Röportaj

Prof. Dr. Bülent Gökay: “Genç, eğitimli orta sınıf ekonomik seviyesine uygun bir demokrasi düzeyi istiyor”

0
Bülent Gökay

Bülent Gökay

Gezi direnişini küresel bir bakışla ele almak için İngiltere’nin Keele Üniversitesi Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişkiler ve Felsefe Okulu Başkanı Prof. Dr. Bülent Gökay ile konuştuk.

1985’ten bu yana İngiltere’de yaşayan, lisans ve yüksek lisans eğitimini İngiltere’de yapan Gökay, Londra ve Cambridge’de kısa süre çalıştıktan sonra 1996 yılında Keele Universitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olarak görev yapmaya başladı. Keele Üniversite’sinde iki yil önce Global Faultlines (Küresel Fay Hatları) başlığıyla bir akademik dergi çıkarmaya  baslayan Gökay ve arkadaşları röportajda da ele alınan küresel kayma sürecini dergi etrafinda analiz etmeye çalışıyorlar. Global Faultlines bu önemli tarihsel süreci anlamaya ve anlatmaya yönelik yazılar yayınlayan dünyadaki ilk ve tek dergi olma özelliğini taşıyor. Bülent Gökay’ın ayrıca İngilizce ve Türkçe olarak yayınlanan çok sayıda kitabı ve makalesi bulunuyor.

Geçtiğimiz günlerde İngiltere’de Keele Üniversitesi’nde katıldığım bir toplantı nedeniyle buluştuğumuz, bu vesileyle Gezi direnişiyle ilgili bir seminer için bir araya geldiğimiz ve sonrasında da Gezi süreci hakkında uzun uzun sohbet etme fırsatı bulduğumuz Bülent Gökay’a, Yeşil Gazete için Gezi direnişini küresel perspektiften değerlendirmesini isteyen sorular sordum.

Tarihsel bir perspektiften baktığınızda Gezi olaylarını nasıl yorumluyorsunuz? Tamamen kendine özgü olaylar mı, yoksa tarihteki benzeri halk hareketleriyle ve devrimlerle ortaklık taşıdığı yanlar var mı?

Bülent Gökay

Hiçbir olay tamamen kendine özgü değil . Özellikle günümüz dünyasında, küreselleşmenin bu ileri aşamasında, öyle tamamıyla kendine özgü diye tanımlanabilecek hiçbir sey yok. Hemen her olayın, yerel, ya da ulusal, bir çok yönü mevcut, yerel koşullarla ilgili yönleri olduğu gibi ulusal ve hatta uluslararası gelişmelerle ilintili yönler de mevcut ve genellikle de bu tür yerelin-ötesi yönler hem olayı anlamada ve hem de gelişimini belirlemede daha önemli oluyor.

Gezi olayları, İstanbul Taksim Gezi parkına ilişkin özgün nedenler etrafında başladı, ancak sadece orada kalmadı. Gezi protestoları, hem daha önceki bir yığın benzeri protesto olayı ile ilintili, İstanbul’da ve Türkiye’nin dört bir yanında yıllardır sürmekte olan kentimize, çevremize, doğamıza, havamıza  sahip çıkalım hareketleri ile ilintili.  Ayrıca Gezi Parkı eylemlerine neden olan AKP hükümetinin ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bu bölge üzerine geliştirdikleri planlar, hem Türkiye’de, hem de dünyada son 20 yıldır bütün hızıyla devam eden neo-liberal kâr-temelli imarlaşma planlarının bir parçası.  Bu anlamda hem protestolar, hem de protestolara neden olan planlar/ yıkımlar global süreç ve gelişmelerden bağımsız anlaşılamaz.

Eğitimli, meslek sahibi, dünyadaki gelişmelerin farkında olan bu genç nesil yaşadıkları alana, şehire, ülkeye, dünyaya sahip çıkıyorlar. Kendilerini ve görüşlerini dikkate almayan, yaşam tarzlarını ve yaşam alanlarını kontrol etmeye çalışan yöneticilerine karşı haklı bir direniş sergiliyorlar.

