Yeşeriyorum

Demirtaş’a verilen oyların anlamı üzerine – Naci Sönmez

0

Bir süredir, bu ülkede daha eşit, özgür, yeşil ve demokratik bir yaşam için mücadele eden bizler için ilk kez umutlanacağımız bir dönemin başında olabilir miyiz? Rejimin uzun yıllardır halı altına süpürülmüş sorunlarının tartışıldığı, hatta kimi değişimlerin kısmen de olsa devreye girdiği ama bir o kadar da bu değişim ya da ertelenemez dönüşümlerin yürütücüsü rolündeki iktidar partisinin otoriter ve baskıcı yönelimleri eşliğinde, kutuplaşan ve gerilen toplumsal sürecimizin endişe verici sonuçlarına müdahale etme şansı yakalamakla karşı karşıya mıyız? Bu ve benzer soruları çoğaltabilir üzerinde uzun uzun konuşabiliriz.

Tüm bu soruları sormamıza ve tartışmamıza neden olan aslında Selahattin Demirtaş’ın adaylığı ve “Yeni Yaşam Belgesi”ni sunmuş olmasıdır. Demirtaş Yeni Yaşam Belgesi ile hem rakiplerinin hem de dostlarının zihin dünyasında önemli kırılmalara, yeniden herkesin bir kez daha düşünmesine vesile oldu. Son dönemde, gerek gittiğim bölgelerdeki izlenimlerim, gerekse özellikle Karadeniz gibi milliyetçiliğin, şoven dalganın sert estiği Anadolu illerinden arkadaşlarımızla yaptığım telefon görüşmerinden anladığım, yeni bir dönem için umutların artmış olduğu ve kucaklayıcı, kapsayıcı bir Türkiye siyaseti için olumlu sayılabilecek tepkilerin alındığıdır.

Bir süredir Kürt siyasal hareketinin kendi politik pozisyonunu da riske ederek girdiği yol oldukça zor ve bir o kadar da radikal değişimi esas aldığı bir yoldur. Uzun yıllar kimlik sorunu etrafında siyaset kurmuş, bunun için önemli bedeller ödemiş hatta bütün bir hayatını bu stratejiye adamış bir hareket, “artık dönem farklı ve mücadelenin oturacağı ana zemin Türkiye’nin demokrasisidir” dediğinde, hemen her çevre bu yönelimi oldukça ihtiyatlı ve mesafeli karşıladı.

Uzun yıllar silahlı mücadele ile kendisini var etmiş ve bütün geleceğini bunun üzerine kurmuş bir hareketin, birden “artık silahlı mücadelenin miadı dolmuştur, artık ulus devlet kurma hayali anlamsızdır, bir arada ve birlikte yaşamayı esas alan demokratik mücadele zeminlerini güçlendirmeliyiz” söylemi, taktik bir yönelim mi yoksa stratejik bir yönelim miydi?

Önemli yenilgileri ve ideolojik politik krizleri yaşamış ve bunu atlatamamış sol- sosyalist hareketler için bu durum anlaşılması zor ve bir o kadar da okunması zaman alacak bir meseleydi. Tam da bu süreçlerde oluşmuş olan HDK / HDP gibi yapılar içinde de bu birleşik zeminlerdeki gruplar açısından zorlu bir dönem başlamış oluyordu.

30 Mart yerel seçimlerinde bu birleşik mücadele zemini hem fikri olarak hem de pratik olarak kendisini test etme şansı yakalamıştı. Yerel seçimler HDK / HDP’nin nasıl yola devam edemeyeceğini göstermişti. Tüm Türkiye’ye seslenmeye çalışan ve AKP ile CHP arasında sıkıştırılmış toplum açısından başka bir seçenek var demeye getiren bir siyasi birlik açısından, bu sürecin klasik bir sol birlik ya da eski sol içi cephe tarzı örgütsel anlayışla sürdürülmesinin mümkün olamayacağı görülmüştü.

Türkiye’nin batısında, HDP’yi Kürt partisi algısından uzaklaştıracak ve sol örgütler toplamından öteye taşımayacak bir politik söylemin bir geleceği olamayacağı herkesçe kabul gören bir gerçeklikti. HDP solun değişik gruplarının ve Kürt hareketinin siyasi yapılarının ötesinde bir kucaklayıcılığa sahip olabildiği sürece alternatif bir siyasi özne olabilirdi. Onun içindir ki HDP, solun uzun soluklu hedeflerini her fırsatta tekrarlayan değil, Türkiye’nin demokratikleşme yönelimine radikal önerilerle katkı yapan bir politik söylemle geniş kitleler içinde bir karşılık arayabilirdi.

