Bayram ÖzelManşet

Cilalı Sinema Devri: Endüstriyel sinema – Muhittin Kurban

0

Sinemayı çok seven birisiniz, vizyona giren filmleri takip ediyor, ayda bir arkadaşlarınızla sinemaya gidip tercihiniz olan bir filmi izliyorsunuz. Favori yönetmenleriniz, idolünüz olan oyuncular da var elbette. Hayranı olduğunuz yönetmenlerin, oyuncuların hiçbir filmini kaçırmak istemiyorsunuz. Hollywood yapımlarını olduğu kadar ülkemiz yönetmenlerinin filmlerini de izleyerek sinema anlayışınızın geniş olduğunu düşünüyorsunuz. Maalesef bu tanımlamalar sinemasever bir bireye ait değil. Bu olsa olsa internet kullanabilen, sosyal ağlarda çevresi olan, kendini, sanatsal yönü olduğuna inandırmış bir kişinin tanımlamasından öte bir şey değil.

Cebimizde taşıdığımız teknolojik cihazlar sayesinden ünlü insanların tweetleriyle öneri manyağı olan bireyler olarak sinemanın endüstriyelleştiğini görmemek imkânsız. Bizlere sunulan bol ambalajlı, çok efektli, biraz cinsel çekimi olan, popülist yönü ağır basan, televizyonlarda günlerce fragmanı dönen filmlerin bu sistemin dayatmasından başka bir şey olmadığını görmemiz gerekmektedir. Bilmemiz gereken, vizyona giren filmler; dünyaca ünlü film festivallerinde kapalı kapılar ardında film pazarlama için süren sohbetler sonrası bir kaç sinema salonu şefinin gişeye (yani hasılata) göre gösterim anlayışı ile getirdiği filmlerin dışında bir şey değildir. Sinemaseverlerin sinema anlayışını düşünmekten ziyade, gişede başarılı olacak, salonları hınca hınç dolduracak, sanatsal yönünün çok önemli olmadığı, TV de yüzü eskimeyen oyuncularla içi doldurulan filmlerle sinema anlayışımızın gelişmesi(!) düşünülüyor.

Sinema sektörünün liderleri, artık popülariteyi ön planda tutarak, kâr marjlarını düşünerek sinema salonlarında gösterilen filmleri çıkarlarına göre belirleyerek bir film tekeli oluşturmaktadırlar. Sinemaseverlerin farklı sanatsal tercihlerini değerlendirmek yerine, rekabet yaratacak, gündemde ve göz önünde olan sinema filmlerini gösterime dahil etmek; sanatsal filmler başta olmak üzere, birçok filmin sinema salonlarına uğramadan unutulmasını sağlamaktadır.

Rakamlarla Konuşmak

Çizdiğim tablonun çok kötümser olduğunun farkındayım. İsterseniz biraz rakamlardan bahsedelim. 2011 yılında salonlardaki izleyici sayısı 40 milyonu aşmış durumda. Düşünüldüğünde çok iyi bir rakam denilebilir. Peki, 2010 yılı sinema izleyici sayısının 41 milyonun üzerinde olduğunu görünce gelişmeden söz etmemiz mümkün olabilir mi? Sinemanın gelişmesi sadece salona giden insan sayısıyla ölçülmez diyebilirsiniz. Evet, haklılık payınız var. Eskiye oranla çok film çekiliyor ama kaç yönetmen ikinci filmini çekecek gişe başarısı kazanabiliyor? Kaç yerli yapım büyük illerde aynı anda vizyona dâhil edilebiliyor?

Vizyona giren filmlerin seçim kriterini, popülist hayatın bir getirisi gibi değerlendirmek gerekir. Sonu gelmeyen devam filmlerinde, gençliğinde rol aldığı filmden dolayı hâlâ aranan yüz olmak sinemanın kara lekesi gibi. Belki de bizim kendimize sormamız gereken asıl soru: “Bir yıl boyunca kaç tane Avrupa yapımı film vizyona girdi ve merak edip bu filmlere karşı sinemasever merakını ne derece gösterebildik? Dünyada en fazla konuşulan İspanyolca orijinal dili ile film izlediniz mi hiç? Festivallerde bol ödül kazanmış, düşük bütçeli İskandinav kökenli film izleme fırsatınız oldu mu hiç? Sanatsal içerikli, siyasi içerikli Ortadoğu ya da Güney Amerika yapımı film ilgimizi çekti mi?  Bu ülkelerde neden film çekilmiyor, çekiliyorsa neden vizyona girmiyor sorusunu kendimizi neden sormadık?

Dünya sinemasını sadece Amerikan yapımlı filmler olarak algılayıp, bağımsız sinema olarak nitelendirilen, salonlarda gösterilme şansı mucize olan filmlerin var olmadığını düşünmek bir sinemaseverin ilgi göstermemesi ile açıklanabilir mi?

Gelelim yerli yapımların vizyona dahil edilmemesi sorununa. Maddi harcamaların yanı sıra emek verilerek ortaya çıkarılan bir sinema eserinin kendi ülkesinde vizyona dâhil edilmemesi ve bunu sinemadan anlayıp anlamadığı belli olmayan, masa başında arz-talep ilişkisini değerlendiren insanların belirleyecek olması sinema adına büyük bir utanç. Onlarca salonlardan birini bile sanatsal veya bağımsız filmlerin gösterimine ayırmayan endüstriyel sinemacılık, sinemaya hizmet etmek yerine kendi kâr hedefini tutturma amacındadır.

“Sanat, sanat içindir!” şeklindeki demode tanımı kenara bırakarak, “Sinema insan içindir” şeklindeki hümanist yaklaşımı devam ettirmek gerekir. Dünyadaki vicdan ve hakikat arayışımızın bizlere yansıması olan düşük bütçeli sinema eserlerini sinema salonlarında daha çok görmeliyiz. Ya gözlerimizi kapatıp bizlere sunulanlara sinema diyeceğiz ya da her kaybedilmişliğe, terk edilmişliğe ortak olmayı tercih edip yalnız bırakılmaya çalışan gerçek sinema yapımlarının peşinden gideceğiz.

Belki de bir ütopya ama dünyayı daha yaşanabilir hale getirmeye bir film öncü olabilir. Ne dersiniz?

 

Muhittin Kurban

@3murti

 

More in Bayram Özel

You may also like

Comments

Comments are closed.