ManşetTarım-Gıda

[Yazı Dizisi] Fransa’nın bereketli topraklarının bize anlattıkları ~2

0

Alternatif medya kuruluşu UTNE.com‘da Carolyn Lebel imzasıyla yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisi ve önsözüyle iki parça halinde sunuyoruz.

Yazı dizisinin dün yayınladığımız ilk bölümünün ardından ikinci ve son bölümünü de aşağıda sunuyoruz.

***

Toprağımızın sağlığı, bizi bu iklim kaosunun olumsuz etkilerini hafifletmek ve bizi bu onlardan korumak için çok önemli bir rol oynayacak. Bereketli topraklar karbonu yakalamak için okyanuslardan sonra gelen en geniş kaynak. Toprak en kötü selleri tamamen önlemeyi başaramayacak olsa bile, su tutma kapasitesi aşırı yağışların sele dönüp dönmemesi konusunda belirleyici bir etken olmaya devam edecek.

Toprağın verimliliği, bir alana düşen suyun yerkürenin kabuğuna süzülüp, yolda suyun temizlenmesi işini gören mikroorganizmalar tarafından arıtıldıktan sonra yer altı havzalarına  mı ekleneceğini, yoksa yerin üzerinde kayıp giderek yanında yenilenmesi çok zor olan üst toprak tabakasını da beraberinde nehirlere ve su yollarına götüren bir yıkım aracına mı dönüşeceğini belirler. Bu tür toprak erozyonu, ekilebilir alanların üçte birinin karşılaştığı bir problem olarak, toprak varlığımızın kalıcı olarak kaybına sebep olur.

Alsace’nin Sundgau mahallesinde yaşayan köylüler, Doğu Fransa’nın birçok bölgesinde olduğu gibi, ilkbaharın şimşekli gökyüzüne artık korku içinde bakıyorlar. 9 Mayıs 2009’da 500 hektarlık ekilmemiş alan üzerine bir saat içerisinde 5 santimlik yağış düşmüştü. Yağmur suyunu tutamayı başaramayan çorak toprak, suyun yolunu izleyerek tepeden aşağıya köyün üzerine hücum etti. Çamurlu karışım en düşük dirençli yolu takip etti ve caddeleri sel aldı, zemin katları göle döndü ve köylüler artık her bahar tekrarlanmaya başlayan ağır kayıplar yaşadılar.

Geçtiğimiz on yılda, gittikçe şiddetlenerek tropik bölgelerdeki seviyelere ulaşan güçlü ve sık gökgürültülü fırtınalar bölgenin erozyona yatkın topraklarını vurdu. Bölgedeki yüzelli köy en az bir kez çamurlu akıtılara yenik düştü ve bunlar tüm benzerliklerine rağmen Tanrı’nın gazabı değillerdi. Hepsi insan elinden çıkmış felaketlerdi.

Alsace Tarımsal Yenileme Derneği’nden (ARAA) Paul van Kijk’e göre, “hepsi yanlış yöne giden” başlıca sebepler arasında bölgede ekilen ürün türlerinin değiştirilmesi, hayvanların yavaş yavaş sistemden çekilmesi ve dolaylı olarak topraktaki organik maddelerin azalmasına sebep olması var. “Bu bölgede eğilim mısır gibi yaz ekinlerinin daha fazla ekilmesi yönünde. Dolayısıyla tarlaların çoğu bahar aylarında fırtınalar geldiğinde bir korumadan yoksun oluyorlar.” diye açıklıyor. Çıplak alan, bereketli toprakların tutunacak hiçbir şeyinin olmaması anlamına geliyor. “Ekin tercihleri pazar ve yardım paketleri tarafından dikte ediliyor. Bunların beraberinde getirdiği problemlerle ilgili bilinç ise bir gecikmeyle oluşuyor”.

