Dış KöşeManşet

Hayatın sesi çok yükseldi / Mesut Varlık

0

John Lennon bir kez daha haklı çıktı; bir şarkısında söylediği gibi: “Sen başka planlar yaparken, başına gelendir hayat.” Kitap Eki’nin gecikmemesi için size ulaşmasından en geç on gün öncesinde yazımı göndermem gerekiyor. Bugünden bir hafta öncesine kadar ne yazacağımdan emindim ama sonra her şey fena halde değişti ve “Ormanın İçinde”de bir miktar “özel yayın” yapmayı daha anlamlı buldum.

Gezi Parkı Direnişi’nin bir “olay” haline gelmesi; 31 Mayıs Cuma günü, direnişçilerin üzerine sabahın kör vaktinde dozerlerin saldırması ve ardından Sırrı Süreyya Önder’in “dokunulmazlığı” sayesinde ölüm haberlerinin önüne geçmesinin ardından sosyal medya denilen “illetin” (Erdoğan sosyal medyayı, toplumların en büyük belası, olarak tanımlıyor) adeta patlamasıyla baş gösterdi. Ama sonra polis dur durak bilmedi ve 5.000 kadar yaralı ve 3 ölü haberleri geldi.

“Başımıza gelen hayat” her şeyi kendisine göre yönlendirmeye başladı…

Cuma, Cumartesi, Pazar… Ülkenin farklı kentlerinde polisin —emir üzerine— kitlelere saldırı haberleri günboyunca kesilmedi. Halkın kurduğu revirlere (sivil) polisler baskın düzenledi! Can havliyle camiye sığınan insanların içki sefası yaptığı yalanları devlet kanalları dâhil her yoldan yayılmaya çalışıldı!

Geç saatlere kadar süren saldırının dinmesinin ardından, 2 Haziran Pazar günü sabah 5’ten öğle saatlerine kadar insanlar ve hayvanlar ve bitkiler, polisin/devletin “ettiğini” Taksim’den temizledi, üstelik eskisinden de temiz hale getirdi.

HÂLÂ ANLAMAYANLAR İÇİN BÜYÜK HARFLERLE: BÜTÜN BUNLAR İNSANLARIN, HAYVANLARIN, BİTKİLERİN ORTAK TEPKİSİDİR!

İnsanlar çöpleri topladı, hayvanlar torbaları taşıdı, bitkiler ve rüzgâr gazı temizledi!

Ne tam “Tahrir”; ne tam “Bahar”; ne tam “İşgal”! Hem hepsi, hem hiçbiri!
Tarih yazılıyor; ama böyle mi yazılır, demeyin. Artık böyle yazılıyor! Ya da hep böyle yazılıyordu…

Hükümet ordusu haline gelen polislerin, her yaş ve meşrepten insanın birarada olduğu kitlelere gaz bombalarıyla saldırmasının üzerinden birkaç gün geçti… Bu yazının okunduğunun ertesi günü, Erdoğan mitingler düzenleyecek.

Sanırım ülke tarihimizde bu kadar haklı olan ve haklı kalmak için elinden geleni yapan direniş sayılıdır. Tam da bu nedenle Erdoğan’ın sadece 31 Mayıs, 1 ve 2 Haziran günleri yaptığı açıklamalardaki ses tonunu, yüz ifadesini ve argümanlarını incelemek, bence bu direnişin başarısını ortaya koyacaktır. (Ardından gelen konuşmalarında aynı sakızları çiğnemekten başka bir yere gidemedi.)

Sonra her nedense bir Ortadoğu gezisine çıktı. Sonra da sistemli bir şekilde Parti kitlesini her fırsatta toplayıp hem moral buldu hem de Taksim’de toplanan ve direnen 1 milyon insanla yarışa girmeye çalıştı. (Dolayısıyla, bugüne kadar eğer o kitleler Erdoğan’ın iki dudağı arasında idiyse, artık Erdoğan o kitlelerin iki dudağı arasındadır!)

Çünkü elinde yapacak başka bir şey kalmadı. Hem ABD hem Okyanus Ötesi “yavaş yahu!” uyarısında bulundu.

Direniş hareketinin, bir yandan da haklı kalmak için nasıl direndiğini en iyi kendisi ve emir kulları biliyor; zira bu haklı direnişin kirlenmesi ve kırılması için gereken her şeyin yapılması emrini TV yayınları yoluyla herkesin önünde veren ta kendisiydi. Bu sırada klasik medyanın ne durumda olduğu konusuna girme ihtiyacını dahi duymuyorum.

Gezi Parkı’nda başlayan ama artık niyetin/tahminin/beklentinin çok ötesine varan olayların en başından en sonuna sorumlusunun Başbakan/Hükümet olduğu ve bu sorumluluğu en azından Meclis’in İstanbul Milletvekillerinin (Sırrı Süreyya Önder başta olmak üzere birkaçı haricinde) paylaşmaktan imtina etmediği konusunda sanırım artık kimsenin şüphesi yoktur. Ama keşke iş bu kadar basit olsaydı; “bir kısım” milletvekilini suçlayıp kenara çekilebilseydik.

İktidar; polisi, sivil polisi, çevik gücü, özel timi, parti kolları ve istihbarat kanallarıyla (bunun elbette en başında gazeteler ve TV kanalları geliyor; onlar sayesinde yapılan dezenformasyon ve algı yönetimini başka hiçbir istihbarat kanalı yapamazdı —eskiden de yapamamıştı zaten) her türlü harekatı sonuna kadar yürüttü, yürütmeye devam ediyor, edecek de.

