de sunmuyor. Şu veya bunu yaptığınızda şunlar olur gibi bir formül sunmuyor. Zaten Forum Tiyatrosu’nu yaptığınız insanlarla, o seyirciyle, o günle hatta o an ile ilgili her şey. Başka bir zaman, mekanda, farklı insanlarla sonuçlar tamamen farklı olabilir. Tiyatronun yaşayan doğası ile de ilgili bir şey bu. Aynı oyunu aynı kişilerle başka bir mahalleye götürdüğünüzde bambaşka sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Bu da araştırmak istediğim başka bir konu zaten.

Boal, “Ezilme monologla başlar”, diyor. Geleneksel tiyatroda Brecht ya da Shakespeare’den bir eser izlediğinizde verilen otorite onlardır ve mesaj bellidir. Oyuncular da bunu en iyi şekilde canlandırmaya çalışır. Boal bunu bir monolog olarak yorumluyor ve bu ilişkiyi diyaloğa çevirmemiz lazım diyor. Forum Tiyatrosu’nda seyircinin yerinden kalkıp oynayabilmesi, oyuna müdahale edebilmesi, katılması, kendi oyununu yazması tamamen bu diyaloğu geliştirecek süreçler. Ama Forum Tiyatrosu da her şeyi çözemez. Her konu da Forum Tiyatrosu’na uygun olmayabilir.

Boal seyirciyi aktive etmeye, bir şeyleri değiştirebileceğini kendisine göstermeye ve dahası buna hakkı olduğunu hissettirmeye odaklanıyor. Dolayısıyla sadece belli bir sorunun çözülmesinden ziyade, seyircinin yerinden kalkmasıyla birlikte hayatında bir şeyleri değiştirmeye başlamış olduğuna vurgu yapıyor. Seyircinin sahneye çıkıp sonuç elde edemese bile bir akışı değiştirebileceğini hissetmesi dahi çok önemli.

Bunların yanı sıra, “Yasama Tiyatrosu” dediğimiz yöntemi ile ezilenlerin tiyatrosunun çok somutlaşmış işlevsel çıktılarından da bahsedebiliriz. Boal’ın geliştirdiği bu biçimde belli bir mahalle ya da bölgenin somut sorunları Forum Tiyatrosu ile inceleniyor. Ortaya çıkan öneriler bir avukat aracılığı ile derlenip yasa teklifine dönüştürülerek Belediye Meclisi’ne taşınıyor. Bu yöntem ile oylanıp kabul edilmiş 19 yasa uygulaması var Brezilya’da. Kanada’nın Toronto şehrinde de bu yöntemin uygulanması sonucu yürürlüğe girmiş yasalar var. Portekiz’de… Bunlar doğrudan demokrasi örnekleri de aslında. Ülkemizde bu tarz uygulamaların olabilmesi için ise belediyelerin bu şekilde bir işleyişe uygun mevzuata ve anlayışa sahip olması gerekiyor elbette.

Bence en iyi örnek ise Hindistan’da. Batı Bengal’deki Kalküta’da (yeni adıyla Kolkata) kırsalda çalışan Jana Sanskriti grubu zamanla binden fazla oyuncuya ulaşan politik bir hareket haline dönüşüyor. 2009’da kaybettiğimiz Boal da kendileri için “dünyanın en iyi Ezilenlerin Tiyatrosu hareketi” demişti. Bir milyar nüfuslu bu ülkedeki patriyarkayla mücadele ediyorlar. Kendilerini öyle tanımlamasalar da ben onları feminist olarak görüyorum. Her köyde kurdukları takımlar ve orada yarattıkları ayrı ayrı oyunlarla değişim yaratmış durumdalar. Köy Meclisleri ile ilişkileri var. Tüm üyeleri de birbirini, aile ilişkilerine varana kadar tanıyor. Hepsinin birbirlerinden haberdar oldukları, paylaşımın, dayanışmanın kuvvetli olduğu bir komün sistemleri var. Açıkçası benim de belki de tek inandığım komünler. Bunun için nedenlerim de çok…

Bu hareket, Kasım 2015’de uluslararası bir enstitüye kavuşuyor. Ben de bu enstitünün uluslararası yönetim ekibinde görev alacağım.

Gezi sonrasında da birçok forum kuruldu. Forum Tiyatrosu’nun bunlardan farkı nedir?

