Yeşeriyorum

Ahmetler Kanyonu ıssızlığına insan eli değdiğinde (II)- Bülent Şık

0
Bülent Şık

Yazının ilk bölümü için tıklayınız.

Yapılan açıklamalar bittikten bir süre sonra bir grup gazeteci arkadaş ile birlikte, pankartları açılı halde bekleyen köylülerin arasından geçerek jandarmaların kapadığı yola yöneliyoruz.

Epeyce kalabalık olmamız (basının gücü) ve kanyona inme konusundaki ısrarımız işe yarıyor ve aşağıya kanyona doğru iniyoruz. Toprak yoldan biraz çıkmak bile bitki örtüsünün nasıl da yoğun olduğunu farketmenize yetiyor. Her yer çeşit çeşit bitki ile dolu, toprak görünmüyor. Ağaçların yüzeyi bile yosunlarla kaplanmış. Toprağa basmadan hatta hiç görmeden su kıyısına kadar geliyorsunuz. Her taraf çam ağaçları ile dolu. Dosdoğru gökyüzüne uzanan 25-30 metrelik bu devasa ağaçlara tırmanmak istiyorum. Sonrasında inemeyeceğimi düşünüp vazgeçiyorum. Dikkatle bakınca çıkamayacağımı da anlıyorum.

Su kıyısına doğru yürürken yeryüzünün en eski sakinlerinden olan eğreltiotlarının bolluğu beni şaşırtıyor. Şu an yeryüzünde yaşayan bütün bitkiler, geçmişte varolan üç ana bitki soyundan, atkuyruğu, kibritotu ve eğreltiotu soylarından türemiştir. Dünyanın her yerinde insanların çok eski zamanlardan beri bildiği bir bitki eğreltiotları. Bir avcının okuyla yaralanan Güneşin yeryüzüne damlayan kanından oluştuğu ve eğer bütün çiçeklerini elinizi değdirmeden toplayabilirseniz görünmez biri olacağınız söylenir. Mevsim kış olduğu için üzerinde çiçekler yok; bu nedenle yola devam ediyorum. Ama sizi 350 milyon yıl öncesine temas ettiren bu yaşayan fosiller her yerde; durup onları izlemekten ve dokunmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Kupkurular.

Saplarından yukarıya su taşımak için damar sistemini geliştiren ilk canlılar eğreltiotları. Böylece 350-400 milyon yıl önce bitkilerin karalara kök salmasını ve yayılmasını sağlamışlar. Oliver Sacks’ın salt eğreltiotlarını incelemek için çıktığı ve izlenimlerini yazdığı ‘Oaxaca Günlüğü’ kitabı geliyor aklıma. Bir yandan yeryüzünün bu en eski sakinlerine, yüz milyonlarca yıldır hiç değişmeden kalan bu harikulade bitkiye huşû içinde bakarken; öte yandan bu el değmemiş, ıssız bölgeye iş makinelerini sokup koca dağı dinamitle patlatarak tünel açıp, açtıkları tünelde suyu depolamak isteyen insanları düşünüyorsunuz… Üstelik onca itiraza rağmen.

Su kenarına vardığınızda, yeşil, kahverengi renklerin hâkim olduğu olağandışı karmaşıklıktaki bitki örtüsünün içinde bir anda Antalya’dan 3 saatlik bir yolculuktan sonra zorlukla ulaştığımız kanyona indirilen iş makineleri fark ediliyor.

Kanyon duvarına açılacak tünel kazısı veya diğer iş makinelerinin ulaşımını kolaylaştırmak için gerekli yolu açan sarı renkli koca kepçe, uzaktan bakınca epeyce küçük; sanki bir oyuncakmış gibi görünüyor. Ama değil. Çevre kırıp döktüğü, ilerlemesini sağlamak için koparılmış, kesilmiş ağaçlarla dolu. Şu an çalışmıyor olmasının tek nedeni, Ahmetler köylülerinin şirketin güvenlik elemanları ile çatışmayı göze alacak kararlılıktaki mücadele azmi. İlerlediği hat boyunca açığa çıkardığı toprak, her tarafı saran yeşil örtünün üzerine atılmış kalın bir çizik gibi görünüyor. Çalıştığında nasıl bir ses çıkardığını düşünüyorum. Karşımızda duran kepçe ile yanı başımızda akan suyun pırıl pırıl güzelliği, etraftaki derin sessizlik öylesine tezat oluşturuyor ki.

İnsan elinin değmemesi gereken bir yer burası.

Bir süre sonra geriye dönüyoruz. Yukarıya toplanma alanına çıktığımızda yol kenarında oturan yaşlı amca ile koyun bir sohbete başlıyoruz. Şantiyenin özel güvenlik elemanlarının köylülere açtığı ateş ve sonrasında çıkan olayların en yakın tanıklarından biri olan Gençler köyü eski muhtarı Hüseyin Kızılkaya “Şirket o tüneli açmaya başlasa bile bitiremez; bu köylü onlara bunu yaptırmaz” diyor.

Kızılkaya, şirket elemanlarının hukuksuz silah bulundurduğunu, köylülere açtıkları ateş sonrasında ortalığa saçılan boş kovanları toplayarak şikâyette bulunduklarını anlatıyor. Kendisi hakkında da şikâyet olduğunu söylüyor. Muhatap olduğu kamu görevlilerinin duyarsız ve olumsuz tutumuna dayanamadığı için istifa etmiş; “bu iş bitene kadar buralardan bir yere gitmeyeceğiz” diyor.

Hava kararmaya yüz tutarken köylülerle vedalaşıp ayrılıyoruz. Hüseyin Amca arkamızdan bağırıyor: “HES’den vazgeçireceğiz onları ve bir daha ki gelişiniz bunu kutlamak için olacak inşallah.”

Dönüş yolunda yine eğreltiotlarını düşünüyorum. Ne kadar dirençli canlılar olduklarını. Sadece bir kaç milyon yıldır hayat sahnesinde olan ve bağıra bağıra gelen küresel ısınma sorununun altında kalacağı

Bülent Şık

günden güne belirginlik kazanan insana kıyasla; son 350 milyon yıl içinde gerçekleşen her türlü ölümcül badireyi atlatan eğreltiotlarının bu dağ başındaki kanyonda olması kadar doğal bir şey yok aslında. Muhtemelen biz yokolsak bile, onlar yine de yeryüzünde kalmanın bir yolunu bulacak. Bir canlı türü olarak hayatta kalmak ve türsel varlığını devam ettirmek söz konusu olduğunda, düşündüğümüzün aksine akıl pek az avantaj sağlar. Bir de akıllıca davrandığımızı düşünerek yapıp ettiğimiz HES gibi şeylere bakarsak işler hepten sarpa sarar. İnsan türü söz konusu olduğunda akıl ile akıllıca davranmak farklı şeyler ve nadiren aynı kafada buluşuyor.

 

Bülent ŞIK – Yeşil Gazete

Fotoğraflar Handan Günay – Ümit Yaman


More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.