Yazarlar

Merkez Bankası, bağımsızlık ve faiz artışı – İsmail Tanıl

0

Merkez Bankaları dünyanın her yerinde ülkelerin para politikalarını yöneten kurumlardır. Para emisyonunu, faiz oranlarını, bankaların ayıracakları zorunlu karşılıkları belirlemek gibi çok üst düzey yetkilerle donatılmışlardır. Tüm bu üst düzey yetkilere sahip olmakla birlikte kolaylıkla tanımlanabilecek tek bir görevleri vardır, fiyat istikrarını sağlamak, yani “enflasyonu önlemek”. Bu görev tanımına T.C. Merkez Bankası’nın internet sitesinin üst bölümünde de rastlanacaktır.

Türkiye’de yıllar yılı merkez bankalarının bağımsızlıkları sorgulanmış, kötü yönetilen kamu bütçesinin ve siyasi iktidarların açıklarını kapatmak için merkez bankaları asli görevleri olan fiyat istikrarını bir kenara bırakıp, siyasi ve finansal istikrar amaçlı kararlar vermeye zorlanmıştır. Son dönemde yine aynı türden eğilimler konuşulur hale gelmiştir. İktidar mensubu bazı bakanlar ve başta başbakan siyasi iktidarların en önemli başarı kriterlerinden sayılan büyümeyi teşvik etmek ve dolayısıyla işsizliği baskılamak için faiz oranlarını aşağıya çekme konusunda merkez bankasını alenen etkilemeye yönelik demeçler vermişlerdir. Hatırlayacağınız şu ünlü gaz-fren tartışmaları bu baskının emareleridir.

Küresel piyasalardaki olumlu hava, Amerika Merkez Bankası’nın piyasaya likidite vermesi olarak açıklayabileceğimiz tahvil alım programını sürdürüleceği açıklamaları 2011 ve 2012 yıllarında Türkiye’de faiz oranlarının %4 -%5 gibi pek makul olmayan seviyelere kadar gerilemesine yol açmıştır. Geçtiğimiz yaz aylarından beri Amerika Merkez Bankası’nın bu likidite bolluğuna son vereceği beklentileri ve Türkiye iç politikasında yaşanan gerilimler ile birlikte TL menkul kıymetlere yatırım yapmış olan yabancı yatırımcılar paralarını alıp çıkmaya başlamışlardır. Hele 2013 Aralık ayında bu tahvil alım programında 10 Milyar dolarlık azalma gerçekleştirilince bu hareket hız kazanmıştır. Herkes TL’den dövize dönmeye başlayınca dövize olan talep kurda önlenemez bir yükselişin başlangıcı olmuştur. Ardından geçtiğimiz yılın son aylarında yaşanan siyasi gelişmeler de bu riskleri iyice ön plana çıkarmış, fon çıkışları ile birlikte döviz kurunu adeta yukarıya doğru fişeklemiştir.

Merkez Bankası’nın tepkilerine geldiğimizde ise şöyle bir manzara ile karşılaşıyoruz. Teknik detayları bir kenara bırakırsak TL’nin değerini korumak amacıyla kullanabileceği yöntemlerden bir tanesinin piyasaya mevcut döviz rezervlerinden satış yapmak ve döviz talebini karşılamak, bir diğerinin ise TL’deki faiz oranlarını arttırarak TL’ye olan talebi arttırmak olduğunu söyleyebiliriz. Merkez Bankası bu geçen sürede ısrarla yükselen kur karşısında çeşitli miktarlarda döviz satışı yapmış fakat herkesin beklediği faiz artırımını erteledikçe ertelemiştir. Bu esnada “ekonomi” ile olan ilgisi muhtemelen ortaokulda aldığı ev ekonomisi ders notlarından ibaret olan tüccar ekonomi bakanları ve başbakan, faiz artırımının gereksiz olduğunu beyan etmiş, hatta başbakan şaşkınlık verici bir demeçle son Para Politikası Kurulu toplantısında faiz arttırmayan Merkez Bankası’nı tebrik etmiştir. Yani iktidar mensupları alenen kendi performans parametrelerini negatif etkileyecek olan yüksek faiz, düşük büyüme, yüksek işsizlik üçgeninden çıkabilmek için Merkez Bankası’na ne kadar inkâr etse de baskı uygulamıştır.

Geldiğimiz son durumda ise halen durdurulamayan döviz kuru karşısında Merkez Bankası olağanüstü bir Para Politikası Kurulu daha toplamış ve faiz oranlarını benzerine az rastlanır bir şekilde arttırmıştır. Marjinal fonlama oranı dediğimiz rakam %7.75’ten %12’ye, eskiden politika faizi dediğimiz bir hafta vadeli repo faizi %4.5’tan %10’a yükseltilmiştir. Bu çaba Merkez Bankasının uluslararası piyasalardaki güvenilirliğini geri getirmek için umarım yeterli olur. Fakat açık şekilde görülmekte ki bu yaşanan süreç herkese Merkez Bankası’nın bağımsızlığını ciddi şekilde sorgulatmıştır.

İsmail Tanıl

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.