Hafta SonuManşet

Paris seyahatinde gözüme takılanlar, aklımdan geçenler – Ayşegül Çerçi

0
Seine Kıyısında Dans Geceleri...

Geçtiğimiz hafta, yıllar sonra yeniden kızımla birlikte Paris’e gittim. Bu kez kenti genç bir öğrenciden farklı deneyimledim doğal olarak. Paris’in tarihini ve kültürel varlıklarını korurken bütün bunları ciddi bir turizm değerine dönüştürmesi ve aynı zamanda kent sakinlerinin yaşam kalitesinden de ödün vermemesi etkileyiciydi. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Paris’i gezerken gözüme takılanları ve aklımdan geçenleri sizlerle kısa notlar halinde paylaşmak isterim.

  • Paris Metrosu

Havaalanından doğrudan Paris şehir merkezine gidebileceğimizi biliyorduk. Yine de aklımdan geçen düşünce “Bu zamanda hala Ankara’da bunu bir başaramadık” oldu.  Paris metro haritasına gözatınca Fransızların yerüstünde inşaat yapmayı sevdikleri kadar yeraltında da inşaat işinde başarılı olduklarını anlıyorsunuz. İlk metro hattını 1900 yılında açmışlar, kentin altı irili ufaklı metro ağıyla kaplanmış. Ankara’nın (5 milyon) yarı nüfusuna sahip 2.2 milyonluk Paris’teki metro hatlarına imrenmemek elde değil doğrusu.

  • Geniş Paris caddeleri ve kentsel dönüşüm geçmişi
La Defense...

La Defense…

Dünyadaki pek çok büyük şehir için bile alışılmadık genişlikteki Paris caddelerini, büyük bulvarlarını görünce, Haussmann’ı hatırlamak kaçınılmaz. Paris’in kentsel dönüşümünün arka planındaki insan Georges-Eugène Haussmann ya da namı diğer Baron Haussmann. Eğer Haussmann gibi yetkileriniz yoksa hangi büyük şehir merkezinde böyle geniş bulvarlar kolaylıkla açılabilir ki.!

  • David Harvey’in Asi Şehirler kitabında aktardığına göre (Harvey,D.,2012:48) Napolyon Bonaparte 1853 yılında Haussmann’a Paris’in kentsel altyapısının yeniden düzenlenmesi görevini vermiş. Bunun üzerine Haussmann Paris’in yeniden inşaası için 1840’larda tartışılan ütopyacı planları kentsel ölçeği yeniden tanımlayarak model alıyor ve işe başlıyor. Şöyle bir anekdot anlatılıyor: Mimar Hittorf yeni bir bulvar için yaptığı planı kendisine gösterdiğinde, planı mimarın yüzüne fırlatarak, şöyle diyor; “Bu genişlik yetmez..genişliği 40 metre almışsın, bense 120 metre istiyorum.” Şehri devasa boyutlarda düşleyen Haussman onu peyderpey değil toptan değiştiriyor, Paris’i ışıklar içinde, büyük bir tüketim, turizm ve keyif merkezi haline getiriyordu.

 

Ancak eskinin yıkıntıları üzerinde yeni bir kentsel dünya kurmak için şiddet gereklidir. Hausmann da, Paris’in eski yoksul semtlerini yıkıp geçerken istimlak yetkisini güya kamu yararına kullanıyor ve bunu medenileşme, çevrenin ıslahı ve kentsel yenileme adına gerçekleştiriyordu. Gayrısıhhi sanayilerin yanısıra işçi sınıfının büyük bölümünün ve diğer isyankarların Paris şehir merkezinden kaldırılmasını, böylece bunların kamu düzeni, kamu sağlığı ve tabii siyasi iktidar açısından yarattığı tehdidin önüne geçilmesini bilinçli olarak tasarlamaktaydı (Harvey,D., 2012:58). Haussmann’nın yaptığı açıklamaya göre bu caddeler barikat kurmak için fazlasıyla geniş, bir ayaklanma sırasında topçuların ateş hattı oluşturması için ise çok elverişliydi (Berlitz Cep Rehberi, Paris, 2012, s.19). Hikaye çok bizden çok tanıdık geliyor kulağıma nedense..!

  • Büyük katedraller, gösterişli saraylar ve heykellerle süslü anıtlar

Sacre Coeur...

Şehir merkezinde büyük katedraller, gösterişli saraylar ve heykellerle süslü anıtlar en göze çarpan yapılar. Mimari olarak birsey söylemek haddim değil ama genellikle büyük, ihtişamlı ve süslüler ancak buna rağmen zarif görünüyorlar. Mesela Notre-Dame Katedrali (yapımına 1163’te başlanmış ve 167 yıl sürmüş), Louvre Saray-Müzesi (Palais du Louvre-ilk yapımı 1190’a kadar uzanıyor), Büyük(Grand Palais) ve Küçük(Petit Palais) saraylar (1900), Zafer Takı (Arch de Triomphe-1830), Sacre-Coeur Bazilikası (1914) ve daha birçokları, kilisenin ve dönemin iktidarlarının güç göstergesi ve iz bırakma çabalarını yansıtıyor. Benzer şekilde daha yakın tarihte (1989) yapılan modern bir anıt olan  Grande Arche La Defense cam ağırlıklı formu ve devasa boyutu ile dikkat çekiyor. Anıtın etrafını saran ve farklı tasarımlarıyla dikkat çeken devasa gökdelenler büyük şirketlerin genel merkezlerine ev sahipliği yapmakta ve sanki bugünün güç merkezlerini işaret etmektedir. Mimari yapılar her zaman güç ve zenginliğin görünür kılınacağı çevreyi oluştururlar. Tıpkı bugünlerde gündemi mesgul eden AOÇ içinde yapılan dev bina kompleksi gibi.

