Türkiye

Son Gül’en

0

17 Aralık günü Türkiye kamuoyu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kabinedeki 3 bakanın oğlunu, önde gelen bir iş adamını, kendi partisinden bir belediye başkanını, bir banka müdürünü ve bir takım başka devlet memurunu göz altına alan yolsuzluk operasyonuyla şoka uğradı. Akabinde Türkiyeli kanaat önderleri Gülen cemaatinin hükümeti utanç içerisinde bırakan bu operasyonun düğmesine bastığını ileri sürdüler.

Kimse bu iddianın doğru olup olmadığını bilmiyor, fakat günlük hayata sezgilerin yön verdiği bir dünyada, bu bir anlam ifade ediyor.  Bu soruşturma kimsenin kazanamayacağı başka bir savaş olarak algılanabilir. Tek soru ise; kim daha az kaybedecek? Erdoğan, Fetullah Gülen’den daha güçlü birisi. Gülen, o zamanlar güçlü olan ordunun hakkında din odaklı yapı kurmak suçlamasında bulunmaya çalıştığı 1999’da kendini Pennsylvania’da bir çiftliğe sürgüne göndermiş birine karşı karizmatik bir hatip. Öte yandan Erdoğan seçilmiş bir liderden daha çok diken üzerinde, ve büyük bir hezimete uğrama ihtimali var.

İronik olarak, Türkiye ve dünyada, ABD’de dahil, geniş özel okul ağıyla, bir yandan da medya imparatorluğu ve kendisine bağlı ticari şirketlerle Gülen cemaati Erdoğan’ın müttefiki ola gelmişti. Başından beri Gülen cemaati AKP’nin muhafazakar ve islami tavrını kucakladı. Birlikte yalnızca aynı dünya görüşüne değil aynı zamanda ortak bir düşmana sahiplerdi; ordu. İç ve dış siyaset üzerinde belirleyici, müdahaleci Türkiye ordusunun politik olarak yenilmesi ve kışlalarına çekilmesi neredeyse dokuz yıl sürdü.

Ordunun gitmesiyle, iki hareket birbirinden şüphelenmeye başladılar. Erdoğan hükümeti Gülen cemaatinin gücünden daha çok çekinmeye başlamıştı, bu durumsa medya ve diğer platformlarda kendilerine sempati duyan savcı ve hakimlerle eleştirilerini cezalandırmak şeklinde görülüyordu. Gülen cemaati ise Erdoğan’ın güç toplaması ve Türkiye siyasi sahnesine tamamen egemen olmasından kaygılanıyordu. Bu yalnızca yolsuzluk iddiası değil – yıllarca itiş kakış sonrasında – şanssız ve yetersiz çehredeki muhalefetin aksine, AKP ve Erdoğan Türkiye’yi şahsi mülkleri olarak görmeye başlamışlardı.

Aralarında gelişen yüzleşmede iki tarafta çok büyük hatalar yaptılar. Gülen hareketi Kürtlere özelliklede PKK’ya açılımdan mutsuzdu, Erdoğan’ın gerçek sırdaşı ve baş Kürt muhatabı, istihbarat şefi Hakan Fidan’ı hedef aldılar. Erdoğan Fidan’ı korudu öte yandan Gülen cemaatinin devlet kurumlarındaki takipçilerini temizleyerek Gülen cemaatini sayıca azaltmaya azmetti. Öldürücü darbesi dershaneleri ortadan kaldırmaya karar verdiğinde geldi.

Gülen cemaatinin en çok gelir sağlayan işletmesini yok etme girişimi hareketi ve Erdoğan karşıtlığını katılaştırdı. Fidan davası Gülen cemaati için devasa bir hata olduğu gibi, bu da Erdoğan için aynı ölçekte bir hataydı. Yaratılan hoşnutsuzluk kararını uygulamasını öteledi.

Bu bir yılı aşkın süredir devam eden yolsuzluk soruşturmasını Gülen cemaatinin ya da sadece görevini yapan dürüst bir savcının başlattığını söylemek zor olsa da, aşağı yukarı, bu yılın erken zamanlarındaki Gezi protestolarında olduğu gibi, AKP destekçileri Amerikalıları, İsraillileri, yabancı basın ajanslarını ve daha nicelerini içeren acınası komplo teorileriyle ortaya çıktılar. Saklayamayacakları şeyse AKP’nin aldığı yaranın şiddeti; Mart yerel seçimleri öncesi bu Erdoğan’ı zayıflatıyor ve dikkatini dağıtıyor, muhalefetin Ankara ve İstanbul’da seçimleri kazanması şeklinde sürprizlerin ihtimalini artıyor, AKP içerisinde mutsuzluk ve bölünmelere vesile oluyor.

Kenardan izleyenler var, özellikle fanatik laiklik taraftarları, iki yanı da beğenmeyerek ve tüm zamanları bu en büyük savaşını izleyerek. Erdoğan’ın bu krizi atlatmasından mutsuz olacakları çok aşikar. Çünkü hala çok güçlü, popüler ve medyanın büyük bölümünü kontrol ediyor. Soruşturma diğer büyükleri köşeye sıkıştırıyor. Kriz yönetimiyse, Gezi protestolarında görüldüğü üzere, kendisinin ve partisinin güçlü olduğu bir konu değil. İkisi de daha çok hata yapabilirler, özellikle de şeytani hizipçilerin entrika çevirmeye devam ettiklerine inandıkları sürece. Kötü analizler kötü politikalarla sonuçlanıyorlar. Gülen cemaati de hükümet kanadından gelebilecek hesaba katılmamış misillemelerden sağ kurtulabilir. Ancak esrarengiz, gizli ve iyi finanse edilen hareketin sezgileri güçlenecektir. Hali hazırda, kısa süre içerisinde yok olmak için fazla derin sosyal köklere de sahip zaten.

Bu sırada iki kaybeden olabileceği gibi, gerçek bir kazanan da olacak: gelecek yaz Erdoğan’ın yükselmesi için yol vermesi beklenen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Gül’ün başbakanlığa döneceği bir sır değil, bu durum tabii ki Erdoğan için bir mücadele anlamına geliyor. Yürütme erki çoğunlukla başbakanlık pozisyonunda  ve Erdoğan yerine daha idare edilebilir birinin geçmesini tercih eder. Artan bir şekilde  Erdoğan’ın gücü ele geçirmesinden rahatsız olan AKP’liler cumhurbaşkanlığı konutuna müdahil olması ya da politikaya tekrar girmesi yönünde taleplerle hac yolculuğu düzenliyorlar. Gül başkanlık yaptığı dönemde büyük bir hüner, ağırbaşlılık ve olgunluk gösterdi. Ankara’da son zamanlarda Çankaya Köşküne gidenler arasında cumhurbaşkanlığının yeni “Ağlama Duvarı” olabileceğine dair bir şaka var.

Eğer bu kriz güçler arasında dengenin sağlanmasına vesile olursa, belki Türkiye demokrasisi de diğer kazanan olabilir.

Al Monitor’da çıkan Henri Barkey’in yazısından çevirilmiştir

More in Türkiye

You may also like

Comments

Comments are closed.