Hafta Sonu

Mutluluğun yeni bir tanımı olmalı

0

Bir davet geldi toprak ile yaşamak istediğimi bilen Mehmet’ten; bahçesinde yardıma ihtiyacı vardı. Yaşamı toprağı görmeyerek geçen bir şehirliye bahçe neler çağrıştırıyorsa tüm o çağrışımlarla kabul ettim daveti. Evlerine vardığımda, ki 4-5 dakikalık bir mesafe ilk gidiş için, bahçenin bu kadar büyük olması ilk şaşkınlığım oldu. Bu kadar talanın yapıldığı bir zamanda bu arazinin böyle gizli kalması espri bile yaptırdı mevcut düzenin yürütücüleri ile ilgili. Tahminim 400-450 metre kare bir alan. Set set ayrılmış birbirinden. Mehmet önce budamayı gösterdi. Mantığını anlattı, ben de anladım. Ancak o işin iş bitirme duygusu vermeyeceğini düşündüğümden başka seçenekleri merak ettim. Ot yolmak, kesmek gerekiyordu. Baktığımda şu alanın otlarını ben bitirdim diyebilecektim yani sonucunu direk görüp tatmin olacağım bir işti. Bugün buna ihtiyacım olduğunu biliyordum. Hemen başlamak istiyordum çünkü emin değildim yapıp yapamayacağımdan ve ne hissedeceğimi de merak ediyordum.

Hava soğuktu. Yağmur yağsa mı yağmasa mı karar veremiyordu. Sonraları huzur içinde sakin sakin yağmaya karar verdi, kara özenmiş gibi. Karı hatırlatır gibi.

Yabani/yabancı ot kesmeye karar verdikten sonra Mehmet ile ikinci sete indik 2-3 basamak ile. Tahmini 40 metre karelik bir alandı ilk hedefim. Orak ile nasıl kesileceğini, kesildikten sonra köklerin kazmayla nasıl çıkartılacağını, çıkan otların ne yapılacağını tek tek anlattı Mehmet. Heyecanla ilk kesme işlemini yaptığımda çabuk bir kararla “kolaymış” dedim. Eğilip otlarla aynı seviyeye geldiğimde bir darbe ile yana devrilen otların bu düşmesinin getirdiği ekstra gün ışığı her defasında şaşırttı beni. Gayet düzenli gidiyordum. Birden fazla türü vardı bu yabani otların. Yağmur nedeniyle hepsi ıslak. Ellerimdeki eldivenler ilk yarım saatten sonra anlamını yitirdi. Daha çok üşütüyordu ellerimi üstelik. Çıkardım. Önce bir iki adımlık kesme işleminden sonra kazmayı alıyor ve kökleri çıkarıyordum. O soğuğun altında tahmin etmediğim bir şey daha oldu; yanıyorum sıcaktan. Önce mont çıktı. Sonra altındaki polar. Sadece bir yelek giydim ve devam ettim. Terliyordum; ensemden giren hınzır soğuk bu teri yalıyordu. Eldivensiz ellerim ıslak, başımda bere, alnım terli ama yağmur! Ne yapacağımı bilemez bir halde sırayla kafamdaki tüm seçenekleri denedim. Bereyi çıkardım enseme koydum. İçliksiz montu giydim kapşolü kafama geçirdim. Derken neredeyse yarısını bitirdim ilk hedefin. Ama zor kısım bundan sonra başladı. Onlar kısaldıkça çaresizleşiyordum. Orak işlevsiz kalıyor çünkü kesilecek bir gövdesi olmadan toprağa serilmiş bir tür bu. Oraktan destek alarak genelde yoluyorum bu otları. Arada uzunlar oldukça orakla kesiyorum. Kökleri kazmayı bıraktım. Sonraya erteliyorum onları. Yoruldum. Nefes nefeseyim. Yanıyorum. Halimi fark eden Mehmet kahve teklifi ile birazcık enerjimi yükseltiyor ve eşi Melisa bizi kırmayarak kahve hazırlayana kadar yükleniyorum otları yolmaya ellerimle , orakla.

