EkolojiManşet

Ekolojik Anayasa ve Çevre Pratikleri Konferansı’ndan Notlar

0

Ekolojik Anayasa ve Çevre Pratikleri Konferansı,  Avrupa Hukuk Öğrencileri Topluluğu İstanbul Grubu (ELSA İstanbul) önderliğinde 6 Mayıs Çarşamda günü (dün) Galatasaray Üniversitesi’nde yapıldı.

61

Fotoğraf: Rana Göksu

 

Kuzey Ormanları Savunması (KOS), Su Hakkı Kampanyası, Genç Yeşiller, İklim İçin, Arhavi Doğa Koruma Platformu (ADOKOP),TEMA gibi sivil toplum örgütlerinin temsilcilerinin de katıldığı, Yard. Doç. Dr. Serkan Köybaşı, Dr. Tolga Şirin, Avukat Yakup Okumuşoğlu ve Avukat Can Atalay‘ın konuşmacı olarak davet edildiği konferanstan bazı notlar şöyle:

Marx dillerden düşmedi

Konuşmacılar sıklıkla kapitalizm ve sistem eleştirisi yaptılar, Karl Marx konferans boyunca en çok anılan düşünür oldu.

Serkan Köybaşı, Marx’ın “Devlet yok edilmelidir.” sözünün derin ekolojist bakışla düşünülebileceğini söyledi ve ekledi: “Televizyon izleme keyfini biz icat ettik, pasaportu da. (…) Sistem bizi doğadan koparıyor.”

Devletin merkeziyetçi yapısının, fıtratında ademi merkeziyetçilik olan doğanın bozulmasına yol açtığını söyleyen Tolga Şirin, aynı Marx’ın kapitalizmi eleştirirken yaptığı gibi bugün de ekoloji için “temel çelişkileri ortaya koyma”nın önemli olacağını ifade etti.

Yakup Okumuşoğlu “Kapitalizm er geç insanlığı yıkıma götürecek” dedi, Can Atalay ise sorunların kaynağının mülkiyet olduğunu söyledi.

Tolga Şirin: “Bir dere ya da gelecek kuşaklar hak öznesi olabilir”

62İlk oturumun konuşmacıları Bahçeşehir Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Serkan Köybaşı ve Galatasaray Üniveristesi’nden Dr. Tolga Şirin, “Ekolojik bir anayasa mümkün müdür?”ü başlığında doğa, insan, devlet ilişkilerini konuştular.

Tolga Şirin, ekolojik anayasaya en yakın örnekler olan Bolivya, Ekvador ve Bhutan  anayasalarından örnekler aktardı. Üçte biri ekoloji ile ilgili olan Bolivya Anayasası bir su mücadelesinden doğuyor. Fransız bir şirket Dünya Bankası’nın da teşviğiyle Bolivya’daki suların mülkiyetini alıyor. Zaman geçtikçe fiyatı artan suyu satın alamayan fakir Bolivyalılar, çatılarına büyük çanaklar koyup yağmur sularını toplamaya başlıyor. Ancak bu kez şirketten “benim mülkiyetim olan su buharlaşıp yağmur oluyor” savıyla Bolivyalıların yağmur suyunu biriktirmesini yasaklatıyor. Şirketin bu hamlesi, “Geçmişteki sömürücü ve neo-liberal Bolivya devletini terk ediyoruz” sözleriyle başlayan anayasanın kabulüne uzanan sürecin fitilini ateşliyor. Ekvador Anayasası’nda tüm havayı değiştiren bir madde var: “Doğa bir hak öznesidir.” Şirin: “Yani, Bir dere ya da gelecek kuşaklar hak öznesi olabilir.” diyor. Dolayısıyla bu özneler tahrip gördüğünde ya da görme riski altındaysa bu hukukun konusu olabiliyor. Bhutan Anayasası’nda ise öne çıkan güçlü bir madde şöyle diyor:” ülkenin yüzde 60’ı ormanlık alandır ve bu değiştirilemez.”

