ManşetTarım-Gıda

[Yazı Dizisi] Fransa’nın bereketli topraklarının bize anlattıkları ~1

0
Fotoğraf: NASA Goddard - Ağustos 2011’de New England’ı şiddetli yağışlarıyla yıkayan Irene Kasırgası’ndan 1 hafta sonra, Connecticut Nehri çamurlu tortuları Long Island Koyu’na sürüklüyor ve bölgedeki çiftlikleri hasattan hemen önce mahvediyordu.

Alternatif medya kuruluşu UTNE.com‘da Carolyn Lebel imzasıyla yayınlanan makaleyi, Yeşil Gazete gönüllü çevirmenlerinden Bora Kabatepe‘nin çevirisi ve önsözüyle iki parça halinde sunuyoruz.

***

“Şehirde yaşayan insanlar olarak bugün bir süpermarkete gittiğimizde karşılaştığımız manzaranın, bize gıdamızın gittiği yön ile ilgili çok doğru ipuçları verdiğini söyleyemeyiz: çeşit çeşit, birbirinden parlak, güzel şekilli meyveler ve sebzeler raflardan düşercesine bir bollukta karşımızda duruyor. Ama yoğun suni gübre ve ilaç kullanımı ile desteklenen monokültür tarım stratejilerinin yarattığı bu bolluk dünyası sonsuza dek sürmeyecek olabilir. İnsan ve hayvan atıklarının tarım arazilerinden uzaklaşması ile başlayan ve aynı tarlada birbirlerini besleyecek şekilde ekilen çok türlü tarımdan, kâr odaklı tek ürün ekimine geçiş ile devam eden bu dönüşümsüz süreç, her geçen gün doğal süreçleri sistem dışına iterek daha fazla dışsal girdiye ihtiyaç duyar hale geliyor ve gıdamızı bir girdabın içine doğru çekiyor. Aşağıda bu sürecin Fransa üzerindeki etkilerini aktaran bir yazının çevirisini yayınlarken amacımız, konu ile ilgili farkındalığın problemlerin onarılamayacak seviyelere çıkmasından önce oluşmasına katkıda bulunmak. Yediğiniz her gıdadan insanın, insanın ve yalnızca insanın değil, kurdun ve kuşun da faydalanmasına özen göstermeniz dileğiyle…” (Bora Kabatepe)

***

Bir kayanın üzerinde yaşıyoruz. Aslında tam olarak öyle değil. Yerküreye yerleşip onu “bizim” ilan eden, şehirlerde toplaşıp, tatil için sahillere koşan 7 milyar insanız. Süpermarketlerin inci gibi dizilmiş raflarında dünyanın dört bir yanından gelen gıdaları bulabiliyoruz. Ancak modern dünyanın tüm bilmişliğine rağmen egzotik hayatla dolup taşan bir yaban hala var.  Yemyeşil tropik bölgelerden, çorak tundralara, doğa milyonlarca canlıya ev sahipliği yapıyor. Fakat ana kayamızın üzerini kaplayan ince kalıntı tabakası olmasaydı, bunların hiçbirisi olmazdı.

Fotoğraf: NASA Goddard - Ağustos 2011’de New England’ı şiddetli yağışlarıyla yıkayan Irene Kasırgası’ndan 1 hafta sonra, Connecticut Nehri çamurlu tortuları Long Island Koyu’na sürüklüyor ve bölgedeki çiftlikleri hasattan hemen önce mahvediyordu.

Çeşitlilik açısından zengin bir besin zincirinin tepesine taht kurmuş oturuyor olabiliriz, ama varlığımız, içerisinde gözlerden ırak bir yaşam barındıran bereketli toprakların varlığına bağlı. Sonucunda yerküre üzerindeki hayatı mümkün kılan, bilim insanlarının “jeolojik” sınıfına soktuğu bir süreçte santim santim gelişen bu uçsuz bucaksız habitat, yani toprak oldu. Rachel Carson’un 1962’de yazdığı gibi “toprak olmadan, kara bitkileri büyüyemezdi, ve kara bitkileri olmadan hayvanlar hayatta kalamazdı.”

