Yazarlar

Karanlık gecenin aydınlık şafağı – 12 Haziran 2013 / Güneşin Aydemir

0

Dün geceden sonra hala hayatta olduğuma şaşıyorum. Bir noktada nefesim kesilmişti. Kalbim ağrıyordu. Bilincim gidip gidip geliyordu ve aklım da yetersiz kalıyordu olan biteni anlamaya. Üstelik bunu yaşarken Gezi’de de değildim. Bedenim zorunluluktan –maalesef- oradan uzaktaydı, ama ruhum sanki bedenimden çıkmıştı ve evet kesinlikle orada idi.

Bir ara, “anlamak imkansız, anlamaya çalışmayalım” dediğimi hatırlıyorum bir arkadaşıma.

Sanırım durum sadece bu  yapılanların emrini verenler, onaylayanlar ve bizzat yapanlar için anlaşılır durumda. Belli ki bir plan var, kökleri kimbilir nerelere dayanıyor. Ruhu ve niyeti bir ağaç kadar tertemiz olan insanların anlaması na mümkün. Zaten de anlaşılmasın, zira anlaşıldığında kirlenecek…

Ortaya çıkarılan çatışmanın tek sahibi var: meseleyi çatışma haline sürükleyenler. Bir savaş demeye dilim varmıyor, zira savaş iki taraf olmasını gerektirir.

İşin garip tarafı, Gezi Parkındaki ve memleketin diğer parklarındaki insanların ve onlara yürekten destek veren herkesin istediği gibi bir dünya olduğunda ortamı bu hale getirenler ve onların yakınları ve çoluk çocukları için de bir mükafat olacak… Çünkü direnişin istediği, daha çok para, daha çok iş ya da daha çok kişisel menfaat düzeni değil. İstenen, bütünün hayrına daha temiz su, daha çok toprak, daha çok sağlıklı gıda, daha çok oksijen, daha çok adalet.. Hepimizin, varlığı olmaksızın yaşayamayacağı  en temel ihtiyaçları.

Peki hak etmeden elde edilen bir mükafatın bedeli ne olur? Bedelini ödemediğiniz bir lokmayı yediğinizde o lokma boğazınıza takılmaz mı? Sizi de boğmaz mı?

Ancak işin içinden böyle düşününce de çıkılamıyor. Hal böyle olunca insan da düşünmeden edemiyor: Demek ki bu isteğe karşı olanların başka gıda, su ve oksijen kaynakları var. Demek ki onlar bizim bildiğimiz anlamda yemek yemiyor, su içmiyor, nefes almıyor.

Dün anne-babalara “yavrunuzun emniyetinden endişe ediyorum” diyerek uyarılar yapan bu kişilerin de çocukları olmalı. Bu direniş söndüğünde o çocuklar için de güvenli bir dünya olmayacak.. Üstelik kendilerinden dolayı olmayacak. Zira zulüm herkes için güvensiz bir iklim yaratır.

Çatışanlar eylemlerini para ile devam ettirirler, ama parası olmayanlar yürekleriyle. Para, sonu belli, hem de çok yakında bitecek bir madde, sevgi sınırsız bir kaynaktan her an hesapsızca akan sonsuz bir güç. Hangisi daha güçlü bir düşünelim.

İşin bu tarafındaki hesabını Yüce Rabbim’e havale ediyorum. Rabbim neylerse güzel eyler… Benim diyeceklerim daha çok Dünya tarafındaki işlerle ilgili .

Sabahki duruma baktığımda direnişin devam ettiğini gördüğümde rahatlıyorum. İlk defa derin bir nefes alabiliyorum. Ağaçların dibinde nöbet tutanlara, ne olursa olsun orayı bırakmayanlara sonsuz minnettarlığım yüreğimi yakıyor. Onlara borçlu olduğumu hissediyorum.

Gerçekten yaşamayı unutmuştuk. Direnişle hatırladık. Yaşamın içine girdik.  Yaşamanın kendisinin bir direniş olduğunu unutmuştuk. Sistem bizi uyuşuklaştırmış, bize süslü bir tepside sunduğu sözde nimetleri ile bağımlı kılmış, uykuya yatırmış, yanağımıza sahte bir öpücük kondurmuş ve üzerimize ölü toprağını serpmişti.

Her sabah köle olarak başladığımız güne, bize verilen ömür süremizden harcayarak, kime  ve neye hizmet ettiğimizi bilmeden devam ediyorduk. Yorgun bedenlerimiz, sadece uyumak için kirasını ya da kredisini ödediğimiz ve henüz bize ait olmayan bir eve doğru gidiyor, ruhumuz çekilmiş, umutsuz bir şekilde, omuzları düşük, başı öne eğik bizi bu durumdan bir geceliğine kurtaracak yatağımıza seriliyorduk.