Charles Darwin, son günlerini sıradan toprak solucanlarını incelemekle geçirmişti ve bu süre içerisinde onların kararlı bir şekilde toprağı sürmekle meşgul olduklarını görmüştü. Solucanlara bu yüzden doğanın bahçıvanları demiştir.  Toprak biyologları ise bugün onları yeraltının karanlıklarına hapsolmalarına rağmen suyun akışına, oksijenin dolaşımına ve köklerin ilerlemesine veren dehlizler açtıkları için “toprak mühendisleri” olarak adlandırırlar. Solucanların bol bulunması her zaman sağlıklı bir toprak göstergesi olmamasına rağmen azalmaları kesinlikle endişe verici bir durum.

50 yıllık derin sürümün, aşırı gübre kullanımının ve kimyasal mücadelenin ardından, Yeşil Devrim yeraltındaki yaşamdan götüreceğini götürdü. “Tarlaların çoğu artık biyojik olarak ölü” diyordu tanımış topral biyoloğu Claude Bouruignon tün Fransa’ya 15 Ekim 2008’de akşam haberlerinde. “Topraklarımızdaki biyolojik aktivitenin %90’ını yok ettik. Toprak solucanını örnek alalım. 50 yılda hektarda 2 tondan sadece 50 kiloya düşürdük varlıklarını. Bu çok vahim bir düşüş.”

Vilain’e göre, Fransa’nın geniş tahıl ovalarında hektar başına 40 ton organik madde kaybı yaşandı: “30 senede organik madde oranını %3-4 seviyelerinden %1-1,5’a indirdik. %1’in altı verimsizlik ile ilgili ciddi problem yaşamamız anlamına gelir. Henüz o noktada değiliz. Ama adım adım oraya doğru gidiyoruz.”

“Ne kadar fazla monokültür ekersek, mikrobik yaşamı o ölçüde azaltmış oluyoruz. Üzüm bağları en düşük mikrobik biyokütleye sahip” diyor Fransa’dan 2200 toprak örneğini inceleyen ve Fransız Ulusal Tarım Araştırmaları Enstitüsü’nde (INRA) araştırma direktörü olan Lionel Ranjard. “Hangi noktada biyoçeşitliliği o kadar azaltmış olacağız ki toprak artık ürün veremeyecek hale gelmiş olacak? Bu önemli bir soru.”

Ortalama hasat hala etkileyici bir şekilde hektar başına 7000 kilogramken, çiftçilerin bir problem olduğunu anlaması gerçekten güç. Son 50 yıldaki yoğun gübre kullanımı verim problemlerinin üzerini örttü. Ancak dünya, diğer tüm sektörlerde olduğu gibi tarımda da kendisini 50 yıllık zenginliğimizi ve bel ölçülerimizi borçlu olduğumuz doğal kaynakların kıtlaşmasına hazırlamak zorunda. “Fosfor, Fransa topraklarının büyük bölümünde az bulunur halde ve dünya kaynaklarının önümüzdeki yüzyıl içerisinde tükeneceğini biliyoruz” diyor Arrouays mineral üretiminin ise sadece Fas, Çin ve ABD’de olduğuna dikat çekerek. Sentetik gübrelerin üretimi de talebi hali hazırda tavan yapmış olan petrol kaynaklarına bağlı. “Suni gübre kullanımını sınırlandırmamız gereken günler geliyor” diyor Bispo. “Kontrolü tekrar ele geçirmek için toprağın biyolojisine güvenmemiz ve organik maddeleri toprağa sağlamamız gerekecek.”

Bir diğer deyişle, bizi besleyen hayatı beslemek zorunda kalacağız.

***

Carolyn Lebel çevre ve sosyal konularda araştırma yazıları yazan Paris’li bir serbest muhabir. Yazı  ilk olarak Birleşik Krallık’ta yayınlanan “Resurgence & Ecologist” adlı iki aylık çevre dergisinin Eylül/Ekim 2012 sayısında basılmıştır.

 

– Yazı dizisi sonu –

Yazının özgün hali (ingilizce) için tıklayınız

Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe

(UTNE.com, Yeşil Gazete)


More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.