ManşetYazarlar

Neonikotinoidli tarım zehirleri yeni DDT’dir – George Monbiot

0
Bedfordshire’da bir çiftçi ekinlerini ilaçlıyor. Fotoğraf: David Wootton/Alamy

George Monbiot‘un sitesi monbiot.com’da 5 Ağustos’da yayınlanan yazıyı Yeşil Gazete ekibinden Bora Kabatepe‘nin çevirisi ile sunuyoruz

* * *

Birleşik Krallık hükûmeti, neonikotinoidli tarım zehirlerinin güvenli olduğu iddiasını yaymak için iş dünyasıyla el birliğinde.

Bu yeni bir DDT hikayesi: Gerekli testlerden geçmeden yaygın olarak kullanımına izin verilen ve doğayı yerle bir eden bir zehir sınıfı. Bu aynı zamanda tarihten ders almayanların onu tekrarlamaya mahkum olduklarının yeni bir kanıtı.

DDT’nin yaygın olduğu zamanlarda Time dergisinde yayınlanan Penn Salt şirketine ait reklam görseli

 

Ancak şimdi, yani neonikotinoidler1 dünyanın en fazla kullanılan böcek zehirleri ünvanını aldığından beri, zehirin etkilerinin nasıl geniş olduğunu anlamaya başlıyoruz. Üreticiler, tıpkı DDT’de yaptıkları gibi ürünlerinin hedefledikleri böcekler dışındaki canlılara tamamen zararsız olduğunu iddia etmişlerdi. Tıpkı DDT’de yaptıkları gibi konuyla ilgili endişelerini dile getirenleri tehdit ettiler, yanıltıcı iddialar yayınladılar ve toplumu aldatmak için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Ve sanki hikayeyi geçmiştekilere tıpa tıp uydurmak istercesine bazı hükûmetler bu çabalara ortak oldular.  En kabahatlilerin başında ise Birleşik Krallık geliyor. (Ç.N.: Geçtiğimiz Nisan ayında Avrupa Komisyonu’nda görüşülen ve neonikotinoidlerden bazılarına yasak getiren tasarı sürecinde Birleşik Krallık yasağın geçmemesi için yoğun lobi faaliyetinde bulunmuş ve bunun için eleştirilmişti.)

Prof Dave Goulson’un araştırmasında  ortaya konduğu üzere, çoğu canlının bu zehirden nasıl etkilendiği konusunda neredeyse hiç birşey bilmiyoruz. Ancak kanıtlar çoğalırken, bilim insanları zehirin  doğal yaşamın çok farklı alanlarında etkili olduğunu keşfetmeye başladılar.

Neonikotinoid kullanımının arıların ve diğer tozlaşmaya yardımcı böceklerin sayısında azalmaya neden olan önemli etkenlerden birisi olduğunu bilinen bir gerçek. Bu zehirler ekinlerin tohumlarına uygulanabiliyor, böylece bitki büyürken zehir bünyesinde bulunmaya devam ediyor ve bitkiyi yemeye çalışan böcekler ölüyor. Böcekleri ortadan kaldırmak için gereken miktarlar inanılmayacak kadar az: hacimler karşılaştırıldığında bu zehirler DDT’den 10.000 kat daha kuvvetli. 5 nanogram neonikotinoide maruz kalan balarılarının yarısı ölüyor. Arılar, sinekler, kelebekler, güveler, kın kanatlılar ve diğer tozlaştırıcılar ilaçlanmış bitkilerin çiçeklerinden polen aldıklarında hayatlarına mal olacak seviyede neonikotinoidi de bünyelerine almış oluyorlar.

Fakat çiftçiler tarafından kullanılan zehirin çok küçük bir kısmı bitkinin özüne ya da polenlerine nüfuz edebiliyor. Bugüne kadar yapılan araştırmalar tohuma uygulanan zehirin yalnızca %1.6’sı ile %20’si arasında bir oranın  bitki tarafından emildiğine işaret ediyor: bu oran yapraklara püskürtme yöntemiyle alınan sonuçtan bile çok daha düşük. Kalıntıların bir kısmı toz haline gelerek uçuyor ve yakın çevredeki, örneğin tarlanın kenarlarındaki çalı çitlerdeki böcek kolonilerinde hasara yol açıyor. Ancak tohuma uygulanan zehirin büyük çoğunluğu – Goulson’a göre  “tipik olarak %90’dan fazlası” – toprağa karışıyor. Yani gerçeklik, zehirlerin tohumlara uygulanışını “hassas” ve “hedeflenmiş” olarak tanımlayan şirketlerin yaratmaya çalıştığı algıdan çok farklı.