Canımızdan bir parça çocuklarımız için bakıcı tutmak, gün boyu kullanmadığımız evimizi temizletmek için insan çalıştırmak, bir yerden bir yere ulaşmak için 4 kişilik bir arabada tek kişi gitmek, gıdamızı hiç tanımadığımız birilerine ürettirmek, temizlik uğruna kirletmek, nefes almak için klima çalıştırarak boğulmak, para kazanmak için para harcamak, vakit satın almak için vakit harcamak, sevmek için nefret etmek, barış için savaşmak…

Bu mantık dışı düzeni koruyan kabarcık, uyanan bir ruhun püf demesiyle patlar! O ruh eskicinin tezgahındaki lambayı okşar ve cin dışarı çıkar.

Şimdi ise can geldi… Rahat bir yatak aramıyoruz, uyku istemiyoruz, zaman doğrusal yapısını yitirdi -zaten hiçbir zaman doğrusal olmamıştı- ihtiyaçlarımız kendiliğinden karşılanıyor. Adeta metafizik bir düzlemde yaşıyoruz.

Ortalıkta, erken seçim, referandum, yeni siyasi oluşum / lar gibi laflar dolaşıyor. Bunlar da olsun elbette ama esas meselenin insanların her bir bireyinin dönüşmesinde olduğunu düşünüyorum. Dönüşümün zihinlerden başladığı ve davranışlara yansıması gerektiğini düşünüyorum. Kendine yeterli topluluklar kurmak mümkün. Şüphesiz dünya biz nasıl istersek öyle bir yer olacak. Dünya, düşüncelerimizin ve yaptıklarımızın bir tezahürü. Bu da yaşamın bir gerçeği.

Bildiklerimizi yenilemenin tam zamanı.

Para, güvenden çok güvensizlik getirir. Hiç olmasın demiyorum ama ne kadar az, o kadar iyi. Para yerine takas sistemlerini devreye sokmak bolluk, bereket getirecek.

Bütün ihtiyaçlarımızı yeniden tanımlayalım. Temel ihtiyaçlarımız çok basit şekilde karşılanabilir. Bunun için boşuna dememişler “Allah, rızkını verir” diye. Temel ihtiyaçlardan ötesine ihtiyacımız olmadığını, ancak ihtiyaçlarımızı o seviyede tutarsak barış içinde yaşayabileceğimizi bir kere daha farkedelim.

Üretim / Kullanım ilişkilerimizi gözden geçirelim. Cebimizdeki kaynaklar yaptığımız her harcama bir yatırımdır. Artık en azından kimin desteklenmemesi gerektiğini biliyoruz.

Gıdamızın kaynağını sorgulayalım. Üreteni, ürettireni, taşıyanı, paketleyeni tanıyalım. Yetmedi, kendimiz yetiştirme yollarına bakalım. Vaktimizi buna da ayıralım. Ekmek parası için değil ekmeğimizin bizzat kendisi için çalışalım. Bunu bir oranda, şehrin göbeğinde de yapmak mümkün, başlangıç için bir adım atmak demektir.

Kırsalda ekolojik yaşam kurma çabasında olanlar var. Onlarla tanış olalım. Onlara katılalım.

Kişisel eğitimlerimiz ve gelişimlerimiz için verdiğimiz çabaların içine doğanın öğreteceklerini ekleyelim. Doğanın dilini okuyabilmenin yollarını öğrenelim.

Bizi bu sürdürülemez düzene bağlayan bağlarımızı gözden geçirelim. Bu bağları giderek azaltalım, döngünün parçası olabilmenin yollarına bakalım. Unutmayalım, bizi besleyip, bize şifa veren döngünün kendisidir, Birliktir. Güvenelim.

Dışarıdaki direniş nasılsa içerideki direniş de aynı şekilde onurlu olmalı. İçimizde bizi köleleştiren her ne varsa ona da direnelim.

Ve daha pekçok madde sayabilirim. Üstelik, evet inanması güç ama bütün bunlar için elimizde yeterli kaynak, dahil olabileceğimiz döngüler var. Çok şükür bu altyapı için uzun zamandır çalışan insanlar var.

Daha da mühimi, Gezi Parkı çok insana bunun neşe ve huzur içinde olabileceğini tattırdı. Korkuyu yendiğinde mükafatın ne olacağını gösterdi.

Gezi’deki bostanı önemsiyorum. Oradan yeni ve aydınlık bir dünya yeşerecek. Tohumları yerli ve köylü, kendine yeten, bütüne teslim ve sevgi dolu ellerle ekilmiş. Daha da önemlisi hala bakılıyor özenle…

yazıyı paylaşmak için tklynz / click for to share

 

 

Güneşin Aydemir

 

 

 

 

 

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.