Sizce Gezi direnişi nasıl bir küresel politik ve ekonomik çerçevede cereyan ediyor? Bu bağlamda önceki Yunanistan, İspanya, İngiltere vb. protestoları ve işgal hareketleriyle ve sonraki Brezilya protestolarıyla karşılaştırdığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz?

Bülent Gökay'la birlikte katıldığımız Gezi direnişi seminerinden

Gezi direnişi başladıktan sonra hem hareket içindeki önemli bir kesim arasında ve hem de uluslararası liberal basında öne çıkan bir benzetme vardı: “Tahrir meydanından Taksim meydanına aynı direniş rüzgarı” şeklinde.  Benzerlikler tabii ki vardı, her iki meydan da hem tarihsel konumları itibarıyla ve hem de bulundukları metropollerdeki önemleri nedeniyle öne çıktılar. Her iki direniş/ protesto olayında protestolar önce barışçı başladı ve her iki olayda da güvenlik kuvvetlerinin aşırı güç kullanılması sonucu olaylar daha da yaygınlaştı, protestocuların içinde genç ve üniversite eğitimli kesim öne çıkıyordu. Ancak benzerlikler daha cok şekilsel özellikler olarak kalmakta, olayların asıl kökenlerine inildiğinde ve genel iktisadi ve siyasi boyutlarına, tarihsel yönüne bakıldığında çok ciddi farklılıkların bulunduğunu görürüz.

Mısır’daki protestocular, Tunus’ta ve bir yığın başka Arap ülkesindekiler gibi, her şeyden önce içinde bulundukları güç ekonomik nedenlerle sokağa çıktılar. Arap ülkelerinde “Arap Baharı” protestolarının başladığı 2011 yılından neredeyse on yıl once ilk protesto hareketleri baslamıştı ve hemen her yıl benzeri hareketler yaygınlaşarak devam etti. Ve başından beri de, hep ciddi ekonomik nedenler protestocuların istemlerinin başında gelmekteydi. Bütün dünyada işsizliğin belki de en cok arttığı, özellikle 2007-08 küresel ekonomik krizinden sonra da çok yüksek noktalara çıktığı ülkeler bu Kuzey Afrika ve Orta Doğu ülkeleriydi.

Bu çok önemli bir fark: Tahrir meydanında ayaklananların önemli bir kesimi ya işsiz ya da üniversite eğitimlerinden sonra iş bulma ihtimali çok düşük olan üniversite öğrencileri, yani bir anlamda “zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok”.  Taksim meydanında protesto edenlerin ise çok büyük bir kesimi iş sahibi, ya da üniversite eğitimleri bittiğinde iş bulacaklarından emin gençlik, yani Türkiye’nin son 10 küsur yılda katettiği ekonomik büyüme sonucu sınırları iyice genişlemiş yeni orta sınırfların üyeleri.  Sosyo-ekonomik anlamda bu çok önemli bir fark, sosyal bilimciler için.  Eğitimli, meslek sahibi, dünyadaki gelişmelerin farkında olan bu genç nesil yaşadıkları alana, şehire, ülkeye, dünyaya sahip çıkıyorlar. Kendilerini ve görüşlerini dikkate almayan, yaşam tarzlarını ve yaşam alanlarını kontrol etmeye çalışan yöneticilerine karşı haklı bir direniş sergiliyorlar.

Bu noktadan bakıldığında, Türkiye’nin Gezi eylemcileri “Arap Baharı” eylemcilerinden farklı oldukları gibi, Avrupa’da ekonomik krizin ciddi etkisi altındaki ülkelerin protestocularından da çok farklılar. Yunanistan’da ve İspanya’da 2008’den beri sürmekte olan protesto eylemlerine katılan yüz binlerce gencin cok önemli bir kesimi işsiz, aynen Tunus’ta ve Mısır’dakiler gibi ve bu nedenle de temel istemleri ekonomik. Gezi Parkı ile başlayan protesto eylemlerine katılanların temel istemleri ise demokrasinin sınırlarını genişletmek, kendi özel alanlarına müdahaleyi engellemek, içinde yaşadıkları mekanları/ alanları korumak. İstemler açısından bakıldığında da bu sınıfsal farklılığı görmek çok kolay.

