Hafta SonuManşet

Boğazda sürrealist akını var!

0

Geçtiğimiz Pazar günü İstanbul için küçük kendim için büyük bir adım atıp Sakıp Sabancı Müzesi’ni ziyaret ettim. Tahmin edebileceğiniz gibi, beni gül gibi bir Pazar sabahı Üsküdar’dan kalkıp Emirgan’a sürükleyen gündem, İstanbul’un her köşesine serpiştirilmiş billboardlar ve A+ kanalların reklamlarından eksik olmayan, “Joan Miró – Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar” sergisiydi.

İtiraf etmeliyim ki, bu sergiye gitme fikri, uzaklardan gelmiş iki misafirimden çıkmış olmasaydı, “bugün gideriz, yarın gideriz”ler arasında yok olup gidecekti. Miro’yu sevmediğim için mi? Aksine! Hayal kırıklığı yaratmış bir geçmiş deneyimin bakiye önyargısıydı bana burun kıvırttıran…

Sanırım 1999 yılıydı ve kocaman duyurularla İstanbul AKM’de halkla buluşacak bir Dali sergisi çığırılmaktaydı. Bu büyük bir olaydı! Aynı yılın başlarında, Madrid’deki meşhur Reina Sofia Modern Sanat Müzesi’nde (İsp. Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofía) Salvador Dali’nin eserlerinden bir kısmını iki karış mesafeden görme ayrıcalığına sahip olmuş, Büyük Mastürbatör’e (İsp. El Gran Masturbador) ise hayran olmuştum. Şimdi, Dali bana iade-i ziyarette bulunuyordu. Heyecanlanmıştım! Oysa gerçekle karşılaşma anı hayli acı verici oldu. Sekiz katlı Reina Sofia’nın seçkin koleksiyonundan sonra, küçük bir koridora dizilmiş karalamadan öteye gitmeyen eserleri görmek, takdir edersiniz ki, üçüncü dünya ülkesi vatandaşı kompleksine sokmuştu beni. İçimdeki kompleksli insancık homurdanıyordu. Bizim ülkemizin sergilerine büyük isimler gelmezdi. Gelse dahi, önemli işleri gelemezdi…

sürreel 05_Badem...

İşte bu hazin hikâyeden sonra, özellikle adı sanı duyulmuş ressamların sergilerinin geleceği haberleri düştüğünde, içimdeki o “nasıl olsa bizi AB’ye de almazlar” insancığı bilet almaktan alıkoydu beni, hep. Sadece bununla da sınırlı değildi bilinçaltı engellerim… Bu bina müze olmadan evvel, biz orta direk vatandaşlar için Sabancılar’ın oturduğu evdi. Devasa bir at heykeli görünürdü koca demir kapılarının arkasında… Fabrikatör Hulusi Kentmen’in huzuruna çıktığında elini önünde kavuşturup, koca boyuna rağmen iki büklüm cüce kalan Tarık Akan mahcubiyetiyle geçerdik önünden. Sanırım o mahcubiyet de sinmiş bana eskilerden. Sakıp Sabancı Müzesi açıldığında “Ya koca Sabancılar bizi evine mi alacak?” kişiciği yine çekiçekivermiş beni gerisin geriye. Gidememişim.

Uzun lafın kısası, bir kez Madrid Reina Sofia, bir kez de Amsterdam Van Rijksmuseum’da dünya gözüyle gördüğüm Miro’yla, bu sefer iç sahada gerçekleşecek üçüncü randevumun beklenti seviyesi yerlerde sürünüyordu. Sonuç ise bambaşka oldu…

Barcelonalı Joan Miró i Ferrà (Katalanca okunuşu: “jo’am mi’ro i ferra”) 1893 yılında doğmuş. Daha ergenliğinde çalışma hayatına girip muhasebe ve tezgâhtarlık gibi işlerle meşgul olsa da, resme olan merakı yine aynı yaşlarda yoğunlaşmış. Llotja Güzel Sanatlar Akademisi’ne başladığında henüz 14 yaşında, alaylara maruz kalan ilk sergisini açtığında 25, sürekli yenilenen modern sanat akımlarının membaı niteliğindeki Paris’e taşındığında 27 yaşında imiş. Bu büyük sürrealist, 90 yaşını kutladıktan birkaç ay sonra aramızdan ayrılmış. Özetle, biyografi bu. Ama Miro’nun yaşam öyküsünün kalan kısmını ve çok daha fazlasını merak ediyorsanız, bir Boğaz kaçamağı yapmanız gerekecek…

Sakıp Sabancı Müzesi’nde, Miro’nun biyografisi için harika bir giriş tasarlanmış. Koridorun karşılıklı duvarlarında kronolojik birer çizgi var. Miro’nun hayatı, eserleri ve sanat dünyasındaki önemli olaylar bu hat üzerinde ayrı lejantlarla işlenmiş. Böylelikle, hem sanatçının gelişimini hem de dönemiyle olan etkileşimi eşzamanlı izleyebiliyorsunuz. Önemli Not: Sol duvarda başlayan ilk onyıllık dönemin devamı sağ duvarda. Üçüncüsü ise yine sol tarafa denk düşüyor. Siz siz olun sadece sol duvarı izleyip, koca bir II. Dünya Savaşı’nın Joan Miro’ya pek de dokunmadığını zannedip şaşırıp kalmayın… Benim için durum buydu!