Yerel seçim sonrası hızla BDP’nin kendisine dair aldığı radikal kararlar ve HDP’yi parlamentoda grup yapan atılımı başta bu partinin üzerindeki BDP, HDP’ye dönüştü eleştirilerini çoğaltmıştır. Tüm o süreçte yaşananlar, HDP üzerinde Kürt partisi algısını ilk etapta güçlendirse de, doğru bir söylem ve eylemin ortaya konulmasıyla bu algının geriletilmesi mümkün kılınabilirdi. Açıkçası ben, bir süredir bu algıların şekilsel tedbirler yoluyla değil, ortaya konulacak politikalar ve söylemler yoluyla geriletilebileceğini düşünenlerdendim. O güne kadar Kürtlerin hakları için söylem ve eylem kurmuş Kürt siyasetçilerin bu yeni süreçte kuracakları dilin hep önemine vurgu yaptım.Türkiye’nin batısını yeni sürece -batıdaki biz solculardan daha çok- yine Kürt siyasetçiler seslenerek ikna edebilirler diye düşündüm.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin de hep gittiğim yerlerde, katıldığım parti toplantılarında, HDP açısından bir şans olabileceğini, yeni HDP vizyonunun bütün Türkiye’ye anlatılması için büyük olanaklar sunabileceğini ifade ettim. Hatta HDK / HDP süreci ile ilgili değerlendirmelerde peşin hükümlü olunmaması gerektiğini yerel seçimlerle başlayıp Cumhurbaşkanlığı seçimiyle devam edip 2015 genel seçimleriyle noktalanacak dönemi bir paket olarak görmek gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bu süreçlerin toplamı üzerinden meseleyi daha sağlıklı pratik deneyimler üzerinden konuşmanın doğru olacağını düşündüm ve dilimin döndüğü oranda bu fikrimi herkesle paylaşmaya çalıştım.

Bu sürece destek verip aynı zamanda kimi haklı kaygılar taşıyan grup ve bireylerin bir eleştirisi ya da endişesi de, ikili parti hayatlarının olup olamayacağı mevzusuydu. Yani bir yandan, YSGP, EMEP, ESP, SYKP, SDP ve birçok parti grup varken bir yandan da HDP olabilir miydi?

Açıkçası yıllar öncesi gibi düşünsem, yani eski 20. yüzyılın dünyasından parti – örgüt anlayışlarına sıkı sıkıya bağlı olsam, asla böylesi ikili hayatlar olamaz diye feryadı koparırdım. Ama artık biz bu parti – örgüt işlerini de bu sayede yeniden tanımlayabilir ya da tartışabilir miyiz? Artık Türkiye’nin bu devasa sorunları içerisinde herkesin ideolojik ve politik örgütsel bağımsızlığını korumasını ve geliştirmesini olanaklı kılan ama aynı zamanda ana akım siyasete etki edecek derecede bir kitle partisini çatı örgütü olarak formatlayarak yeni ve denendikçe yol alacak bir genişlikte ve esneklikte ele alıp bu meseleyi acaba tartışamaz mıyız?

Bu ikili hayatı birbirinin rakibi gören ya da birbirini paralize eden değil birbirini eş zamanlı besleyen, hem meselelerin çözümünü sadece devrime havale etmeyen, kitle partisinde olgunlaştıran bir mücadeleyi hem de bugünden daha çok geleceğin sistem değişikliklerinde çözüm bulacağına inandığımız meseleleri de ideolojik bağımsız kulvarlarımızda değerlendirmeye çalıştığımız ideolojik fikri parti ya da örgütlerimizde somutlaştıran bir bütünlüğü birlikte ele alamaz mıyız?

Yani 20. Yüzyılın ideolojik ezberlerini aşarak, 21. Yüzyılın gerçekliğine uygun yenilenmeyle yola devam edebilmeliyiz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri örneğin bize bugün bu olanağı verebilmektedir. Selahattin Demirtaş’ın şahsında ortaya koyduğu vizyon böyle bir siyasetin vizyonu haline gelebilirse, öyle umut ediyorum ki, Türkiye’nin bugüne kadar batısında ayağımıza dolaşan algılar iyi bir fikri ve eylemsel takiple şansa dönüştürülebilir. Örneğin ben bunu partimiz YSGP açısından bir açmaz olarak görmediğim gibi, bir şans oluşturduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda uzun yıllara dayanan Kürt siyasal hareketiyle Türkiye solu arasındaki ayrı ayrı mücadele etme sorununu ve anlayışını da bu dönemde artık tarihsel bir eleştiriden geçirerek başka bir düzleme taşıyabilir miyiz diye düşünüyorum.

Bir süredir solda egemen düşünce olan “Kürt sorunu Kürtlerden sorulur, batıdaki emek ve benzer işler de bizden sorulur” anlayışının sonuna gelinmiş durumdadır. Artık Kürt siyasal hareketiyle sol arasındaki tarihten taşınan bu mesafeli ilişkiyi sürdürme sürecinin sonuna gelinmiştir. Eski örgüt ve sol birlik – cephe anlayışlarıyla bugün katedilecek bir yol yoktur artık. Tırnak içinde asgari müşterekler üzerinden birlik yerine, sorun ve çözüm odaklı politik birliktelikler döneminde olduğumuzu düşünüyorum. Her birimizin bagımsız özgün fikri zeminlerimizi kısa vadeli hedefler için feda etmediğimiz, aksine kısa vadeli, orta vadeli bugün kazanacağımız politik programlar için oluşturmuş olduğumuz birliktelikleri, yine her birimizin daha uzun vadeli hedefleri için bir şansa çevirmek mümkündür.

