Hafta SonuKitapManşet

Ölümün birleştiriciliği : “Uzun vadede, Adem ile Havva’nın tüm evlatları yitik çocuklardır”

0

1 Eylül Barış gününde Okan Bayülgen, “Her metnin kendi ritmi vardır” dediğinde düşündüm ki eğer yapabilseydim, yazmadan evvel ritmini seçebilenlerden olabilseydim, o ritim bu yazı için İbrahim Maalouf’un Beirut parçası olurdu.

Babasının son romanı Les Desorientes, Ali Berktay’ın çevirisiyle Türkçede “Doğu’dan Uzakta” olarak yayınlandı. Amin Maalouf,  adını belirtmediği bir Orta Doğu ülkesinde çıkan iç savaş nedeniyle Dünyanın dört bir yanına dağılan bir grup arkadaşın, yıllar sonra buluşmak için ülkelerine dönmelerinin hikayesini anlatıyor.  Paris’teki bir Üniversitede akademisyen olan ve Atilla üzerine bir biyografi yazması beklenen Adam, savaş sonrasındaki tutumundan dolayı görüşmemeyi tercih ettiği eski bir arkadaşının eşi tarafından aranır. Telefondaki tanıdık, eski ses Adam’a arkadaşının ölmekte olduğunu ve onu görmek istediğini söyler. Bu da Adam için yıllardır görmediği, “Ben ülkemi değil; ülkem beni terk etti” dediği yere geri dönmesi anlamına gelmektedir. Adam gittiğinde konuştuğu dil, tartıştığı konular, telaffuz ettiği isimler ve tabii yarım kalmış hikayeler arkadaş grubunu bir araya getirme fikrini ortaya çıkarır. Önce kendisinin de olabileceğine pek inanmadığı bu fikir, yazışmalarla başlayan haberleşme trafiği ve birkaç mektup sonrasında hepsi için farklı anlamlara bürünür. Les Desorientes’in Türkçedeki tam karşılığında yönlerini şaşıran, kılavuzsuz birilerinden bahsediliyor diyebiliriz.

Sami, Albert, Adam, Ramiz, Semiramis, Ramzi, Murad ve Bilal isimlerini zamanında bir araya getiren ve ardından çok da güçsüz kılarak dağılmalarına neden olan şeyin ne olduğunu, neler kaybettiklerini ve ellerinde neler kaldığını görmek isterler. Çünkü Dünyanın neresine giderlerse gitsinler; Arap bir Yahudi, Arap bir Müslüman, Arap bir Hıristiyan iken; birbirleri için mesela yıllardır Fransızca yaşamasına rağmen sevişirken Arapça konuşan biri ya da savaşın ilk dul bıraktığı kadın olabileceklerdir.

Amin Maalouf’un romanlarıyla ve Orta – Doğu’nun bugünkü savaş haliyle paralel olarak Şarkiyatçılık’ı da okuyorum ve kitapların birbirini tamamladıkları anlamlar daha da değerleniyor. Edward Said, kitabın girişinde “Bir Filistinli Arabın Batı’daki, özellikle de Amerika’daki yaşamı, umut kırıcı” diyor ve Arap – İslam anlayışının bir hezeyana dönüşmesinin üç nedeni olduğunu belirtiyor. İlki, “Şarkiyatçılığa dolaysızca yansıyan, Batı’daki Arap ve İslam karşıtı yaygın önyargının tarihi” ise diyebilirim ki Maalouf ‘un okuduğum bütün kitaplarında bu önyargıyı vardı. Son romanında da yine aynı şekilde, olup biten her şey, konuşulan her alt metnin esas konusu bu. Kitabın sonlarına doğru yuvarlak hayal ettiğim masadaki muhabbetin geldiği yerde sorulan soru, esas konunun belirginliğini de arttırıyor, “Niçin dünyanın bu bölgesinde inanç, din bu kadar büyük bir yer işgal ediyor?”  İkincisi, “Araplar ile İsrail siyonizmi arasındaki savaşım ve bunun Amerika Yahudilerinin yanı sıra, hem liberal kültüre hem de genelde halka etkisi”, Sonuncusu da, “Araplar ve İslam’la özdeşleşmeyi ya da bu konuyu soğukkanlılıkla tartışmayı olanaklı kılan herhangi bir kültürel konum bulmanın neredeyse imkansız olması”. Said’in sıraladığı bu nedenleri,  Doğu’dan Uzakta’ya başlamadan önce okumuştum ve her sayfa, benim için o imkansız kültürel konumun arayışı oldu. Edward Said, Şarkiyatçılık’ı yazma nedenini bütün bunları kısmen yaşamış olması şeklinde açıklamasıyla da anlamlı bir şekilde örtüştü.

Adam’ın buluşma için çağırdığı bütün arkadaşları ya da yakınlarıyla olan yazışmalarında paylaşılan olaylar ve düşüncelerde herkes kendi tercihlerini nasıl meşrulaştırdığını ve bir diğeri hakkında neler düşündüğünü okuyoruz. Uzak sandığımız meselelerin aslında bize ne kadar yakın olduğuyla alakalı alacağımız karar için sanki bir ön hazırlık gibi. Aslında kimsenin beklentisi imkânsıza yakın olan o kültürel konumu bir anda oluşturmak değil; ama kendi çelişkileriyle kabul edilmek. Bir radikal İslamcı, Yahudi bir Arap, aynı kişiye sekizinci Sarayını yaparak zengin olan bir mühendis, eşcinsel bir Arap, hayatı boyunca manastıra çekilmeye karar veren Arap bir Hıristiyan’ın buna bir şans verebileceğine inanma isteği (hadi yazalım, çünkü onların bunlardan daha fazlası olduğu gerçeği).

Maalouf bütün bunları kitabın olay örgüsünü öyle işlemiş ki herhangi bir sıradan ayrıntıyı anlatmak bile okuyacakların tadını kaçırabilir.

Romanların sonundaki hissiyatı unutmak istemeyen biri olarak yazmak ve unutmamak istediğim şeyse şuydu; anlattığı coğrafyada ölüm, insanları her geçen gün daha da ayırırken, aynı insanları birleştiren bir hikaye anlatıyor Amin Maalouf.

“Eğer ölümün her an ve her yerden gelebileceğini kabul edersem, bencilliğimden gelen, şimdi ve buradaya ilişkin tembelliğim kaybolur.”

Martin Heidegger

Doğu’dan Uzakta – Amin Maalouf

Çeviren: Ali Berktay

Yapı Kredi Yayınları

 

Bahar Topçu

 

 

More in Hafta Sonu

You may also like

Comments

Comments are closed.