Gezi park forumları çok güzeldi. Belki de ilk kez vatandaşlar olarak konuşma ve dinlenme hakkımız olduğunu görebildik, hissettik. Konuşmak için herkese söz verildi, süreler verildi. Bunlar da çok önemli. Ancak daha çok “söz” aşamasında yer bulan faaliyetlerdi bunlar. Sözün ötesinde eyleme ihtiyacımız var. Tiyatro da çatışma ile eylemden oluşur. Tiyatro sadece sözden ibaret olsaydı oyunculara da rahatlıkla “radyo kafa” olarak tabir edebilirdik. Sahneye giriş bile bir eylemdir. Her şey bir performanstır, bu röportajı yaptığımız şu an benim konuşuyor sizin notlarınızı alıyor olmanız veya meşhur balkon konuşmaları gibi… Öyle ki artık konuşanları sadece ne söylediği ile değil nasıl bir performans ile söylediği ile birlikte değerlendiriyoruz. Bu nedenle söz tek başına yeterli değil ve eylem şart.

Forum Tiyatrosu da sorunu sunduğu biçimle, seyirciyi katılımcı olmak için bir bakıma provoke de ediyor. Bu nedenle, eylemsel yanı güçlü. Bizim Forum oyunlarımızda da seyircinin yerinde oturup kalkmadığı durumlar oluşmadı. Sergilenenin kendisinin, arkadaşının, akrabasının ya da komşusunun hayatında olduğunu bildiği için, seyirci, gidişatı değiştirmek istiyor, en basit tabiriyle “gıcık” oluyor ve kalkarak kendi kafasındaki çözümü deniyor. Elbette karşısındaki oyuncular hazırlıklı olduğu için bu çözümler sonuç vermeyebiliyor. Hayatta da öyle; sen babana karşı çıkıp bir söz söylüyorsan, o da sana başka bir şey söylüyor. Etki-tepki…

Türkiye’deki deneyimleriniz ve kazanımlar hakkında da detay verebilir misiniz?

İki senesi doğrudan Ezilenlerin Tiyatrosu alanında olmak üzere dört yıl boyunca toplum merkezinde çalıştım. Katılımcılar 20 – 50 yaş aralığında ve çoğu ev kadınıydı. Merkez bir süre sonra kapatılmış olmasına rağmen bu süreç sonunda katılımcı kadınların bir çoğu farklı işlere girdiler, birlikte iş kurdular vb. Forum Tiyatrosu’nun eylemliliği amaçladığını söylemiştim. Bu açıdan bakıldığında genel anlamda eylem biçimlerine ışık tutan bir yapısı da var. 2009’da haksız tahrik indirimiyle ilgili 11 ülkeye yayılmış bir imge tiyatrosu çalışması yaptık. Erkek karısını öldürüyor ve ne kadar mağdur olduğunu anlatıyordu hakime. Adalet tanrıçası da ibresini erkekten yana ayarlıyordu. Biz de dengeleri yerli yerine oturttuk, diyelim… İstiklal Caddesi’nde tramvay hattı boyunca kadına yönelik şiddet ile ilgili imgeleri sergiledik. Sonra akşam çöktüğünde fenerlerini alan aktivistler bu imgeleri aydınlattı. Böyle bir sanatsal faaliyet ile hem fener tutanı da o aktivitenin içine dâhil etmiş oluyoruz hem de İstiklal Caddesi gibi önemli bir kamusal alanda bunu sergileyerek farkındalık desteği vermiş oluyoruz. Bunun gibi performanslar eylemlilik alanında da açılımlar kazandırıyor. Forum Tiyatrosu adı üzerinde “tiyatro” olduğu için katılımcısı açısından paneller ya da konuşmalara kıyasla görece daha aktif, haz alıcı ve “eğlenceli” bir atmosfer sunuyor.

Elbette bu çalışmaların etkili olabilmesi için yapısal süreklilik ve mekân önemli. Çalışmaların kesintiye uğraması katılımcıları da alternatif arayışlara itiyor ya da demoralize edebiliyor. Ayrıca mekânlar da bir araya gelme imkanı sağlıyor. Gerekli buluşma alanlarını olmaması çalışmanın verimliliğini ciddi şekilde azaltıyor.

Ezilenlerin Tiyatrosu uygulayıcıları, kolaylaştırıcıları olarak çok azız Türkiye’de. Hele ki 70 milyonluk bir ülke için. Çoğalmamız lazım. Bunun için sürekli atölyeler, çalışmalar düzenliyoruz. Bu yaz mitolojik Kaz Dağları’nda bulunan Adatepe köyünde Taşmektep’te 2-5 Temmuz tarihleri arasında “Ezilenlerin Estetiği” başlıklı bir atölyemiz var örneğin. Ezilenlerin Tiyatrosu’nu katılımcılara aktarıp, onların kendi topluluklarında uygulamalarını sağlamak, yani çoğalmak en büyük amacımız. Bu kitabı yazmamdaki nedenlerden biri de bu zaten.

*

Bu kapsamlı röportaj için Jale Karabekir’e çok teşekkür ediyor, Adatape Taş Mektep’teki Ezilenlerin Estetiği atölyesinde başarılar diliyoruz.

Sanat ve barışla kalın…

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.