Doğa MücadelesiManşet

[Özel Haber] Ekoloji camiası “Barış Süreci” için ne diyor? ~2

0

Yeşil Gazete olarak ekoloji camiasına “Barış süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduk. İlk bölümünü dün yayınladığımız özel haberimizin ikinci ve son bölümünü sizlerle paylaşıyoruz.

 

“Umudumuz, silahlanmaya harcanan bütçenin barışla birlikte ekosistemlerin korunmasına aktarılması”

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç

 

TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Doğa ve diğer canlılarla empati kuramadığımız gibi insanlarla empati kuramadığımız bir dönemin sonlanmış olduğunu ümit ediyoruz.” sözleriyle ümidini dillendiriyor.

“Doğa ve diğer canlılarla empati kuramadığımız gibi insanlarla empati kuramadığımız bir dönemin sonlanmış olduğunu ümit ediyoruz. Doğanın bir parçası olduğumuzu yeniden hatırlamamız için, Türkiye’ye  barış dilinin yerleşmesi çok önemlidir. Birbirimizi anlamayı ve sorunlara birlikte ortak çözüm bulmayı ögrendiğimizde, doğaya ve diğer canlılara olan yaklaşımımızın da koruyucu kollayıcı olacağını düşünüyoruz.

En büyük umudumuz; barış süreciyle birlikte, yıllardır silahlanma için ayrılan büyük bütçelerin artık varlığımızın temeli olan ekosistemlerimizin korunmasına aktarılmasıdır. Umarız barışı yalnızca birbirimizle değil; parçası olduğumuz ekosistemlerle de sağlarız.”

 

“Ekoloji mücadelesi vermek artık suçluluk hissettirmeyecek”

İklim aktivisti Mahir Ilgaz

Yeşil Gazete yayın ekibinden ve iklim değişikliği aktivisti Mahir Ilgaz ise barış sürecinin “iyi şeylerin hala mümkün olduğunu” hatırlattığını söylüyor:

“Uzun süredir biz ne yaparsak yapalım Türkiye’de ve dünyada her şeyin kötü gittiğine dair bir ikna olmuşluk vardı. Durum epey sinik bir hal almaya başlamıştı. Barış sürecinin bu sinizmi bir anda kaldırabildiğini gördük. Bu süreç başarıyla sonuçlanırsa dönüp dolaşıp aynı kayaya çarpma hissi ortadan kalkacak. Hayatlarımızı kökten değiştirecek bir gelişme. Artık ekoloji mücadelesi vermek veya sadece yaşamak insana suçluluk duygusu vermeyecek. Barış olmayınca hiçbir şey tam olmuyor.”

 

“Savaş sadece yaşamları değil kültürleri de yok ediyor”

Buğday Koordinasyon Kurulu üyesi Oya Ayman (solda) ve Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Aydemir

 

Ekolojist ve Buğday Derneği Koordinasyon Kurulu üyesi Oya Ayman ve Buğday Yönetim Kurulu Başkanı Güneşin Aydemir, Buğday Derneği‘nin yaşanan sürece nasıl baktığını şu cümlelerle ifade etti:

“Savaş sadece tüm canlıların yaşamlarını değil, yaşandığı yerdeki dilleri, kültürleri, gelenek ve kadim bilgileri de yok ediyor. Bu bilgilerin ve kültürlerin yok olması, kadim zamanlardan beri beraber varolageldikleri doğanın ve ekosistemlerin de yok olmasına neden oluyor. Bunun tersi de aynı şekilde geçerli. Yani yerel kültür ve doğa birbirini besliyor, birinin yok olması diğerini de çok derinden sarsıyor. Bu anlamda barış süreci çok önemli: Çünkü artık hem yaşamların, hem de kültürlerin ve kadim bilgilerin de zenginleşerek devamı mümkün olacak. Bundan sonra atılacak adımlarda sürdürülebilir bir yaşam için insan kadar diğer canlıların ve doğal varlıkların da haklarının gözetilerek, bölgenin doğasının ve geleneksel/kültürel değerlerinin de devamlılığı konusunda da gerekli hassasiyetin gösterileceğini umuyoruz.”

 

“Sınıfsız bir toplum, doğa merkezci yaşam”

Ekolojist söylem ve aktivizmleriyle, özellikle de HES karşıtı mücadeleye verdikleri doğrudan ve etkin destekle dikkat çeken Marsis ise barış sürecine “koşulsuz destek” vermekle birlikte, esas meseleye dikkat çekiyor:

“Biz en başından beri enerji üretim-tüketim tercihlerinin ve bu tercihlerin yol açtığı ekolojik yıkımların bir sistem sorunu ve sonucu olduğunu söylüyoruz. Dolayısıyla bu durum “barış süreci” içinde geçerlidir. -Barışa koşulsuz destek- vermekle birlikte, merkezine sınıfsız bir toplum idealinin ve dünyanın ev sahibinin sadece insanlar olmadığına dair inancın konmadığı her çözüm çabası sonuçsuz kalacaktır ve endişemiz de bu yöndedir. ”

 

“Her ne pahasına olursa olsun, barış kilit kelime”

Yeşil Gazete olarak yönelttiğimiz soruya Doğa Derneği‘nden gelen ortak cevapta, barışın “kilit” kelime olduğunun altı çiziliyor ve “insan doğayla barışmadan, kendi içindeki haksızlıklar da bitmeyecek” deniyor.

