Yazarlar

Olimpiyatları neden alamayız?

0

Hani futbolda bir söz vardır “90 dakika değil sabaha kadar oynasak bunları yenemeyiz” diye, bizim olimpiyat işi de buna benzer bir hal aldı. Artık değil 2020, 2024, 2028 veya 2032, ne zaman olursa olsun bizimle birlikte aday olan ve olimpiyatları düzenleyebileceğine inanılan bir şehir olduğu müddetçe İstanbul’un olimpiyatları alma şansı bulunmuyor. Bunun sebeplerini anlayıp çözümler üretmeden aday olmamızın da bir gereği yok. Tam bir liste hazırlamasak da bunun sebepleri konusunda biraz düşünmek gerekli.

Öncelikle mutlu olduğum konu Gezi olaylarının gündeme gelmemiş olmasıydı. Olimpiyat komitesinin kararı, tercihlerini etkileyen şeylerin çok daha değişik yönde olduğunu gösterir şekildeydi.

Olimpiyat adaylığında en başta sorulan soru şehrin ve ülkenin gerekli yatırımı yapabilecek güce sahip olup olmadığıdır. Başbakan Erdoğan başkanlığındaki büyük grup, bu konudaki devlet garantisini açıkça gösterebildiği için İstanbul Madrid’i eleyerek finale çıkabildi. Ancak finalde değerlendirilen konu  “Olimpiyatları düzenleyebilecek gücü var mı?” veya “Güzel bir şehir mi?” sorularının ötesinde bir kavram.

Çoğunuz bilecektir, dünya sporunda en ileri noktalardan birinde bulunan ABD’de profesyonel spor kulüpleri bir şehre bağlı değildir. O şehirde kalabilmeleri temelde birbiri ile ilişkili iki noktaya bağlıdır; “takımın seyircisi var mı?” ve “takım para kazanıyor mu?”. Bu iki soruya da “evet” cevabı verilemeyecek olursa takımlar o şehirden ayrılarak “evet” cevabı alacakları başka bir şehre taşınırlar. Dolayısıyla günümüz sporunda en önemli konu seyircidir. Seyircisiz spor olmaz ve bizim açımızdan en önemlisi, bizim spor seyircimiz yok. Hatta bizim futbol seyircimiz bile yok. Bu denli seyirci eksikliği olan bir ortamda olimpiyatlara ev sahipliği yapılması imkansızdır.

Basit iki örnek vereyim: Sezon başında Torku Konyaspor ile Kayseri Erciyesspor Ankara’da TSYD kupası final maçını oynuyorlar ve maraton tribünündeki güvenlikçi ve top toplayıcı sayısı taraftar sayısından fazla. Bir diğer örnek; geçen seneye kadar Süper Lig’de yer alan İstanbul Büyükşehir Belediyespor. Olimpiyat stadında oynadıkları maçlara gelen ortalama seyirci sayısı 693 ve bu takım en önem verdiğimiz sporun en önem verdiğimiz liginde oynayan bir takım. Böyle bir takımın ve böyle bir ligin dünya standartlarında yaşaması mümkün değildir.

Spordaki genel geriliğimizi anlatmak için ata sporumuz güreşten veya son 30 senemize damga vuran halterden bahsetmeye gerek yok. Yanıp yıkıldığımız, kendimizi dev aynasında gördüğümüz futbolda dünya sıralamasında 55. sıradayız. 12 Dev Adam Avrupa Şampiyonası’nda tepeye oynamak yerine rezilleri oynuyor. Kabul edelim, sporda iyi değiliz. Takımlarımızın arada önemli başarılar gösterebilmesinin ardında yaptığımız kaliteli yabancı transferleri var.

Bir noktada olimpiyatlara ev sahipliği yapmak istiyorsak öncelikle spor yapmaya başlamamız gerekiyor. Bundan kasıt, pazar öğleden sonra halı saha maçı yapmak ya da haftada bir bisiklete binmek, spor salonlarında kutu kutu, içinde ne olduğu bilinmeyen nesnelerden içip plajda kaslarını göstermek değil, ciddi ciddi spor yapmak.

