Yazarlar

Ekonominin kötüye gidişinin sorumlusu Çapulcular mıdır? / Prof. Dr. Levent Kurnaz

0

Çoğumuz biliyoruz ama basit birkaç bilgiyi tekrarlamakta fayda var:

Türkiye hızlı ekonomik büyüme amacındaki bir ülkedir. Hızlı ekonomik büyüme için ülkenin daha fazla yatırıma ihtiyacı vardır. Yatırımlar durursa büyüme de durur. Yatırımlar ise ülkedeki tasarruflarla karşılanır. Eğer tasarruflar planlanan yatırımları karşılamıyorsa yabancı tasarruflar ödünç alınır. Yurt dışından tasarrufların ödünç alınabilmesi için bu tasarruflara faiz ödemek gerekir. Bu yabancı tasarruflar bize genelde ekonomik açıdan daha gelişmiş ülkelerden gelir. Bunun temel sebebi, bu ülkelerin büyüme hızlarının yavaş olmasından tasarruflara ödedikleri faizin düşük olmasıdır. Bu ülkelerdeki yatırım fonları genelde kendi ülkelerindeki risksiz ancak düşük getiri ile bizim gibi riskli ancak yüksek getiri vadeden ülkeler arasında bir tercih yaparlar.

Dünya ekonomisi son on yılda fazla büyümediği için gelişmiş ülkelerin tasarrufları Yükselen Ekonomiler diye nitelenen Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin gibi devlerin yanında Meksika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye gibi ülkelere de akmaktaydı. Kısmen bu para girişiyle,  kısmen de iç tüketimi arttırarak ekonomisini büyütmeye çalışan ülkemizde bunun temel sonucu yurt içi tasarrufların her geçen gün düşmesi oldu. Dünya ekonomisine bağlı olarak yurt içi tasarruf oranları 1990’da %24,7, 2000’de %18,4, 2010’da %13,9’dur. 2011’deki tasarruf oranı %12’ye düşmüştür.

Bunun temel anlamı şudur: Biz büyümek için yurt dışından para girişine muhtacız ve bu büyüme sayesinde ürettiklerimizi satın almak için de tasarruf yapmayı çok azalttık.

Kuşkucu kişi, burada hemen “peki ya yurt dışından gelen para azalırsa ne olur?” diye soracaktır. Yani, son senelerde gelişmiş ülkelerde görülen duraklama, yerini büyüme isteğine bırakırsa, parasını yüksek risk ile yüksek kazanç için bize gönderen yatırımcı, düşük risk ile yüksek kazanç için kendi ülkesinde tutacaktır. Bu da bizim için ekonomik büyümenin ciddi anlamda duralaması ve üretimin azalması anlamına gelecektir. Ekonomik yavaşlama zamanlarında kişiler paraya daha fazla sahip çıkmak istediklerinden tüketimlerini azaltacak, bu da üretimi daha da yavaşlatacaktır.

Olayın politik yüzüne baktığımızda ülkemizde göreceğimiz resim daha basit. Her ne kadar diğer sebepleri olsa da AKP iktidarı gücünü son 10 senede ekonominin yükselen seyrinden alıyor. Bu yükselen seyirde meydana gelebilecek ciddi bir problem önemli sayıda seçmenin başka arayışlara girişmesine neden olabilir. Böyle bir problemle karşılaşacak olsa akıllı AKP idarecileri nasıl bir strateji izleyebilir?

  • Öncelikle, son 10 senedeki ekonomik başarı ülke ekonomisinin hızla büyümesine dayandığından, bu büyümenin sebebi de bizim üstün başarımızdan ziyade uluslararası piyasalardaki faiz oranlarının düşüklüğünden kaynaklandığından sıcak para akışını devam ettirmek için faiz oranlarını yükseltmek gerekir.
  • Ancak faiz oranlarının yükselmesi maliyet ve dolayısıyla fiyat artışlarına yol açacağı için enflasyonu körükleyecektir.
  • Düşen üretim ve artan enflasyon seçim sürecine girmekte olan bir Türkiye için ciddi anlamda politik dalgalanmaları da beraberinde getirecektir. AKP’nin bu dalgalanmalardan zarar göreceği kesindir; ancak bu zararı en aza indirmek için kendi saflarını sıklaştırmak zorundadır.