HDP’nin daha organik ya da eklektik olmaktan uzak reel siyaset yapan bir birleşik kitle partisi olmasıyla, YSGP’nin kurumsal, ideolojik kadro partisi olması birbirini tehdit etmeden yaşatılabilir diye düşünmek için çok neden vardır. Bugün Dünya’da birleşik çatı partileri denemeleri vardır ve bu süreçler kendi gerçekliğinde yol almaktadır. Örneğin Avrupa Sol Parti ve Avrupa Yeşiller Federasyonu bu anlamda incelenmesi gereken örneklerdir.

Denilebilir ki “ne alaka. Avrupadaki bu yapılar ulus devletlerin partilerinin üzerine inşa edilmiş bir çatı örgütlenmesidir ve bizim için uygun örnek değildir” … Tersten bakacak olursak, Türkiye’nin bir yakasında uzun yıllardır, birçok politik aktör siyaset yapmamakta ya da yapamamaktadır. Kürt siyasal hareketi bu ülkedeki bir kimliğin ve bir coğrafyanın talepleri üzerinden siyasallaşmış ve bugün güçlü bir politik özne olarak gerçekliğini kabul ettirmiştir. Bizler her birimiz ise daha çok siyasal mücadelemizi zımmen Türkiye’nin batısında var etmek üzere uğraşmaktayız. Bugün gerek HDP’nin kapsama alanı içinde olan sol-sosyalist yapılar gerekse kimlik ve inanç kesimleri, tam da bu sebeplerle bu bölünmüşlük ve taleplerin farklılıklar göstermesi sebebiyle, ideolojik bir partiden daha çok, politik ortaklıklar üzerinden böylesi çatı parti birleşkeleri üzerinden birlikte yürüme olanaklarını çoğaltabilirler.

İşte bugün Demirtaş’a verilecek oy, sadece dönemsel bir birliğe verilecek destek değildir. Demirtaş’a verilecek oy tarihsel bir değişikliğe ve birlikte mücadeleye verilecek oydur.

Demirtaş’a verilecek oy, başka bir seçeneğimiz olabilir, “bu seçimde %10 yakalanabilirse, 2015 parlamentosu bambaşka olabilir”e verilecek oydur.

Demirtaş’a verilecek oy, bu toplumun ötelenmiş, dışlanmış kesimlerinin, kimliğinden, inancından, yaşam biçiminden ötürü yok sayılmışların 2015 parlamentosunda olması demektir.

Belki de bu dönem Demirtaş’a verilecek oylar, Cumhuriyet tarihi boyunca başarılamamış olanı, çoğulcu, çok kimlikli ve çok kültürlü yaşamı temsil eden bir bileşenin meclise taşınabileceğinin umudunu gösterecek.

Artık hepimize düşen görev, kalan bu kısa sürede bütün bir topluma neden Selahattin Demirtaş’a oy verilmesi gerektiğini anlatmak olmalıdır. Artık benim olsun küçük olsun, benim olsun yönetebileceğim kadar olsun dönemi bitmiştir, bitmelidir. Artık, hepimizin olsun büyük olsun, hepimizin olsun halklarımızla birlikte ancak yönetebileceğimiz kadar olsun deme zamanıdır. İşte Demirtaş’a sadece bu sebepten dolayı bile oy verilmelidir.

Özel olarak ve son söz olarak;

Yeşil bir dünya, eşit, özgür bir Türkiye, ekolojik ve demokratik bir toplum başka nasıl kurulabilir? Ana akım siyasete etki edebilecek seçenekler güçlendirilmeden, bunun için emek sarfedilmeden nasıl olacak da, bu AKP geriletilebilecek, bu CHP’nin solun aklına etki etmesi engellenebilecek?

Nasıl olacak da bu ülkenin ezilenenleri, dışlananları, hayatları, kimlikleri çalınanları, doğası kirletilen talan edilenleri, istedikleri yaşamı kurabilecekler ve yaşamları üzerinde söz ve karar sahibi olabilecekler?

Bu ülkenin ezilmiş ve kimliğinin yok edilmesine karşı isyan etmiş bir hareketi, yarattığı gücü ve birikimi kendi dışındakilere sunarken, buna destek olmak ve bu olanağı şansa çevirmek gerekmez mi?

Tabii ki sürecin kaygıyla, endişeyle karşılanabilecek yanları da var. Zaten hayatlarımız bu endişelerin ve kaygıların gölgesinde şekillenmiyor mu? Siyasetin görevi de zaten bu endişe ve kaygılarla başetmek ve nihai hedef için bunlarla mücadele etmek değil midir?

Tabii ki bunlar benim görüşlerim! Başkaca görüşlerle benim görüşlerimin de test edileceği yer, yaşayacağımız pratik süreçtir. Doğrusunu eğrisini yine hayatın içinde göreceğiz.

Naci Sönmez

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.