Neonikotinoidler son derece kalıcı kimyasallar, toprakta (bugüne kadar yayınlamabilmiş birkaç araştırmanın sonuçlarına göre) 19 yıla kadar yapılarını koruyabiliyorlar.  Kalıcı olmaları demek birikim olacağı anlamına geliyor: zehir uygulanan her sene toprağı daha da toksik hale getiriyor.

Bu zehirler toprağa girdiğinde nasıl sonuçlara yol açıyor, yeterli araştırma olmadığı için henüz kimse bilmiyor. Ancak, böceklerde küçük dozları dahi bu kadar ölümcülken,  toprak faunasında büyük kayıplara yol açmaları ihtimal dahilinde. Bu risk toprak solucanlarını da kapsıyor mu? Ya da o solucanlarla beslenen kuşları? Peki ya böcekleri ya da zehirlenmiş tohumları yiyen kuşları ve memelileri? Bu sorular karşısında bir karara varabilmek için henüz yeterince şey bilmiyoruz.

Bu, böcek zehirleri ile ilgili sürekli duyacağınız bir hikaye: bu dünyaya körlemesine bir giriş yaptık. Hükûmetlerimiz bu zehirlerin kullanımını, yaratacakları sonuçların ne olabileceği konusunda en ufak fikirleri olmadan onayladılar.

Avrupa Birliğinde neonikotinoidlerin yasaklandığını düşünüyor olabilirsiniz. Hayır! Bu sınıfa dahil zehirlerin yalnızca birkaçının belli uygulamalarda kullanımı 2 seneliğine askıya alındı . Kanun yapıcıları dinlediğinizde zehirden etkilenen tek türün arılar olduğunu onların da yalnızca tohumlarına zehir uygulanmış olan bitkilerin çiçekleri yüzünden öldüklerini zannetmiş olabilirsiniz; bu son derece anlaşılır. Ama neonikotinoidler birçok ekinde yapraklara püskürtülerek uygulanıyor. Çayırlara ve hatta parklarda, toprak içinde yaşayan ve kökleri yiyen böcekleri öldürmeleri için taneli olarak yere serpiliyor. Tüm bu uygulamalar, etkilerinin ne olduğu araştırılmamış olsa bile Avrupa Birliği’nce yasal olarak görülmeye devam ediliyor. Ancak bildiklerimiz, etkilerin kötü olacağını tahmin etmek için yeterli seviyede.

Bedfordshire’da bir çiftçi ekinlerini ilaçlıyor. Fotoğraf: David Wootton/Alamy

Toprağa giren neonikotinoidler orada sonsuza dek kalmıyor tabii ki. Bir kısmının topraktan akıp gittiğini duyduğunuzda biraz rahatlayabiliriz sandınız, ama zehir akıp nereye gidiyor? Evet, malesef yer altı sularına ya da akarsulara. Orada ne sonuçlar doğuruyor? Kim bilir? Neonikotinoidler Avrupa Birliği su yönergeleri kapsamında takip edilmesi gereken maddeler listesinde dahi yer almıyor, dolayısıyla bizim ve diğer birçok türün kullandığı sulardaki yoğunluklarının ne olduğu konusunda bir fikrimiz de yok.

Ancak Hollanda’da yapılan bir araştırma gösteriyor ki yoğun bahçecilik yapılan bölgelerden gelen sular öyle yoğun zehir derişimlerine sahip ki, bitkilerdeki bitlenmeye karşı bu su tek başına kullanılabilir. Aynı araştırma, neonikotinodilerin çok daha düşük yoğunluklarda bile – Avrupa Birliği sınırlarının üzerinde olmayan seviyelerde – su sistemlerine girmesinin, o sistemde bulmayı beklediğiniz omurgasızların yarısını silip attığını da ortaya koyuyor. Bu gıda zincirinin büyük bir kısmının çökmesi demek.