  • Paris’in simgesi Eyfel Kulesi (Tour Eiffel)

Eyfel Kulesi, dünyanın en ünlü ve en önemli anıtlarından birisi. 1889’da Dünya Fuarında sergilenmek üzere yapılan kule bir mühendislik harikası olarak görülüyor. 320 m yükseklikteki kule şehrin simgesi, etrafı her daim kalabalık, tepesine asansörle çıkmak için hep uzun kuyruklar var. Kulenin çelik gövdesi ve formunun sıradışılığı bir tarafa dantelimsi dokusu kesinlikle çok zarif ama tek başına bu turizm başarısını açıklamaya yetmiyor. Çünkü pek çok öge (tanıtım, ulaşım, konaklama, tarihsel ve kültürel değerlerin korunması ve ticarileştirilmesi) birlikte Paris’i dünyanın en çok ziyaret edilen kentlerinden biri ve Eyfel Kulesini en çok fotografı çekilen ve ziyaret edilen anıtlarından biri yapıyor. 

  • Kafeler ve restaurantlar

Köşebaşlarındaki kafeler Paris’in olmazsa olmazları, gerçekten çok güzel ve keyifli mekanlar ama epey pahalılar..!

  • Seine nehri kıyılarında dans geceleri

Seine nehrinin kıyılarında ticari işletmeler yok denecek kadar az sayıda,  yalnızca iki tane küçük kafe gördük. Nehir kıyısı halkın ortak ve serbest alanı. Yaz gecelerinde tango, latin, rap, hip hop müzikleriyle dans eden genç yaşlı karışık gruplar, içeceklerini alıp nehir kıyısında muhabbet eden arkadaş grupları, öğrenciler var ve ortada özel güvenlik görevlileri dolaşmıyor. Kenti yaşamak, kamusal alanlara sahip çıkmak böyle birsey diye düşünüyor insan.

Seine Kıyısında Dans Geceleri...

Seine Kıyısında Dans Geceleri…

Bir de bizim kıyılarımız aklıma geliyor, mesela geçen yaz İstanbul’da Taksim’den Sarıyer’e kadar kıyı boyunca markalı markasız kafeler ve restaurantlar sıralanmıştı, şöyle deniz kıyısında sakince oturup bir çay içmek için değil bir boş bank bulmak mütevazi bir çay bahçesi bile bulamamıştık.

  • Turistlik halleri

Günümüz turistinin halleri şöyle özetlenebilir sanırım “ Bugünün turistinin birinci vazifesi fotograf çekmektir..!” Doğrusu kan-kan danslarıyla meşhur gece kulubü Moulin Rouge (Kırmızı Değirmen-1889)’in kendisi kadar, onun fotografını çekmeye çalışan turistlerin görüntüsü de neden seyahat ediyoruz sorusunu düşündürüyor insana. Belkide bu soruya en kısa cevap “elbette fotoğraf çekmek ve yaşadığımız o anı saklamak için” diyebiliriz. Bir de tabii bu fotoğrafları sosyal medyada paylaşmak için..!

  • Artisan Patisseries

Fransız mutfağının gözde yiyeceği tabii ki ekmekler, kuruvasanlar ve diğer unlu mamuller. En taze ve özenle hazırlanmış olanlarını bulabileceğiniz yerler ise bu konuda uzmanlaşmış küçük Artisan Fırınlar (Patisserie).

  • Tıbbı ve şifalı bitkiler bahçesi –Jardin Des Plantes

XIII.Louis ‘in kraliyet tıbbi ve şifalı bitkiler bahçesi-mükemmel bir botanik ve süs bitkileri bahçesi, içinde pek çok tür tıbbı ve şifalı bitki yetiştiriliyor. Bahçeye giriş ücretsiz ve aynı zamanda park alanı, yani Parisliler istedikleri zaman burayı gezip dolaşabiliyorlar ne şanslılar değil mi..!  (Öndeki sarı çiçekler pasiflora bitkisi)

  • Hediyelik eşyalar

Bütün büyük şehirlerde turizmin ortaya çıkardığı hediyelik eşya satıcıları Paris’te de var elbette. Hediyelik eşya ticareti, daha çok Fransız olmayanların, muhtemelen Fransa’da üretilmemiş ama Fransa’ya özgü hediyelik eşyaların satışıyla uğraştığı bir iş alanı gibi görünüyor.

  • Çöp Torbaları

Paris belediyesi sokaklardaki çöp meselesine pratik bir çözüm geliştirmiş. Sokaklarda çok sayıda çöp kovası yani aslında çöp poşeti var. Çöp poşetleri iki halka arasına sıkıştırılarak takılıyor ve gün sonunda görevliler tarafından halkalar arasından çıkarılarak toplanıyor. Her ne kadar plastik kullanımını artırdığını düşünsem de çöplerin akmasını kokmasını önlediği için bana oldukça pratik bir fikir gibi geldi.

Paris’in gündelik yaşamına birkaç günlüğüne tanıklık etmek, belki daha da önemlisi içinde yaşadığımız kentsel mekanlardan, ilişkilerden biraz uzaklaşarak daha estetik, daha yeşil ve insan odaklı kent yaşamının da mümkün olduğunu görmek bizim ruhumuza iyi geldi, ufkumuzu açtı. Size de ilham vermesi dileğiyle..

Ayşegül Çerçi

 

 

Ayşegül Çerçi

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.