Serkan Köybaşı: “Anayasa para kazanma odaklıdır, doğayla ilgili bir metin değildir.”

Serkan Köybaşı, ekolojik kriz ve ekonomik kriz kavramlarıyla söze başlıyor: “Ekolojik kriz diye bir şey yok. Ekolojinin hep bir dengesi vardı. Denge insanları etkilemeye başlayınca buna kriz dedik ama bu “kriz”in sebebi aslında ekonomik sistemimiz ve getirdiği kriz”.

‘Ekolojik bir anayasa olabilir mi’ sorusuna Köybaşı’nın cevabı ise bunun bir oksimoron olduğu. Yani, ekoloji ve anayasanın birarada olmasının mümkün olmadığı çünkü “anayasanın varlığının ekolojik ‘kriz’in sebebi” olduğunu söylüyor. Bugünkü anayasa metinlerinin doğayla alakalı olmadığını, Fransız burjuva devriminden dolayısıyla insandan köklerine dayandığını ifade ediyor Köybaşı. Anayasanın insan merkezli olması ise doğal olarak insanın lehine, para kazanma, üretim yapma amaçlı olması demek. İnsanın bu niyetini gerçekleştirmesinin yolu ise hammadde kullanmak, yani doğayı tüketmek.

“Dünyanın katili olmaktan vazgeçebiliriz”

66

Köybaşı, sözlerine James Lovelock’un Gaia hipoteziyle devam ediyor: “Gaia, yani dünya tek bir canlıdır. Homeostaz (bir metobolizanın kendini koruma eğilimiyle denge kurmaya çalışması)’ı vardır.” Bu hipoteze göre eğer insan nüfusu 500 binlerde kalsaydı Gaia kendini toparlayabilirdi. Bugün Gaia’nın homeostazı çöküyor ve bu nedenle kapitalizmi bırakmamız lazım. Köybaşı “belki dünya yardım edebiliriz, dünyanın katili olmaktan vazgeçebiliriz” diyor ve ekliyor: “Ekolojist olalım. Kapitalizmi, büyüme isteğini bırakalım. Az tüketip az üretelim.”

Köybaşı sözlerini oldukça vurucu tamamlıyor: “Doğanın kurallarında anayasa yoktur. Doğa özgürdür, tahakkümsüzlüktür. Ekolojik bir düzende ne anayasa olur ne devlet olur. (…) Evet, bunlar bir teori. Bir zamanlar kapitalizm ve sosyalizm de birer teoriydi.”

Bir arabanın üretilmesi, 100 milyon Gamboçyalının bir günlük su tüketimi demek!

“Yargı Yoluyla Doğayı Korumak”, Avukat Yakup Okumuşoğlu ve Avukat Can Atalay’ın konuştuğu 2. oturumun başlığıydı.

Suyun kapitalizm sürecindeki hikayesinden bahseden Yakup Okumuşoğlu sözlerine Rize’nin Fırtına vadisinde büyüdüğünü söyleyerek başlıyor konuşmasına. Birçok şeyin hammaddesinin su olduğundan bahseden Okumuşoğlu, “meta”ya dönüştürülen suyun sınırlı varlık olduğunu söylüyor: ”Dünya üzerindeki tarım, endüstri ve insanların ihtiyacı için kullanılabilecek sular toplam suların yüzde 1’ini oluşturuyor. Gamboçya’daki insanlar günlük ortalama 4,5 litre su kullanılanabiliyorken Türkiye’de bu rakam 111 litre. Bir araba üretimi içinse otalama 400 ton su gerekiyor.”