Orta sınıfa katılan, bu üniversite eğitimli genç nesil hem kendine daha çok güveniyor, hem de dünya ile yakından ilişkili.  Ekonomik seviyelerine tekabül eden bir demokrasi düzeyi beklentileri var, yöneticilerinin yaptıkları hataları, suistimalleri çok daha çabuk farkedip, korkmadan da eleştirebiliyorlar, bu anlamda adeta ideal denecek bir düzeyde civic bir vatandaş tipine tekabül ediyor bu yeni orta sınıfın üyeleri.

Peki ya Brezilya?

Evet, Gezi eylemlerinin başlamasından iki hafta sonra Brezilya’da da protesto eylemleri başladı, toplu ulaşım ücretlerinin artmasına karşı ve özellikle de merkezi ve yerel hükümetlerin harcamaları etrafında istemler geliştirdi Brezilyalı protestocular. Onlar da Türkiye’dekiler gibi üniversite eğitimli, meslek sahibi, ya da üniversite eğitimlerini sürdüren ve iş bulma imkanları yaygın olan yeni orta sınıfın mensupları. Yani sosyo-ekonomik kökenleri açısından bakıldığında Gezi protestocularına en çok benzeyenler Brezilyalı protestocular. İstemleri açısından da: Onlar da kendi bulundukları toplumların, mekanların üzerinde söz hakkı istiyorlar, alanlarına karşı yürütülen neo-liberal hızlı şehirleşme kampanyasına karşı çıkıyorlar ve “biz bu ülkenin geleceğiyiz, bizi dikkate almak zorundasınız” diyorlar.

Türkiye ve Brezilya arasında binlerce kilometre var, okyanuslar var, bambaşka lisanları, çok farklı kültürleri, dinleri, tarihleri mevcut. Ancak yukarıdaki protesto olayları ile ilgili bakıldığında İstanbul ve Rio birbirine cok yakın bir yerde duruyorlar.

Daha başka önemli benzerlikler de mevcut: Brezilya ve Türkiye son 10 kusur yıldır çok benzeri bir süreçten geçiyor.  Dünya ekonomik sisteminde, özellikle 1980’lerin sonundan itibaren iyice hızlanan ciddi bir gelişim sözkonusu —Batı Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın, Japonya ile birlikte,  dünya ekonomik sistemi içindeki hakim konumları eski gücünü kaybetmeye başladı ve daha önceki azgelişmiş ülkeler topluluğu içindeki bir grup ülke hızlı bir ekonomik gelişme sürecine girdi. 1987’de Çin’de Deng Zio Ping yönetiminin dünya pazarlarına açık iktisadi politikaları ile başlayan bu süreç içinde son on yıldır öne çıkan iki önemli ülke Brezilya ve Türkiye. Bu gelişme sürecinin en önemli bir özelliği de, artan ekonomik faaliyetle birlikte yükselen yeni bir orta sınıf, hem genç ve hem de eğitim düzeyi yüksek bir orta sınıf.

Brezilya’da on küsur yıl içinde 40 milyondan fazla insan orta sınıfa katılıyor, bu çok olağanüstü bir gelişme. Türkiye’de bu düzeyde olmasa da, yine de Türkiye’nin sınıfsal yapısını ciddi bir biçimde etkileyecek benzeri bir gelişme mevcut. Orta sınıfa katılan, bu üniversite eğitimli genç nesil hem kendine daha çok güveniyor, hem de dünya ile yakından ilişkili.  Ekonomik seviyelerine tekabül eden bir demokrasi düzeyi beklentileri var, yöneticilerinin yaptıkları hataları, suistimalleri çok daha çabuk farkedip, korkmadan da eleştirebiliyorlar, bu anlamda adeta ideal denecek bir düzeyde civic bir vatandaş tipine tekabül ediyor bu yeni orta sınıfın üyeleri. İşte bu nedenlerle İstanbul Gezi protestoları ile Brezilya protestoları aynı sosyo-ekonomik cerçevede ele alınmalı.

Dünya ekonomik sistemi çok ciddi bir dönüşümden geçiyor, yaklaşık 100-150 yılda bir cereyan eden bir dönüşüm, buna biz Küresel Kayma diyoruz.

Peki sizce Gezi protestolarının uzun vadeli politik sonucu nasıl olacak?