2020 Yaz Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmaya hak kazanan Japonya 2012 Londra Yaz Olimpiyatları’nda okçuluk, atletizm, badmington, boks, futbol, eskrim, jimnastik, judo, yüzme, masa tenisi, voleybol, halter ve güreş gibi 13 değişik dalda tam 38 madalya kazanmış. Biz ise atletizm, tekvando ve güreşte toplam 5 madalya kazanmışız, atletizmden gelen iki madalyanın da durumu ortada.

Olimpiyatlarda 36 spor dalında yarışma yapılıyor. Olimpiyatlara bir kez daha aday olmayı denemeden önce bizim de bu 36 spor dalında en azından finallerde yarışacak kapasitede sporcular yetiştirmemiz gerekiyor. Bunu şampiyona 60 cumhuriyet altını vermeyi vadetmeden yapmamız gerekli. 60 cumhuriyet altını bizim sporcumuzu acilen doping yapmaya itiyor. Oysa, spor acilen başarılar kazanılan bir alan değil. Düzgün bir yüzücü, jimnastikçi veya masa tenisçi olmak için normal hayatınızın yanı sıra bir hayatınız daha olmak zorunda. Arkadaşlarınız sabah sekizde kalkarken sizin altıda kalkıp antrenmana gitmeniz gerekiyor. Herkes gezip eğlenirken sizin ödev yapmanız, herkes ödev yaparken de sizin akşam antrenmanında olmanız gerekiyor. Burada “sporcularımıza iş bulmamız gerekiyor” fazla anlamlı bir kavram değil çünkü dünya klasında bir sporcunun zaten 18 yaşında oraya gelmiş olması gerekiyor. Sorunun iki boyutu var, 18 yaşına kadar çocuklarımızı dünya klasında sporcular olarak nasıl yetiştiririz ve bu çocukları bir karşılık beklemeden sabah altıda kalkmaya nasıl ikna ederiz?

Her iki soruya da kısa cevap şu: Yapamayız.

Bunun da gayet temel nedenleri var. Öncelikle toplumumuzda her geçen gün namusuyla çalışıp didinip kazanmak daha az değer verilen bir kavram halini alıyor. Hızlı yoldan kazanmak varken kim çalışıp didinir? Biz ne zaman ki kolay yoldan gidenlere değil, tırnağıyla kazıyanlara gıpta ile bakmaya başlarız, o zaman belki bir umut doğar içimizde. Çocuklarımız ne zaman edindikleri lükslerle değil, kazandıkları başarılarla mutlu olmaya başlarlarsa sabah altında spor yapmaya uyanmak için bir sebepleri olur. Ancak; bizim çocuklarımız hala “kim ne giyiyor?” veya “onun telefonu ne marka?” sorularında yaşadıkları müddetçe sporumuzun kazanması zor.

Çocuklarımız spor yapmaya başladığında bizler de seyretmeye başlayacağız. Bizler ne zaman para verip İstanbul Minikler Badminton Ligi müsabakalarını seyretmeye gidersek, o zaman olimpiyatları almak için de bir şansımız olabilir.

Son olarak gelin size çılgın görünecek bir öneride bulunayım, birileri keşke dinlese:

Öncelikle futboldan başlamalıyız. Şöyle bir şey diyelim: Süper Lig’de oynamak için en az 20.000 seyirci kapasiteli bir stadınız olmalı ve her maça ortalama en az 15.000 biletli, yani kendi bilet parasını kendisi ödeyen seyirci gelmeli. Bunu sağlamıyorsanız- isterseniz en ala takımı kurun- en üst düzeydeki futbol liginde yer alamazsınız. Ama bununla da kalmadık, dedik ki bu futbol takımlarının hepsi aynı zamanda olimpiyatlarda yer alan 36 branşın tamamında faaliyet göstermeli, minik, yıldız, genç ve A takımları olmalı ve tüm şehir ve ülke şampiyonalarına katılmalı. O zaman, belki, her ne kadar kapılarındaki tabelada “Bilmem nere Spor Kulübü” yazsa da futbol takımından başka bir şey olmayan bu takımlar gerçekten spor kulübü olurlar. Biliyorum, bunların hepsi hayal, aynı bizim olimpiyatları alabilme umudumuz gibi.

 

Prof. Dr. Levent Kurnaz

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.