Kahve hazır olduğunda organik filtre kahve olduğunu anlatıyor Mehmet ama benim aklım vücudumda. İşi bırakınca montun ıslaklığını ve rüzgarın vücudumun ıslanan yerlerini işaretlemesini izliyorum. Tedirgin oluyorum. Çarlık Rusyası’nda bir fakir olduğum geçiyor kahveyi içerken Mehmet’in yaş maya ile yaptığı ekmeyi tatdırması. Sarılıyorum kahveye. Bir muhabbet dönüyor masada sonradan yardıma gelen Mehmet’in bir arkadaşı ile aralarında. Her ne kadar onları duysam da konuşmak gelmiyor içimden. Hatta onların konuşmamasını da tercih ederdim. Yorulmuştum ama bu yorgunluğun aradığım bir yorgunluktu. 1,5 saatlik bir uğraş esnasında aklımdan dünyaya dair bir şey geçmemesi. Bir mücadele. Otların kokusu. Bu kokuyu yemek istemem. Otların altındaki dünyayı görmem. Salyangozları hem rahatsız edip hem onlara zarar vermemeye çalışmak. Hem bir şiddet uygulamak doğaya sonra bunun haklı nedenlerini ispatlamaya çalışmak. Kendimi pek ikna edemesem de yaşamak için o toprağa ihtiyacımız olacak. Otlar, sevgili salyangozlar, üzmeyin beni.

Bir kahve ve Melisa’nın nefis kekinden sonra verandadan atlıyorum ve yine otların yanındayım. Kaldığım yerden yeni bir enerji ile başlamaya çalışıyorum. Başladığım iş bitmeli. İlk alan bitince halimden anlayan Mehmet kazma işini devralıyor. Ben yandaki gözüme yine kolay gelen başka bir küçük alana geçiyorum. Dikkatimin iyice dağılması ile ilk yaramı alıyorum. İşaret parmağımdan akan kana bakıyorum. Tırnaklarıma girmiş toprak üzerine yayılan kırmızı kan. En son  ne zaman kanamıştı parmağım? Bilmememe şaşırıyorum. Mehmet’e bakıyorum yardıma koşuyor ve yara bandı almaya gidiyor. O gittiğinde, kökleri rahat görebilmek için yığın yaptığı ıslak otların üzerine bırakıyorum kendimi. Ot kokusu buram buram, ellerim kapkara, sırtım ıslak otlarda, gözlerimi kapıyorum. Öpüyor gözlerimi usul usul yağan yağmur. Karşıda Berkay’ı görüyorum bir an. Bir dal ile hasbıhal ederek buduyor gibi görünüyor. Ot kokusu, yağmur, durmayan kan. Acımıyor canım. Hayatta olduğumu hissediyorum. Damarlarımda kan olduğunu unutmuşum. Geliyor Mehmet. “Bastır” diyor yaraya. Bastırıyorum. Duyduğum mutluluktan bahsediyorum bir iki cümle ya da kelime ile. Yara bandını takıyor. Hissetmeden başka bir parmağımın daha yaralandığını görüyorum. Onu da kapatıyor. Orağın da tuttuğum sağ elimde deriyi soyduğunu farkediyorum. Onu da kapıyoruz. Üç parmak bantlanıyor böylece. Geriye kaldı yedi diyerek devam ediyorum otlarla mücadeleme. Az sonra bir parmakta daha hasar oluşunca durmam gerektiğini anlıyorum. Otlar da bitmek üzere. Kestiklerimi yığın yapıyorum Mehmet’in işini kolaylaştırmak için. Sonra biraz kazma ile kök çıkarmayı deniyorum. 3. kökten sonra onu da yapamayacağımı anlıyorum. Sınırda bırakıyorum. Onları ve otları bırakıp verandaya gidiyorum. Endişe sarıyor. Bu yorgunluktan sağ çıkamam diye düşünüyorum. Haftaya tekrar geleceğimi söylüyorum Mehmet’e hem de daha erken bir saatte. En alttaki bahçe göz korkutsa da bu duygular yeniden götürecek beni bahçeye. Mutluluğun tanımını belki baştan yapmalıyım.

Yazıyı bir sonraki gün yazdığımı ve şu an vücudumdaki kasların yerlerini öğreten ağrılar hissettiğimi belirtmeliyim. Bir yandan da yaraların hızla kapanması, benim kontrolümün dışında bir sistemin olduğunu ve bu gücün yaşamam için mücadele verdiğini yeni baştan öğreniyorum. Sanırım 1-2 güne toparlanırım o zaman haftasonuna bahçe bana bu ağrıları yaşatmaz yeniden.

Mutluluğun bir tanımı olmalı? İçinde yorgunluğun,doğanın,unutmanın,dikkatsizliğin yapanı yaraladığı bir işin,birlikte çalışmanın hazzının olduğu..

(Yeşil Gazete)

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.