“Önce doğayla barış.

Herşeyden önce her ne pahasına olursa olsun barış insanların da bir parçası olduğu biyolojik çeşitliliğin gelecekte de varolabilmesi açısından en önemli kilit kelimedir. Bir anlamda sadece insan yaşamının değil gezegenimizin de geleceğini bu kelimenin altını nasıl dolduracağımızla ilişkilidir.

Doğa Derneği olarak şuna inanıyoruz ki insanların ülkemizde ve gezegenimizde tam anlamıyla kalıcı bir barışı sağlaması için herşeyden önce ve mutlaka doğayla barışması gerekiyor. Çünkü doğaya yapılan haksızlıkları ortadan kaldıramadığımız sürece insanın insana yaptığı hiçbir haksızlığı tam olarak ortadan kaldırmış olamayacağız.

Örneğin UNESCO’nun Dünya Mirası kriterlerinin 10’da 9’unu karşılayan Hasankeyf ve onun içinde bulunduğu Dicle Vadisi’ni yok edecek olan Ilısu Barajı Projesi tarihe, kültüre, doğaya ve canlı yaşama karşı savaşmak anlamına gelir.Gerçek manada bir barış için doğanın bir bütün olduğu, tüm varlıkların yaşam hakkının tanınması, doğa hakkının evrensel ve parçalanamaz bir hak olduğunun kabul edilmesi ve aynı şekilde eksiksiz uygulanması zorunludur. Bu aynı zamanda tahakküme yol açan her türlü hiyerarşik, ayırıcı, zorlayıcı, dayatıcı, cezalandırıcı ve baskıcı oluşumlara karşı olmayı da gerektirir.Bu nedenle içinde doğa olmayan bir barış da hiçbir zaman gerçek manada bir barış olmayacaktır.

Umuyoruz ki umutla beklediğimiz toplumsal barış girişimleri, doğayla barışı da getirir. Bu barışın en büyük göstergesi ve sembolü ise Hasankeyf’in yaşaması olacaktır.”

 

“Elinde silah tutanla masaya oturulmaz”

Nasuh Mahruki

AKUT Derneği kurucularından Nasuh Mahruki süreç hakkında farklı düşünüyor. Change.org’da “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu geri çekilsin” kampanyasına destek veren Nasuh Mahruki “Barış dünyanın en güzel şeyi ama oraya tavizlerle değil egemenlik haklarının korunmasıyla ulaşılır” diyor.

“Herşeyden önce şunu söylemek isterim; yanlış yanlışla çözülmez. Güneydoğu Bölgelerimizde yaşayan Kürt kökenli yurttaşlarımızın yaşamak zorunda kaldığı, özellikle 12 Eylül sonrası süreçteki baskı ve zorlukların yaratarak güçlendirdiği, arkasında yabancı devletlerin istihbarat örgütlerinin bulunduğu PKK terörü, başta 12 Eylül Askeri Darbesi Hükümeti olmak üzere, Türkiye’yi yöneten tüm hükümetlerin ciddi politik ve stratejik hatalarından beslenerek buralara geldi. Türkiye bugüne kadar yaptığı bu hataları yeni ve daha büyük bir hatayla asla çözemez, aksine çok daha derin ve kalıcı hale getirerek büyütür.

İki tür insanla hiçbir şekilde sağlıklı bir müzakere edemezsiniz ve hiçbir şart altında etmemelisiniz. Birincisi sosyopatlar, diğeri de elinde silah olanlar. Çünkü her ikisi de yalan söyler ve verdiği sözleri tutmaz. Biri aklının oynaklığından, öbürü silahtan aldığı güçten… Türkiye silahlı bir terör örgütüyle, dünyanın hiçbir Egemen Devletinde görülmemiş bir şekilde ve kamuoyunun en az yarısını derin endişe ve korkulara sürükleyerek masaya oturdu ve kırmızı çizgilerimizin bir çoğunun alt üst edilmesini hiç umursamadan, herkesin gözü önünde tavizler verdi, veriyor ve görünen o ki, bu gördüklerimiz daha arkasından gelebileceklerin ancak bir bölümü. Ne kadar allayıp, pullasanız da, egemen bir devletin, amacına ulaşmak için çoluk çocuk katletmekten bile çekinmeyen silahlı bir terör örgütüyle bu şekilde masaya oturması ve taviz üstüne taviz vermesi büyük bir hatadır. Buradan 75 milyonun ve doğanın hayrına bir sonuç çıkmaz, kimse bu umuda kapılmasın…

