Yeşeriyorum

İstanbul bir daha eskisi gibi olmayacak! – Asu Aksoy

0

kısırkaya 1Başlık Çağlar Yurtseven’in Radikal 2’de 2013’te yazdığı yazının başlığından esinlendi. 3.Havalimanı Çevre Etki Değerlendirme Raporuna dayanarak İstanbul’da ‘Orman ve su ekosisteminde geri dönüşü olmayan bir tahribat yaşanacak!’ diyordu. Ben de bu yazıda, Kısırkaya’da İBB’nin inşa ettiği “Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı”nın gerçekleşmesi durumunda bir başka geri dönülmez tahribatın yaşanacağını söylüyorum. Söz konusu ‘bakımevi’ Kısırkaya Köyünün dışında, Karadeniz’in hemen kıyısında, muazzam büyüklükte bir alanda yer alıyor. Bağımsız Hayvan Özgürlüğü Aktivistleri, İstanbul Kent Savunması, Kuzey Ormanları Savunması , Sarıyer Kent Dayanışması ve Yeryüzüne Özgürlük Derneği tarafından yayınlanan basın duyurusunda 72 hektar büyüklüğünde olduğu söyleniyor. Alan uçsız bucaksız ve tümü köpeklerin atlayamayacağı yükseklikte tel örgülerle çevrili. Alanda çok sayıda beton klübe yapılmış, önlerinde boş toprak sahaları var. Ama klübeleri birbirinden ayıran iç tel örgüler var. Aydınlatma direkleri tüm alanı çevreliyor. Etrafta başka da yapı vs. yok. Rüzgarlı ve ücra bir yerde bir hapisane gibi burası; giriş kapısı büyük ama sıkı sıkıya kapalı. Bu hapisane görünümüne karşın İBB, medyada yer alan haberlere göre, attığı tweet mesajında sahipsiz hayvanların burada ‘geçici’ kalacağı konusunda kamuoyunun içini rahatlatmaya çalışıyor: “Merkezimiz”, diyor İBB, “ İstanbul’un Avrupa Yakası’ndaki tüm ilçelere hizmet vermek üzere projelendirilmiştir. Burada hayvanların kısırlaştırılması, tedavisi ve bakımları yapılacak olup bunun dışında başka bir işlem yapılması söz konusu değildir. Yasa gereği tedavileri ve aşıları yapılan hayvanlar alındıkları alana geri bırakılacaktır. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu kapsamında yapılacak işlemler “Topla-Aşıla-Kısırlaştır-İşaretle-Aldığın Yere Bırak” sisteminden ibarettir.” 72 hektarlık bu tel örgülerle çevrili yeri görünce İBB’nin söylediklerine inanmak zor. Konu denildiği gibi salt “Topla-Aşıla-Kısırlaştır-İşaretle-Aldığın Yere Bırak” olsaydı bu kadar masrafa girilmeden çok daha pratik çözülebilirdi; her ilçede veterinerler var, İBB ile protokol yapıp belli bir bedel karşılığı bu görevi yerine getirirlerdi. Üstelik böylece her mahalle ve bölgenin ‘sahipsiz hayvan’ı veterinerleri tarafından bilinir olur, tanınırdı.

Diyelim ki İBB dediği gibi işlemi “Topla-Aşıla-Kısırlaştır-İşaretle-Aldığın Yere Bırak” olarak gerçekleştirecek. Ancak, tüm Avrupa yakasından hayvanları buraya bu işlemi yapmak üzere getirmek gibi ‘toplu ve kökten çözüm’ pragmatizminin sonunda varacağı nokta, niyet edilmese de, hayvanların Kısırkaya ‘tesisinde’ uzun süreler beklemek zorunda kalacakları. Bu uzun süreli bekleme onlar için bir hapisane deneyimine dönüşecek; tüm ‘toplu ve kökten çözümler’de olduğu gibi sonuç hiç te başta planlandığı gibi etkin ve verimli bir şekilde yürümeyecek: çünkü, sahipsiz hayvanlar içinde bulundukları ortamlardan, mahallelerinden alınıp tanımadıkları kuzenleriyle tecrit edilmek ve topluca biraraya konuluvermekten hoşlanmayacaklar. Hayvanlar üzüntüden hastalanacak, saldırganlaşacak, bakıcılar zorlanacak, masraflar yükselecek, personel yetmezliği yaşanacak, filan derken, hapisane deneyimi giderek işkenceye dönüşecek. İBB attığı tweet mesajında “Dolayısıyla ‘Toplu itlaf, yakma fırınları, laboratuvar deneyleri’gibi iddialar hayal ürünüdür” demekte. Laboratuvar deneyimi ibaresi abartı olabilir ama, uzayan hapislik deneyiminin ölümlerle sonuçlanacağını öngörmek zor değil; bu da itlaf değil de nedir?