Bunlar hep “Arınç kafası”

Bolivya’daki su hareketinde de olduğu gibi suyun özelleştirilmesinin tepki alması üzerine “kullanım hakkı” diye yeni bir şey icat edildiğinden söyleyen Okumuşoğlu “Kullanım hakkı özelleştirmenin getirdiği hakların aynısını sağlıyor zaten.” diyor. Yani, isim dışında değişen bir şey yok. “Türkiye’deki derelerin tümünün kullanım hakları 49 yıllığına bazı şirketlerde, 2000 büyük ölçekli Hidroelektirk santral (HES) ve 10 bin micro HES projesi var.” 20-30 sene sonra su çatışmaları çıkacak senaryosuna doğru ilerlediğimiz ifade eden Okumuşoğlu “Şirketler suyu satmak ve enerji üretmek ikileminde kalacaklar, ‘suyu satıyorum ama şu fiyattan’ diyebilecekler.” diyor. Dava açmanın hem zor hem masraflı olduğundan, davaların açıldıktan sonra hantal ilerlediğinden bahseden Okumuşoğlu, kazanılan davalarınsa münferit kaldığını ifade ediyor. Örneğin, dava açılarak iptal edilen projelerin ufak değişikliklerle tekrar hayata geçirilmeye çalışıldığını söylüyor: “Arınç kafası bunlar. (…) Artvin Arhavi’deki sahil yolu projesine 4 kez itiraz ettik, her itirazda aynı yol projesinde sadece 20 metre değişiklik yapıldı.”

Okumuşoğlu: “Hukuk darbe aldı, sivil toplum hukuğu tekrar var edebilir”

Okumuşoğlu sözlerine devam ediyor: “Hukuk darbe almıştır. Artık hukuk geri planda bir aygıt haline geldi, işlevsizleşti. Ancak patinaj yaptırabiliyoruz, zaman kazanabiliyoruz. Hukuk sivil toplumu arkasından sürükleyince olmuyor. Sivil toplum öne çıkıp hukuğu arkasına alıp yürüyünce sonuç alabiliyoruz. Gerze’de bunu izledik, şimdi Bartın Amasra’da halk ayakta yapılacak termik santrale karşı.”

“Sivil toplumun ‘benim hukukum bu’ demesi gerekiyor, o zaman hizaya geliyorlar. Bartın’daki yapılması planlanan termik santralin ÇED raporu 1 yıldır bakanın önünde onay bekliyor. Bakan onaylarsa bartın’ı kaybedeceğini biliyor.”

Okumuşoğlu sözlerini şöyle tamamladı: “Hukuk bitmiş vaziyette, siz yeniden var edeceksiniz.”

Atalay: “Kent mekanı hakkında karar verme hakkı vatandaşların elinden alındı”

Vatandaşların karar verme haklarının elinden alınması konusuna değinen Can Atalay, “Bu bahis yalnızca doğal varlıklarla ilgili değildir aynı zamanda kent mekanı ile de ilgilidir” dedi. Soylulaştırma ve kentsel dönüşüm politikalarını eleştiren Atalay, neoliberalizmin yıkıcılığına atıfta bulundu: “Neoliberalizm mevcut çitleri, yani tabuları, dümdüz edip tekrar çitlemek demektir. Yalnızca AKP’ye atfedeilemeyecek bu neoliberal düzende yuttaşların hakları belirsiz, yükümlülükleri belirlidir.”

Atalay: “Başka şanslarının olmadığını söyleyeceksiniz”

ADOKOP temsilcisinden gelen “Biz köylerde mücadeleyi anlatıyoruz ama  insanlar korkuyor yasalardan, hapse düşmekten. Özellikle iç güvenlik yasasının geçmesinden sonra. Onları nasıl hareketlendiririz?” sorusuna Atalay “başka şansınızın olmadığını söyleyeceksiniz” diye cevap verdi ve ekledi “İç güvenlik yasası anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı. Uygulayabilirler ama sonuçları ağır olacaktır, Türkiye büyük tazminatlar ödemek zorunda kalacaktır.”

Haber: Pelin Atakan

(Yeşil Gazete)

More in Ekoloji

You may also like

Comments

Comments are closed.