Beni bu makaleyi yazmaya teşvik eden güney İngiltere’deki Kennet Nehri’nden gelen korkunç haber oldu. Kennet Nehri son derece sıkı şekilde korunan bir ekosistem ve dünya üzerindeki  sayılı kireçtaşı nehirlerinden birisi. Bu bölgede, Temmuzda kimliği hala tespit edilemeyen birisi su giderine bir diğer tarım zehiri olan chlorpyrifos2 döktü. Miktar saf halinde olsaydı sadece iki çay kaşığı dolusuydu. Zehir Marlborough kanalizasyon sisteminden geçti ve nehrin 25 kilometrelik kısmındaki omurgasızlarn çoğunu öldürdü.

Bu haber beni bir yakınımın ölümü kadar sarstı. Bugüne kadar çalıştığım en iyi iş, üniversitedeki bir yaz tatilim sırasında Sutton’a bağlı Kennet Nehri üzerinde geçici görevle yaptığım yaptığım su bakıcılığıydı. Görevdeki memur aniden hayatını kaybetmişti. Çok zor bir işti ve çoğunlukla yüzüme gözüme bulaştırmıştım.

Ancak nehri o bölgesini tanımış, sever hale gelmiş ve temiz suyun barındırdığı şaşırtıcı berekete de hayranlık duymuştum. Günün çoğunda göğsüme kadar suyun içine batmış halde ekoloji ile ilgili düşüncelere dalmışken, su farelerini, yalıçapkınlarını, ağaçların gölgelerinde yüzgeçlerini oynatan kefalleri, yerlerine ölesiye sadık olup durdukların yerdeki taşları kuyruklarıyla beyaza boyayan benekli alabalıkları, yerel kerevitleri, yusufçukları, su sineklerini, tatlı su karideslerini ve diğer tüm dip canlılarını izlemem gerekenden çok daha fazla zaman ayırarak izlerdim.

Akşamları ise, yalnız kalmamak için ve hem protestolara hem de katılan insanlara duyduğum hayranlık nedeniyle Greenham Nükleer Üssü’nün kapısındaki barış kampına giderdim. Bu ziyaretlerin bana getirdiklerini eski bir yazımda dile getirmiştim.

Nehri korumak için uğraşan mücadeleciler, kirlenmeden sonra nehir yüzeyinin nasıl böcek ve karides ölüleriyle dolduğunu anlattılar. Beslenebilecekleri böcekler ve karidesler olmadığından nehirdeki balıklar, kuşlar ve amfibiler de zaman içerisinde güçsüzleşecek ve ölecekler.

Bu haberi sindirdikten sonra, Hollanda’da yapılan araştırma aklıma geldi ve neonikotinoidlerin de birçok yerde içerisinde girdikleri nehirlerde benzer etkiler yapabileceği aklıma geldi: bir kereye mahsus değil de çevredeki toprağa atılışları süresince.

Richard Benyon, doğal hayatı ve biyoçeşitliliği korumakla yükümlü koltuğun ve Kennet Nehri’nin bir bölümündeki balık avı haklarının sahibi olan, ayrıca içinden geçtiği seçim bölgesini de temsil etmekle yükümlü bir insan olarak, chlorpyrifos zehirlenmesi hakkındaki kızgınlığını dile getirmiş. Acaba aynı zamanda nehirlerin rutin olacak neonikotinoidle zehirlenmesi karşısındaki kızgınlığını da dile getirmesi gerekmez mi?

Böyle yapmış olsaydı, başı patronuyla fena halde derde girerdi. Neonikotinoidler tıpkı ekosistemlerimizi zehirledikleri gibi bu maddeleri kontrol altına almakla yükümlü birimlerin hali hazırda yeterince zehirlenmiş olan politikalarını da zehirliyorlar. Nisan ayında Observer gazetesi kısa adı “Defra” olan Birleşik Krallık Çevre, Gıda ve Kırsal Konular Departmanı’nın başı Owen Paterson’ın Sygenta’ya gönderdiği bir mektubu yayınlamıştı. Paterson bu mektupta birçok tarım zehri üreten bu firmaya ürünlerine yasak gelmemesi için yapılan çalışmaların “gelecek günlerde de devam edeceğinin ve yoğunlaşacağının” sözünü vermişti.