Uzun vadeli sonuçların daha çok olumlu olacak kanısındayım. Yukarıda bahsettiğim civic vatandaşlık anlayışının öne çıkması Türkiye’de demokrasi geleneğinin gelişmesi açısından çok önemli. Artık yönetenler biliyorlar ki, vatandaşlarina yukarıdan bakarak, onların yaşam tarzlarına olur olmaz müdahale ederek, “ben seçimle başa geldim, bir dahaki seçime kadar istediğimi yaparım” diyemeyecekler. Çünkü bu genç protestocular çok renkli ve genellikle de barışçı eylemleriyle onlara ve bütün dünyaya şu mesajı verdiler: Demokratik bir düzen sadece seçimlerden ibaret değildir. Çoğunluğun oylarıyla başa gelmiş bir iktidar, demokratik bir ülkede, bütün halkı temsil etmekle yükümlüdür, sadece kendisine oy verenleri değil. Vatandaşların, kendilerine ters düşen, yaşamlarını, mekanlarını ciddi olarak zedeleyen politikalara karşı demokratik bir şekilde seslerini yükseltme, protesto etme hakları vardır. Eğer iktidarlar bu şekilde demokratik protesto yapan vatandaşlarına karşı aşırı güç kullanıyorlarsa, bunun bir tek anlamı vardır: kendilerine halkın verdiği yetkiyi kötüye kullanmak.  Bütün bu nedenlerle ben bu eylemlerin uzun vadeli sonuçlarının çok olumlu olacağı inancındayım.

Gezi direnişini üç beş ağaca bağlamayalım diyenler çoğunlukta. Gerçekten de özgürlük ve demokrasi talebinin belirleyiciliği aşikar. Ama bir yandan da olayların kentsel dönüşüm ve rant politikalarına karşı gelişen ekolojik bir duyarlık sonucunda başladığını hepimiz gördük. Avrupa’da protestoları tetikleyen, bardağın taştığı nokta genellikle kemer sıkma politikalarıyla ilgiliyken burada kalkınma politikalarıyla ilgili olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Dünya ekonomik sistemi çok ciddi bir dönüşümden geçiyor, yaklaşık 100-150 yılda bir cereyan eden bir dönüşüm, buna biz Küresel Kayma diyoruz.  Dünya ekonomisi bir bütün, bütün ekonomik aktörler, ulusal ekonomiler, uluslararası şirketler, herkes bu bir tek dünya sisteminin parçası. Hiçbir faaliyet bu sistemin dışında cereyan etmiyor ve aynı zamanda da her ekonomik faaliyet sistemi ve sistemin icindeki diğer aktörleri etkiliyor. Bu sistem içinde aktörler hiyerarşik bir yapıya göre yer almakta: yani bir ya da birkaç ekonomik aktör merkez konumunda, en güçlü ekonomiler grubu; başka bir grup bunun bir alt kategorisinde, yani daha az güçlü; daha başkaları da en güçsüzler.

Bu pozisyonlar hep aynı kalmıyor, zamanla değişiklikler kaymalar cereyan ediyor. “Hiçbir imparatorluk ilelebet sürmez” derken bir anlamda bu sürece referans yapıyoruz. İşte bugünlerde, 2000’lerin başından itibaren, sistem içindeki eski hakim kesimin gücü kayıyor, daha önce zayıflar arasında yer alan bir grup ülke, Yükselmekte Olan Yıldızlar, onların hakimiyetini zorluyor.  Yukarıda bahsettiğim gibi, Türkiye, Brezilya, Çin, Hindistan, Rusya, Güney Kore, Meksika, Endonezya, Güney Afrika bu ikinci grubun icinde, yani Yükselmekte Olan Yıldızlar. Avrupa ülkeleri ise birinci grupta, ekonomik krizin asıl köksel nedeni de bu sistemik kayma zaten. Işte bu nedenle protesto eylemlerinin amaçları öylesine farklı. Ve yine aynı nedenle Türkiye ve Brezilyalı protestocular birbirlerine öylesine yakın.

Teşekkür ederiz.

Röportaj: Ümit Şahin – Yeşil Gazete

More in Röportaj

You may also like

Comments

Comments are closed.