Sorunlardan birisi, dolayısıyla, Mine Yıldırım’ın Birikim Dergisi’nde yazdığı gibi, bu ‘toplu ve kökten çözüm’ arayışında. ‘Toplu ve köktencilik’ yaklaşımı her şey bir tarafa, sorunu büyüten ve çözümlerinin çapını şişiren bir yaklaşım. Öyle böyle değil, 72 hektarlık bir ‘bakımevi’nden bahsediyoruz! Kaç hayvan barındıracağı konusunda netlik olmasa da İBB Başkanı’nın ağzından bir 20.000 lafı çıkmış durumda, yıllık mı, toplam mı nedir belli olmayan. Sorunlar ne kadar büyük gösterilirse veya algılanırsa çözümü için devreye girmesi gereken mekanizmanın da o kadar büyük ve etkili olması beklenir. Büyük sorun büyük abiyi çağırır. Sahipsiz hayvanlar için bu kadar devasa bir ‘bakımevi’nin ilçe belediyelerini tamamen dışarda bırakarak, IBB tarafından yapılıyor olması da İstanbul kamuoyunda sahipsiz hayvanlara ilişkin büyük bir sorun olduğu algısının varlığına işaret ediyor. Böyle bir algı var mı gerçekten, yoksa böyle bir algının var olduğu mu söyleniyor? Böyle bir algı inşa mı ediliyor? Neden İBB bu işe böylesine tepeden inme bir şekilde ‘el atıyor’, üstelik iyi ilçe belediyesi örnekleri olduğu halde? İBB büyük işler başarmış olarak mı görünmek istiyor? Ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı?

Sorunlardan ikincisi, İBB’nin sahipsiz hayvanlar ‘sorunu’nu yerinde ve paydaşlarıyla birlikte çözmek yaklaşımı yerine uzmanlaşmış ayrı bir alanda ve bu konuyla teknik olarak ilgilenenlere devretmesi. Şehir planlarında nasıl mekan rekreasyon alanı, sağlık alanı, merkezi idare alanı, fabrika alanı, konut alanı, gibi işlevlerine göre ayrıştırılıyorsa, yeni bir işlev alanı sahipsiz hayvan bakımevi olarak karşımıza çıkıyor. Bildik ve artık modası çoktan geçmiş bir yaklaşım bu. Hayvanlara ilişkin bakım, sahiplenme konuları ise teknik uzmanlara devrediliyor; sorun sorunu ortaya çıkaranın yüzleşeceği ve sorumluluğunu hatırlayacağı şekilde, ya da sorunun parçası olan mahallelinin de katılacağı ve sorumluluk alacağı şekilde ele alınamıyor. Neden, çünkü, Belediye tek kendisini ‘sorun çözen’ olarak görüyor; ne kadar etkin, hızlı, kararlı ve toptan ve kökten çözerse de o kadar popülaritesinin artacağını düşünüyor. Etkinlik, hızlılık ve etki elde etmenin yolu olarak da teknik uzmanlığa sorunu devretmek çözüm olarak görülüyor. Bu tür belediyecilik yaklaşımının devri kapandı oysa. Kentliler kendilerine çocuk muamelesi yapılmasını istemiyorlar; sorun varsa paylaşılır, tartışılır, birlikte çözülür, karşılıklı sorumluluklar hatırlanır ve yerine getirilir. Kentliler her nekadar başka işlerle de çok meşgul olsalar dahi birlikte yaşamanın anlam ve önemini bu sorumluluklarını birlikte yerine getirmeye çalışırken deneyimleyebiliyorlar. Sorunları tespit etmek ve çözmeye çalışmak kentlileri birbirlerine bağlayan toplumsallaştıran süreçler; yerel yönetimlerin rolü yol göstermek ve uygulamanın önünü açmak olmalıdır. Ama, birlikte yaşamak istenmiyorsa tabii, evet, o zaman, sorunların’tespit ve çözümünü uzmanlık sistemlerine bırakmalıyız. Anthony Giddens buna ‘modernleşme’ der; bireyler yaşamlarının yeniden üretimini mümkün kılan tüm girdi ve mekanizmaların kararlarına ilişkin bilgiyi kendi dışlarında, uzmanlık sistemlerine ait olarak görürler. Modern toplumda bilgi bireye ait değildir; yerelde gerçekleşen sosyal dayanışma sonucu elde edilen çözümlerin bilgisi yerine bireyden kopuk uzman sistemlerin bünyesinde sakladığı yerdedir bilgi: yerinden ve sosyalliğinden bağımsızlaşmıştır. İçtiğimiz suyun nerden geldiğini, yediğimiz etin, tavuğun nasıl yetiştiğini, nasıl kanser olduğumuzu, hiç birini bilmeyiz. Bilgiyi satın alırız; metalaşan bilgi bireyi daha da atomize eder. Bunun gibi, sokakta yaşayan hayvanların da neye ihtiyacı olduğunu bilmeyiz, onları çoğunlukla farketmeyiz. Sorun bir yerde patlak verince de, bildik yönteme başvurup Belediyeye telefon ederiz. Belediyeyi etkin çözümler aramaya iten modern kentlilerin kent sorunları ile kurdukları yukarda anlattığım bireyin kendisini soyutladığı işlevselci yaklaşımdır. Oysa, kentliler kent sorunlarını birlikte ele almanın, taşın altına elini koymanın ve bunun getirdiği tüm sorumluluğu da yüklenmenin nasıl dayanışmacı, paylaşımcı ve bilgiyi çoklaştırıcı, zenginleştirici bir deneyim olduğunu Gezi Parkı direnişinde mesela gördüler. Bireyden koparılmış olan bilgi Gezi’de tekrar bireyi ile buluşmuş, kavuşmuştu; kurulan mutfaklar, sağlık ocakları, çocuk atölyeleri, radyo istasyonu, dergi yayıncılığı, inşa edilen uyuma birimleri, kütüphane… Sahipsiz hayvanlar konusunu da mahallelerinde, yerlerinde, veterinerleriyle, gönüllüleri, işyerleri, okullarıyla, birlikte çözebilecek yaratıcılığa sahip İstanbullular var. Halihazırda İstanbulda bir çok yerel hayvan bakım gönüllü grupları, oluşumları, insiyatifleri var, hayvanları veterinerlere baktırıyorlar, kısırlaştırıyorlar, gerekirse eğitim aldırıyorlar. Kısırkaya’da İBB tesisi önünde bu Pazar toplanarak bu insanlar varlıklarını gösterdiler. Şimdi, biz yapabilirizi göstermenin vakti.

