Hafta SonuManşet

Aşk İksiri: Komik bir operadan bugüne minik dokundurmalar

0
Yekta Kara'nın sahneye koyduğu Aşk İksiri'nden
ef0630s02

Gaetano Donizetti’nin Aşk İksiri, İstanbul Devlet opera ve Balesi tarafından sahneye konuyor

Kanuni kötüydü. Yok canım, iyiymiş. Hürrem de iyi. Yok! Oğlunu öldürtmüş. Kanuni zalim! Hürrem, pek kötü! Son günlerin popüler Osmanlı tarihi magazinin rüzgârını böylece arkamıza alalım. Yazımıza da Donizetti Paşa ile başlayalım, yani Giuseppe Donizetti ile… Sultan II. Mahmut’un yenilediği Osmanlı ordusunun Askeri Müzik altyapısını kurmuş, Saray’ın da baş maestrosu olmuş, devletin musiki generali. Bununla da kalmamış Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk milli marşı olan Mahmudiye Marşı’nı bestelemiş hatta koltuğunu, Abdülmecit’in tahta çıkışında da koruyarak, bizlerin adını daha iyi hatırlayacağı, Mecidiye Marşı’nı da bestelemişti. Bizlerin tarih literatürü içinde makul yer tutan bu olaylar cereyan ederken, İtalya’nın Lombardy, Bergamo’sundan gelen Levanten paşamızın küçük kardeşi Gaetano ise, Avrupa’nın klasik müzik tarihine adını yazdırıyordu.

Gaetano, Bergamo surlarının dışındaki çok ama çok fakir bir ailenin çocuğu olarak hayata gözlerini açmış. Bu yoksul ailenin müzisyen geleneği elbette yokmuş ancak, babaları Andrea, Guiseppe ve Gaetano’yu, Simon Mayr’ın kurmuş olduğu müzik okuluna yazdırmak istediğinde feleğin çarkları da dönmeye başlamış. Üç erkek kardeşin en küçüğü olması belki de en büyük şansı olmuş Gaetano’nun. Zira sonradan bir Osmanlı Paşası olacak genç Guiseppe 18 yaşında imiş ve muhtemelen sesi kalınlaşmış olduğu için, korist olarak makbul bulunmamış. Oysa, 9 yaşındaki minik Gaetano henüz ergenliğe erişmediği ve yetenekleri de dikkat çekici olduğu için okula kabul edilmiş. Büyük bestecinin müzik kariyeri de böylelikle başlamış.

Ne var ki, kaderin bu küçük oyunu ağabey Guiseppe’yi başka bir maceraya sevk edip Osmanlı İmparatorluğu’na klasik müzik geleneği yerleştirecek bir maestro kazandırmış. Kardeş Gaetano ise; 75’e yakın opera, 6 senfoni, yaylı kuartetleri için 19 parça, 193 şarkı, 45 düet, 3 oratoryo, 28 kantatın yanı sıra sayısız enstrümantal konçerto, sonat ve oda müziği eseri ile Avrupa klasik müzik tarihinde yerini almış. Gaetano’nun, bu anlamda, emperyal bir himmette olmasa da, en azından sanatsal başarı bağlamında ağabeyine biraz fark attığını teslim edebiliriz sanırım.

Aşk İksiri

Yekta Kara'nın sahneye koyduğu Aşk İksiri'nden

Yekta Kara’nın sahneye koyduğu Aşk İksiri’nden

İlk kez 1832’de sahneye konan Gaetano Donizetti’nin L’Elisir d’Amore operası, yani Aşk İksiri, 19. yüzyıl komik operaları (“opera buffa” ya da “dramma giocoso”) arasında başyapıtlar arasına girmiş. Donizetti’nin bu eğlenceli eserler arasındaki yeri Don Pasquale‘si ile de perçinlenmiş. Aşk İksiri bir opera değil de, bir Hollywood yapımı olsaydı, türü adından da tahmin edilebileceği üzere, romantik komedi olurdu. Hikâyesi de bu naiflikte yürüyor zaten.