Ve tabii ki, Birleşik Krallık hükûmeti, yapılan imza kampanyalarına ve Paterson’a gönderilen 80.000 e-postaya rağmen,  zehirlerin askıya alınması konusundaki Avrupa Komisyonu oylamalarında yasakları desteklemedi. Paterson ve departmanı “Defra”nın doğal hayatın ayakta kalması ve zehir şirketlerinin karları arasında bir seçim yapma zamanı geldiğinde ne yönde karar verecekleri konusunda pek az şüphe vardı. Neyse ki başarısız oldular.

2013 başında birçok çevre örgütü arıları öne çıkararak neonikotinoidlerin kullanımının durdurulması talebinde bulunmuştu

Oylarının sebebini anlatmaya çalıştıkları zaman düştükleri durum bu hükûmetin kötü siciline işlenmiş en rezalet anlardan biriydi. Devletin yeni baş bilim insanı Sir Mark Walport sürekli olarak Defra tarafından hazırlatılan bir araştırmayı öne sürdü. Bu araştırma herhangi bir hakemli dergide yayınlanmamıştı, zaten yayınlanamazdı, çünkü bırakın devletin baş bilim insanını kendine saygısı olan herhangi bir bilim insanı bu araştırmanın tamamen çöp olduğunu daha ilk bakışta anlardı.  Araştırmadaki birçok kusurun en temeli kullanılan kontrol gruplarının da etkileri test edilen zehirden etkilenmiş olmasıydı. Araştırma daha sonra Avrupa Gıda Güvenliği Ajansı tarafından da işe yaramaz olarak değerlendirildi.

Ancak Walport yeni efendileri adına yanıltıcı açıklamalar yapmaya devam ederek, korkutma taktikleri ve şantaja kadar varacak yöntemler kullanarak zehirlerin yasaklanmasının önüne geçmeye çalıştı ve yanlış adımlarına yenilerini ekledi.

Bu durumun önemini ve barındırdığı tehlikeleri ne kadar vurgulasak az: devletin ana bilimsel tavsiye kaynağının çuvallaması, hem de görev süresinin başında. Baş bilim insanının yağ çekmeye çalışan bir yaltakçı değil, tüm politik baskılara karşı gerçekler ve bilimin prensipleri doğrultusunda ayakta durarak ses çıkartacak biri olması gerekiyor. Walport makamını rezil etmiş, bilim dünyasına ihanet etmiş ve işverenlerini memnun etmek adına doğal yaşamı arkasından vurmuştur.

Geçtiğimiz hafta, sanki bizlere bu hükûmetin aslında kontrol altına alması gereken şirketlerce nasıl ele geçirildiğinin bir kere daha kanıtlamak istercesine Walport ve Paterson’un atıfta bulunduğu çalışmaları yürüten bilim insanı devlet için çalışmayı bırakıp yeni bir iş buldu. Nerede? Sygenta! Bana zaten çoktandır onlar için çalışıyormuş gibi geldi.

Sonuç olarak karşımızda eline bir makineli tüfek almış ve “bu tamamen güvenli” diyerek yalpalayan bir sarhoşa benzeyen bir birim var. Doğal hayatı koruması gereken insanlar zararlarını sadece tahmin edebildiğimiz zehirlerin kullanımlarına izin verilmesi için bu zehirlerin üreticileriyle birlik oldular. Tüm bu yaptıklarıyla yeni bir “Sessiz Bahar3 tasarlıyor gibiler.

1 Neonikotinoid: 20. Yüzyılın sonlarında geliştirilen ve böceklerin sinir sistemlerini hedef alan kimyasal zehirlere verilen genel ad. Günümüz endüstriyel tarımında en çok kullanılan ilaç türüdür. 29 Nisan 2013’te AB sınırları içerisinde kullanımı 2 sene boyunca askıya alınan clothianidin, imidacloprid and thiametoxam zehirleri de bu sınıfa dahildir.

2 Chlorpyrifos: Organofosfat sınıfına dahil ve insanlar üzerinde sağlık etkileri olduğu kanıtlanmış böcek zehiri. Neonikotinoid değildir.

3 Silent Spring / Sessiz Bahar: Rachel Carsson tarafından 1962’de yazılan ve Yeşil Devrim sırasında kullanılan tarım zehirlerinin insanlar ve ekoloji üzerindeki etkilerini konu alan kitap. Amerika’da çevre hareketinin sembollerinden olmuş ve 1972’de getirilen DDT yasağına giden yolun en önemli adımların biri olarak kabul edilmiştir.

yazının özgün hali

 

George Monbiot

 

More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.