Sorunlardan üçüncüsü, Sivil Toplum Kuruluşlarının basın duyurusunda ve Mine Yıldırım’ın da anlattığı gibi, ‘bakımevi’nin inşa edildiği sahanın yakın zamana kadar sahip olduğu mera alanı statüsünü kaybetmiş olması. Büyükşehir Yasası’nda geçtiğimiz yıl yapılan değişiklikle köyler statülerini kaybedip mahalle haline gelince, mera alanlarına yapılan müdahalelerin nasıl değerlendirileceği ve cezalandırılacağı konusu ortaya çıkmıştı. Kısırkaya plaj alanını içine alan mera sahasının köy mahalle haline geldikten sonra bu statüsünün değiştirildiğini anlıyoruz, alan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devredilmiş. Avukat Lamih Çelik, Yargıtay Kararına dayanarak, “Belediye sınırları içerisinde yer alan mera, harman yeri, yol ve sulak gibi yerler normal kamu arazisi olarak değerlendirilmektedir” tespitini yapmaktadır (Av.M.Lamih Çelik, “Büyükşehir Yasa Tasarısında “köylerin Durumu”, Türk Hukuk Sitesi http://www.turkhukuksitesi.com, erişim tarihi 1 Şubat 2015). ‘Normal kamu arazisi’ bugün çeşitli yasal dayanaklarla özelleştirilebilmektedir. Köylerin bu şekilde ortadan kaldırılmaları, büyükşehir sınırları içinde yer alıyor diye kırsal ekonomi ve peysajın bitirilmek istenmesi, mevcut politikaların kent-kır ilişkisine ne kadar birbirini dışlayıcı bir şekilde baktığını gösteriyor. Kırsal üretim kent mantığı içinde yer alamaz bu bakışa göre. Benzeri bir şekilde kentte sahipsiz hayvanları da istememekte bu politika. Hayvan Hakları Koruma ve Geliştirme Derneği’nden Burak Özgüner Bianette ayrıntılı bir şekilde ele alıyor hükümetin bu konudaki yaklaşımını. Oysa, bugün can çekişme durumuna gelmiş bir zamanların sayısız bostanları ile, kenti çevreleyen zengin tarım sahalarıyla ve de tabii yüzyıllardır mahallelerinde şehirlisiyle yaşayıp giden sokak hayvanlarıyla İstanbul kültürü bugün modern batı şehirlerinin gıpta edecekleri değerlere sahip. İstanbul’u İstanbul yapan tam da bu değerler. Bu değerleri kaybediyoruz; İstanbul’u kaybediyoruz.kısırkaya 2

Sarıyer’in ücra bir Karadeniz kıyısında İBB tarafından mera sahasından alınarak hayvan bakımevine dönüştürülen “Kısırkaya Sahipsiz Hayvan Geçici Bakımevi ve Bahçeli Yaşam Alanı”nda 1 Şubat günü bir çok hayvansever İstanbullunun ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla protesto edildi.

Asu Aksoy

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.