Kaybetmeye mahkûm bir âşık (Nemorino) ile ulaşılamaz çekici kadının (Adina) arasına, zorluklar hiç yetmezmiş gibi bir de yakışıklı bir garnizon komutanı (Belcore) girer. Nemorino, “ya benimsin ya toprağın” diyebilecek kadar “adam gibi adam” olmadığı için, “şu elimde görmüş olduğunuz iksir…” tiradıyla o kasaba senin bu kasaba benim gezinen, düzenbaz tacir Dulcamara’dan medet umar. Sevdiği kadını kendine âşık edeceğini umarak cebindeki tüm parasını, iksiri satın almak için bu madrabaza kaptırır. İksiri alır almasına ama, elindeki mataranın içindeki terkip ne gizli ne mucizevidir. Saf Nemorino’ya bir yudum içince cesaret verecek bu şerbetin adı iseeee……. İşte burada biraz mola verelim… Geri döneceğiz ama… Söz!*

Şipşirin bir İtalyan ahalisi

Aşk İksiri'nde koro

Aşk İksiri’nde koro

İstanbul Devlet Opera ve Balesi‘nde Yekta Kara’nın sahneye koyduğu Aşk İksiri, Kadıköy Süreyya Operası’nda sahne almaya başladı. Orkestra şefliğini Gianluca Bianchi’nin yaptığı eserde, koroyu ise değişmeyen isim Gökçen Koray çalıştırmış. Orkestra performansı yorumlamak iddiamın hiç olmadığı bir alan olmakla birlikte, özgeçmişine de göz atınca, İtalyan şefin orkestra ile verimli bir uyum yakaladığını düşündüm. Bianchi, davet üzerine yönettiği 2011’deki La Traviata’nın başarılı bulunmasının ardından İstanbul Devlet ve Opera Balesi’nde sabit bir pozisyona geçmiş. Sevil Berberi (Rossini), Don Pasquale (Donizetti), Aşk İksiri (Donizetti) ve Ariadne Naxos’ta (Strauss) gibi “sempatik” eserlerin çalışılmasının sonucunda komik operanın ruhuna uygun canlı bir icraat ortaya çıkmış olabilir. Elbette, eser seçimleri ne denli orkestra-şef uyumuna bağlıdır, ne denli “başka faktörlere” bağlıdır onu bilemiyoruz.

Koro üyeleri, özellikle kasaba halkını oynadıkları o kalabalık sahnelerde komik operanın hareketli ruhunu başarıyla yansıtan oyunculuk örnekleri gösterdiler. Yekta Kara’nın verdiği çokça küçük oyunu oynamak için çaba gösterdiler ve ortaya çıkan sonuç şipşirin bir İtalyan ahalisiydi. İzleyici olarak bu ahaliyi sevdik. Ama güzel koralleri de olan bu eser için, ahaliden asıl beklentimiz şarkıcılık performansı idi. Bunun vasatın üzerine çıktığını pek de söyleyemeyiz. Ama yine de dinlenir düzeyde idi. Adino’nun kafesinin garsonlarından birini canlandıran koro üyesinin, ikinci perdenin başında solo bir görev alarak, “bir alana bir bedava tadında” meşhur O Sole Mio Napoliteni ise hoş ve keyif verici bir sürpriz oldu.

Aşk İksiri Holywood'da olsaydı romantik komedi olurdu

Aşk İksiri Holywood’da olsaydı romantik komedi olurdu

Benim izleme şansı bulduğum temsildeki kast: Sevim Zerenaoğlu (Adina), Ahmet Baykara (Nemorino), Caner Akgün (Belcore), Kevork Tavityan (Dulcamara) ve Betül Görgülü (Giannetta) idi. Sevim Zerenaoğlu fettan ve havalı bir İtalyan kadını olarak hakkıyla bir performans sundu. Dolgun rengi ve güçlü ses hacmi ile zengin bir söyleyişe sahipti. Bir primadonna dinlememiz gerekiyordu, bu da nasip oldu. Eserin bir diğer kadın rolü Gianetta’yı seslendiren Betül Görgülü solo aryasında görevini yerini getirirken, eserin ikinci ilgi odağı kadını olarak da rolünün içindeydi.

Ahmet Baykara omzu düşük, mahzun ve mağdur aşığın jest ve mimiklerini öyle güzel oynadı ki, seyircinin tüm sempati puanlarını kazandı. İnce fiziğine ve “baby face” bir yüze sahip olmasına rağmen, “jön” değil “tipleme” oyuncusu izletti bize. Bu da rolüne çok güzel uydu. Tenor repertuarının orta seviyede ama seçkin eserleri arasında yer alan “Una furtiva lagrima” salondan büyük alkış aldı. Baykara, “güzel şarkıcılık” olarak çevirebileceğimiz, “bel canto” konusunda temsil boyunca başarılıydı. Bununla birlikte sahneyi sesiyle dolduran ihtişamlı tenor tınısına tutkun olanlara ilk hitap edecek isimler arasında gelmeyebilir. Ama yine de bazıları lejer sever diyelim…