Bu olaylar üzerine yazılacak, söylenecek çoook şey var elbette; sadece bazı noktaların altını çizmek istiyorum:

1) En azından son 40 yıldır bu ülkede bir “sol” muhalefetin gelişmesinin önündeki en büyük engelin, kendilerini “X’in Askerleri”, “Y’nin Orduları”, “Z’nin Güçleri” vs. diye adlandırmaktan —hâlâ— sıkıntı duymayan örgütler olduğunu düşünüyorum.

Gezi Olayları’nın iktidarın eline kart verecek şekilde şiddet görüntüleriyle birlikte anılmasına neden olanların da çok büyük ölçüde onlar olduğu kanaatindeyim. Çoluk, çocuk, genç, yaşlı, solcu, sağcı… insanların polis karşısındaki “yaşam” mücadelesini kirletmeye kimsenin hakkı olamaz.

2) Direniş boyunca ismi geçen Taksim Dayanışması, Taksim Platformu, çArşı, Redhack, AKUT vs. örgütlerin hiçbirinin “parti” olmayışı, çok başka bir siyaset yapma dönemine girdiğimizi gösteriyor. Bunun parça parça göstergeleri dünyanın farklı ülkelerinde olmuştu zaten ama bu coğrafyada ilk kez deneyimleniyor. Bunun üzerine gitmek, düşünmek, tartışmaktan başka çaremiz yok artık.

3) Gezi Olayları’nın ilk dört gününde farklı sanat dallarından sanatçılar tepki gösterdi, direnişe destek verdi, katıldı. Bunlar arasında elbette kimi yazarlar da vardı. Ama “edebiyat dünyamız”? Hemen hiçbir olayda birlikte duramayan edebiyat dünyamız, yine tutarlı davrandı. O ilk günlerin dumanı dağıldıktan sonra sesler nispeten daha fazla yükseldi.

Ama geri kalanlar arasında “Yahu ‘bilmemne’ kitabımı [evet, iyelik belirten “m”] okumanın tam zamanı ama keşke yayınevi yeniden bassa,” diyenini mi ararsınız, “Ah çok üzücü, Londra’da, Paris’te polis böyle yapmıyor,” diyenini mi! Elbette, hesapta “itidal” çağrısında bulunuyor gibi davranıp, insanların enerjisini soğuranları saymıyorum.

4) Onca üyesi olan, sayıları iki elin parmaklarını çokça aşan koca koca yazar, edebiyat ve yayıncı örgütleri var memleketimizde; olaylara tepkisini ve direnişe desteğini verenlerin sayısı ise bir elin parmaklarını ancak buluyor.

Sıradan memleket günlerinde, en radikal solculuktan, en kucaklayıcı muhafazakârlığa mangalda kül bırakmayan meşrepteki edebiyat ve yayın örgütleri, son 30 yılın en büyük toplumsal olayında nerede —idi?

Yarın, bu olaylar üzerine oturumlar düzenleyip, kitaplar basarken, çıkıp sizlere hesap soranlar olacak mı?

Gezi Olayları üzerine mesela öykü yazma atölyesi düzenlediğinizde katılanlar olacak mı?

Faaliyetlerinizin —kişisel ve kurumsal olarak— büyük kısmını 1980 sonrası neo-liberal politikalar çerçevesinde kurduğunuzu görecek misiniz? Yahut ne kadar daha saklayabileceksiniz?

Edebiyat örgütleri, hayatı yayıncılığın sektörleşmesinden daha fazla önemsemeye ne zaman başlayacak?

Hibeler kovalamak, yazarlık kursları açmak, yayıncılığın sektörleşmesi için kan ter içinde kalmaktan başka?

Taksim/Beyoğlu ve İstanbul kitapları basarak onca para kazanan yayınevleri, o kitapları yazarak onca saygınlık devşiren yazarlar?

Hayatın sesi çok yükseldi!

Türkiye’de bir şeylerin değişmesine neden olacak mı; bilmiyorum.

Bu yazıya son halini verdiğim sırada Gezi Parkı’nda işler yolunda “görünüyor” ama farklı kentlerden ve alanlardan gelen haberler kesilmiyor. Hâlâ telefonla, sosyal medya yoluyla, dostlarımdan haberler alıyorum. Verdikleri haberlere dayanamıyorken, başlarına bir şey gelmediği için hazin bir huzur duyuyorum.

Her türlü saçmalığı ve terbiyesizliği bir kenara koyunca, geriye muazzam bir dayanışma ve insanlık tablosu çıkıyor. Bu çağın tarihini yazacak insanları merak ediyorum…

Polis, aldığı emirler üzerine barbarlığını yaygınlaştırarak sürdürdü, durmak bilmiyor. Kitleler mücadeleye, direnişe devam ediyor. Bir kısmı “çapulcu”, bir kısmı —umarım— yaptığının neye mal olduğunun farkında olmayan “askerler/ordular”.

Tarihi okumanın da yazmanın da zorluğu tam burada yatıyor sanırım: Hepsi, aynı anda, aynı yerde, birarada var! Bunu bir nesil ilk kez, diğer nesiller de uzun yıllardan sonra ilk kez deneyimliyor.

Gezi Parkı’ndaki ağaçlar hâlâ endişeli; ama artık kendileri için değil…

[email protected]

Bu yazı ilk olarak Taraf Kitap ekinde yayınlanmıştır

 

Mesut Varlık

More in Dış Köşe

You may also like

Comments

Comments are closed.