Roosevelt der ki; “Eğer doğruluk ve barış arasında bir seçim yapmam gerekirse, doğruluğu seçerim.” Şu anda Türkiye, görüntüde bir barış olsun da nasıl olursa olsun der bir havada. Bu şekilde, “ver kurtul” zihniyetiyle sürdürülebilir bir barış süreci kurulamaz. Barış tabi ki dünyanın en güzel şeyidir ve her milletin, her devletin birinci önceliğidir. Dünyanın en güçlü ordularını yenmeyi başarmış, 1. Dünya Savaşı’nın hiçbir yenilgi almayan tek kumandanı Atatürk; “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” diyerek bize yolu göstermiştir. Ama oraya tavizlerle değil ancak egemenlik haklarınızın tam korunmasıyla ulaşılır. Lozan’da, dünyanın en güçlü devletlerinin karşısında bile, karşılıklı geri adım atmalar hariç, biz egemenlik haklarımızdan taviz vermedik. Eli kanlı bir terör örgütüne verdiğimiz bu tavizler barışı getirmez, aksine terör örgütünü daha cüretkar yapar. Silah tehdidiyle bir kere bileğini büktüren, aynı silahın biraz fazlasıyla yine büktürür. Terör örgütünün bütün bu süreçten çıkaracağı tek sonuç bu olacaktır. Bunu da örgütsel hafızasına en iyi bir şekilde kaydettiğine eminim.

Ekoloji için de olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum çünkü bu insanların kafa yapısı malesef günü kurtarma ve menfaat odaklı. Tabiatı ve Biyoçeşitliliği Koruma Kanunu tasarısının içerdiği maddeleri hepimiz biliyoruz. Bu tasarıda koruma, sürdürülebiliriik filan yok, doğa alanlarımızın nasıl imara ve ranta açılabileceği var, malesef zihniyet bu… Mücadele etmesek, bu kanun da rant odaklı olarak çıkacak. Ayrıca bu sürecin ekolojiyle, doğa korumayla uzaktan yakından alakası da yok, gözle görülür bir etkisi olacağını hiç zannetmiyorum. Dolayısıyla bu süreçten hiç birimiz için olumlu bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum.”

 

“Vatandaşlığı bir ırka veya dine referans vermeden tanımlamada mutabıksak barış için zemin var demektir”

Sorumuzu geniş bir bağlamda cevaplamayı tercih eden Ekoloji Kolektifi “Şu anda “barış süreci” adı altında sadece tek tarafın bir irade beyanı ve diğer tarafın “yol vermesi” söz konusudur. Oysa gerçek barış, acil ve gerçek bir demokrasi, taraflar arasında eşitlik, kamusal bir tartışma zemini ve geçmişle bir hesaplaşma gerektirir.” diyor. “Silahlar tabi ki sussun” diyen kolektif, “Bir sonraki aşamada, kürt emekçilerin de taleplerini genişletecek ve kapitalist ulus devletin sınırlarını zorlayacak demokratik talepleri beraberce kurgulayamazsak siyasi ve iktisadi iktidarın özneleri bu fırsatı doğal olarak daha hegemonik ve sürdürülebilir bir egemenlik kurgulamak için kullanacaktır.” endişesini dile getiriyor.

Ekoloji Kolektifi’nin sunduğu metnin tamamına bu bağlantıdan ulaşabilirsiniz.

 

Sonuç niyetine…

Yeşil Gazete olarak ekoloji camiasından birey ve kurumlara “Barış süreci hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduk ve bu sayfada ve dün yayımlanan ilk bölümde okuduğunuz önemli cevapları aldık.

İlk yazıda da belirttiğimiz gibi, herkese ulaşamadığımızı biliyoruz. Ancak 14 farklı birey, hareket, kolektif ve kurumdan aldığımız cevapların “resmin geneline” ışık tuttuğunu da düşünüyoruz.

Görünen o ki, barış hepimizin istediği bir durum. Savaşmaktan yorgun toplumumuzun bugüne kadar yapılagelen yanlışları bir kenara bırakıp barışmaya gönlü var. Süreçle ilgili konuşan ekolojistlerin büyük çoğunluğu –önemli detaylar ve sürecin getirecekleri konularındaki çekinceleriyle birlikte- barış söylemi ve sürecinden umutlu gözüküyor.

Ancak burada aldığımız görüşlerin önemli başka bir olguyu daha gösterdiğini düşünüyoruz, Yeşil Gazete olarak. O da, ekolojinin temel ilkesinin de altını çizdiği gibi, “her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu” gerçeğinin artık ayyuka çıkması.

İklim manifestosuna insan hakları örgütleri ve inanç/kültür gruplarının da destek vermesinin üzerinden sadece 2 hafta geçmişken, ekolojist camianın da “çalışma alanlarının dışına” (?) çıkıp “siyasi bir meseledir” demeden görüşlerini paylaşmaları, Türkiye’de süren demokrasi, ekoloji, insan hakları ve eşitlik mücadeleleri için büyük bir kazanım.

Yeşil Gazete olarak görüşlerini paylaşan herkese teşekkür ederiz.

 

(Yeşil Gazete)

 


You may also like

Comments

Comments are closed.