Belcore’nin üniformadan gelen karizmasını Caner Akgün hakkıyla taşıdı. Sahnenin ağır abisi olarak daha nispeten statik bir oynayış sunsa da, hem söyleyişi hem sergilediği yorumla makbuldü. Burada bazı bölümlerde eser orijinalinde “sergente” (çavuş: astsubay) olan Belcore için, üst yazıda yüzbaşı (subay) ifadesi kullanılması da, kafa karıştırıcıydı. Hatta, Belcore’nin kostümündeki apolette muhtemel teğmen işareti olması da, ayrı bir başka bir soru işareti…

Kevork Tavityan, oyunculuk açısından sahnenin en iyisiydi. O heybetli cüssesinden beklenmeyecek derecede hareketli ve eğlenceliydi. Özellikle kelimelerin telaffuzunun hissedilebilmesine gösterdiği titizlik kadar, teknik başarısı da dikkat çekiciydi. Yorumculuk olarak her şarkının ruhuna, hem oyuncu hem şarkıcı olarak girdi. Ses ve vücut bütünlüğü tamdı. Dulcamara’nın o baş döndürücü hızda ve kalabalık librettosunu ise, kusursuz bir makine gibi seslendirdi. Donizetti ustanın kurduğu tuzaklara düşmedi. Tavityan’ın eserin orijinal librettosundan ayrıldığı tek bir an vardı ki, bunu ayrı bir paragrafta devam ederken, almış olduğumuz molanın da sonuna bağlanalım.*

Bildiğimiz şarap…

“Saf Nemorino’ya bir yudum içince cesaret verecek bu şerbetin adı ise…” demiştik. Bu şerbetin adı eserin orijinalinde “il vino”dur. Yani, bildiğimiz şarap! Nitekim geçtiğimiz yıllarda sahnelenen başka İDOB “Aşk İksiri” yorumlarında da bu içki “şarap” idi. Amma ve lakin Tavityan’ın hafifçe rolden ve şandan çıkarak, biraz da tiyatrocu vurgusuyla, seyirciyle sır açıklar gibi bir jestle “viski”(whiskey değil!) demesini nasıl yorumlamalı?

İtalyan kasaba garnizonu yerine Amerikan ordusu

İtalyan kasaba garnizonu yerine Amerikan ordusu

İşte bu noktada sahneye Yekta Kara’yı davet etmemiz gerekiyor. Zira bu operayı klasik dışı bir dramaturgiye oturtuyor, Kara. İtalyan kasaba garnizon komutanı olan başçavuşun yerine Amerikan Ordusu’ndan bir subay (?) geliyor. Tarih: II. Dünya Savaşı sonrası. Orijinal librettodaki kurgudan 100 yıl ilerideyiz. Yer İtalya ama imrenilen erk sembolleri kahraman İtalyan kasaba garnizonunun erbaşları değil, muzaffer ABD Donanması rütbelileri… Bu yeniden yorumlama bununla da sınırlı kalmıyor. Aşk iksiri olarak İtalyan’ın şarabı yerine Amerikan Viskisi sunuluyor. Dulcamara’nın tipik Sam Amca olarak kostümlenmesi bu varsayımı doğrular nitelikte. Orduları ile faşizmin sillesinden gelmiş Akdenizlilere, haşmet ve iktidarları kadar şevk verici iksirleri ile de geliyor emperyalistler Napoli’ye… Ama gün olup harman dönünce, o hor görülen mağrur İtalyan, Amerikan maçosundan hak ettiği teni tuzlu aşkını kapıveriyor. Başka bir enteresan boyut o ki, bunu da, coğrafyamızın muhafazakârlığının araya mesafe koymakta özel bir çaba sarf ettiği kötülüklerin anası “alkol” ile sağlıyor.

Alt metinleri alt alta koyalım: Akdeniz ruhu Amerikalının iksirlerinden faydalanıyor ama fazlaca müdahil olmasına izin vermiyor. Alkol yeri geldiğinde mağdurun ve mazlumun derdini söylemesine, cesaret bulmasına vesile buluyor. Daha basit söyleyelim: Alkol iyi bir şey! (Aman diyeyim araç kullanmaz ve gece 10’dan önce geçerli olarak… Ha! Bir de âşıksanız…) Yani derdini söyleyen derman buluyor. Faşizm altında ezilenlere Amerikan militarizmi bile ilaç gibi geliyor. Fazla mı iddialı? Yorumu size bırakıyorum… Ama önce bir izleyin bakalım…


Manzum S.

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.