Gerçeküstü akımın öncü isimlerinden Miro, sanat yaşamı boyunca farklı akımların içine girmiş çıkmış, bazılarını kurmuş, bazılarına liderlik etmiş. Resim ve sanat tarihi uzmanlık alanım olmadığı için bu detayları size aktarmaya çalışarak haddimi aşmak istemem. Ancak SSM’nin, uluslararası düzeyde zengin ve seçkin bir koleksiyonu ülkemize getirdiğini söylemek için, sanat uzmanı olmaya gerek yok sanırım. Bu anlamda, yıllar önce yaşamış olduğum Dali sükût-u hayalinin yerleştirdiği önyargı, yerini, “Bu müzede bir sergi varsa koşa koşa git” mottosuna bıraktı.

Eğer ki Joan Miro sergisinin sadece ilk katını gezmişken çıkmış olsaydım müze mekânından, gayet iyi bir sergi izlemiş olduğum düşüncesiyle ayrılmış olurdum. Ki, aslında tam olarak da öyle yaptım. Makul düzeyde zengin bir seçkiyi izlemiş olduğuma ikna olmuş halde dışarı çıkmışken, “Biz eksi ikinci kata indik burada da Miro var!!” SMS’ini aldım. Sergi ve Müze’de eleştirilecek tek şey belki de bu. Serginin devamına yönelik navigasyon sanırım çok yeterli değil. Şükür ki, yalnız değildim ve -2nci kattaki geniş hacimli, yüksek tavanlı alanları deneyimleyebildim. Özellikle bu katta, Miro’nun küçük cisimlerden kalıp alarak çoğalttığı heykeller, duvar halıları ve nesne kolajları göz kamaştırıcıydı.

Sakıp Sabancı Müzesi’ni bugünlerde gezerseniz, ayrılırken yanınızda götüreceğiniz sadece Joan Miro’nun doyurucu koleksiyonunun hatıraları değil. “Tazminat’tan Cumhuriyet’e Türk Resmi Sergisi” de etkileyici parçalara sahip. Ve evet… “Kaplumbağa Terbiyecisi’ni” de görebiliyorsunuz! Benim bu sergideki en ilgimi çeken bölüm Nü köşesiydi. Çıplaklığın serbestçe resmedilmesi, dönemin kendini batı eksenine yakın hisseden Osmanlı ressamları için bile hazmedilmesi zor bir kültürel lokma olmuş. Bu bariyeri Paris okullarında aşmış ve serbest çalışma ortamı bulabilmişler. Bu bölümde, bir erkek çocuğunun yatarken yarı çıplak resmedildiği parça, ister istemez Osmanlı’daki erkek çocuklarına yönelik yaygın cinsel düşkünlük konusunu hatırıma getirdi. Bu da, benim için zor bir lokma oldu açıkçası…

Vapurlarda bıçak seti, limon sıkacağı ve plastik tarak satan o şovmen amcaya nazire ederek SSM ile ilgili olumlu izlenimlerime devam etmek isterim: “Bir bilet parasına iki sergi gezip gidiyor musunuz? Hayır daha bitmedi!!!” Aynı zamanda Sabancılar gerçekten bizlere evlerini açmışlar. Ailenin onlarca antika eserle donatılmış yaşam alanları, zengin bir hat sanatı koleksiyonu da bina içinde gezilebilecek bölümler arasında geliyor. Bir dev sanayici aile, sanata da düşkünse nasıl bir yaşam yaşayabilir? İşte bu soruya da verebileceğiniz yanıtlar var bu binada. Her şey bitip de biraz yorulduğunuzda, en üst kattaki restoranda Boğaz’ın keyfini çıkarabilir, ya da sahildeki bir bankta dalgalara karşı hülyalara dalabilirsiniz.

Joan Miro – Kadınlar, Kuşlar ve Yıldızlar  1 Şubat 2015’e kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde. Mutlaka gidin… Öğrenci 10 Tam 20 TL!

Sergiden kendimce çektiğim kareleri de paylaşayım

Manzum S.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.