Dünya ekonomisindeki bu değişikliğin sinyalleri 2012 yılı ortasından bu yana gelmekteydi. Bunu eğer bizler görüyorsak AKP kurmaylarının da bilmemesine imkan yok. Ülkeyi son yıllarda çok tüketim – az tasarruf sarmalına sokanlar onlar olduğu için şu an gelmekte olan krizin sahibinin de kim olduğunu AKP kurmayları gayet iyi biliyorlar. Ancak gelecek sene yapılacak olan iki seçimden önce bu sorunlar ekonomiyi ciddi anlamda vurmaya başlayacağı için önlemi önceden almak gerekiyordu.

Önce hiç gerek yokken Gezi Parkı’nda eylem yapan gençler çok sert bir polis tepkisi ile karşılaştı. Sonra polis şiddetine gösterilen tepki artınca geri adım atmak yerine olayların daha da tırmanmasına gayret edildi. Olayların herhangi bir anında “biz bir hukuk devletiyiz, hukuk ne karar verirse biz de uyacağız” diyerek her türlü olayı yatıştırmak mümkün ve doğruyken olaylar daha da körüklendi. En tepe noktasında ise “Faiz Lobisi” diye daha önce duyulmadık bir kavram icat edildi. Gezi Parkı eylemcileri de bu Faiz Lobisi’ne hizmet eden askerler kabul edildi. Bununla da kalınmayarak o eylemlere katılanların, yanlış olduğunu bile bile, camide içki içtikleri söylendi. Tüm bunların arkasındaki mantık basittir.

  • ABD ve gelişmiş ülkeler kendi ülkelerindeki faiz oranlarını arttırıyorlar. Bizim de büyümemizi sürdürebilmemiz için ya tasarrufa yönelmemiz ya da ülkeye sıcak para girişini devam ettirebilmemiz gerekiyor. Tasarrufa yönelmek iç talebi kısacağı için sıcak para girişinin devamı gerekiyor, bunun için de faiz oranlarının artması gerekiyor.
  • Faiz oranları arttığı zaman beraberinde enflasyondaki artışı da getirecek. Enflasyon arttığı zaman da suçlu ekonomi yönetimindeki AKP iktidarı değil, Faiz Lobisi’nin askerleri olarak çalışan Gezi Parkı çapulcuları olacaktır; çünkü faiz operasyonunu gizlemek için kullanılan en önemli sis perdesi Gezi Parkı olaylarıdır.
  • Durum ne olursa olsun gelecek seneki seçimlerden başarı ile çıkabilmek için de ülkede hepimiz yerine biz-onlar ayrımını keskinleştirmek gerektiği için ilk andan beri konunun içinde olmayan siyasi partiler, dine saygısızlık ve elit-avam tartışmaları ile ortalığı daha da germek gerekmektedir. Burada hedef “ne olursa olsun ben AKP’den başkasına oy vermem” diyen grubu kemikleştirmektir.
  • Suriye’de Esad rejimi ile ilişkilerini sıkılaştıran bazı gruplara da buradan verilen “ben dine laf söyletmem, gerekirse ekonomiyi krize sokarım” mesajı da tüm olanlardan ek bir kazançtır.

Zaman birlik zamanıdır. Önümüzdeki günlerde ülke ekonomisini kötü günler bekliyor, bunları ancak birlik olarak aşabiliriz. Partilerin ötesinde bu ülke bizim, bir sonraki seçimi kim kazanırsa kazansın, gene burada yaşayıp birbirimizin yüzüne bakmamız gerekecek. Onun için olayları germekten kaçınmak hepimizin en önemli görevi olmalıdır. Demokrasilerde başarıların veya başarısızlıkların cevabı sokak aralarında değil sandıkta verilir. O zamana kadar da hepimize düşen en önemli görev düşünmek, konuşmak ve fikir üretmektir.

 
Prof. Dr. Levent Kurnaz

Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.