Toprak durağan bir madde değil, saklı kalmış hayatın geniş bir repertuvarı. Çamurun bir gramında dahi milyarlarca mikroorganizma varken, bir hektar alan ağırlıkları tam 5 tona ulaşacak kadar hayvana ev sahipliği yapabilir. Kaplumbağa, yılan ve karınca gibi gözle görebildiklerimiz bir yana, çoğunluk – mikroplar, mantarlar ve bakteriler – görünmezdir. Kara toprak dünyadaki tüm biyoçeşitliliğin çeyreğini ve biyokütlenin %80’ini barındırır. Ancak tüm bolluğuna ve yakınlığına rağmen, ayaklarımızın altında ne olduğu hakkında okyanusların derinlikleri ve tropik örtünün yüksekleri hakkında bildiklerimizden çok daha az şey biliyoruz. Bilinen 2 milyon bakteri ve mantar türünden yalnızca %10’u katalog altına alınmış halde. Nedenini anlamak kolay. Solucanlar, mantarlar ve kabuklularda görece bir hareketsizlik var. Ben de bir biyolog olsaydım Jane Goodall’ın (ç.n. Şempanzeler üzerinde yaptığı çalışmalar ile dünyaca ün kazanmış İngiliz primatolog, antropolog) dürbünü ya da Sylvia Earle’ün (ç.n. okyanuz bilimci) derin deniz teçhizatı yerine mütevazi mikroskobu seçerdim. Ama çamurda çok az derine kazsan dahi, büyüleyici, karmakarışık ve hareketlilikle dolup taşan yeni bir alem ortaya çıkıverir. Yeraltı canlılarının çoğu tekhücreli olsa da, kurdukları birliktelikler bize besin sağlayarak, ilaçlara ilham vererek, suyumuzu temizleyerek bize hayat veren yapı taşlarını oluşturur. Ayaklarımızın altından çok fazla zeki canlı olamayabilir ama, ortak bir zeka olduğu kesin.

Bizim beslenmemiz aslında doymak bilmez açlığa sahip bu dünyaya bağımlı. Toprak organizmalarının birincil görevi yere düşen organik maddeleri ayrıştırmaktır. Solucanlar ve bakteriler artıkları yer, öğütür, ayrıştırır ve en basit parçalarına kadar ayırarak azot, potasyum, fosfor gibi bitki ve ekinlerin  gelişmesi için gerekli maddeleri ortaya çıkarırlar. Bu süreci anlamak aslında şu basit gerçeğe uyanmak anlamına gelir: bu dünyada aslında hiçbir şeyin yeni değil. Sadece geri dönüştürülmüş. Toprak organizmaları yerin bereketini korumasını sağlayan bu sonsuz reenkarnasyon sürecinin motoru konumundalar.

Fransa gibi, mutfağı UNESCO tarafından dünya mirası olarak ilan edilmiş bir ülkede iyi yemek ile kıtlık arasındaki ayrım, bir metre kalınlığındaki toprağın içinde saklı. İnce ama bereketli Fransa toprakları, modern tarım araçlarıyla beraber ülkeyi birçok üründe Avrupa’da lider üretici konumuna getirdi. 1946’da Fransa hektar başına ancak 1600 kilogram buğday üretiyordu. 50 yıl sonra mahsul hektar başına 7500 kilograma yükselmişti.

Ancak geçtiğimiz 10 yıl tarımsal üretimin durgunlaşmasına sahne oldu. Paris Yaşam, Gıda ve Çevre Teknolojileri Enstitüsü’nden Marc Dufumier’in de aralarında bulunduğu birçok tarım ekonomistine göre bu Yeşil Devrim’den geçmiş olan her ülkenin başında gelen bir seyir. Ya da Lester Brown’ın deyişiyle, bu gıda balonu.

Eğer bu durgunluk, üretimin hektar başına 7500 kilogramda sabitlenmesi anlamına gelseydi, kimse bundan rahatsız olmazdı. Ancak gidişat bir sabitlenmeye işaret etmiyor. Gıda güvenliği konusunda  rol oynayan birçok faktör burada da karşımıza çıkıyor: erozyondan, kalkınma adına tarımsal alanların kaybolmasına kadar.

Şehirlerin altyapıları en bereketli tarım alanlarına sürekli bir saldırı halinde. Fransa’da her yedi ile on yıl içerisinde 6,000 km2 toprak kentleşme nedeniyle kaybediliyor. “Öncelik her zaman kalkınmada oluyor” diyor Fransa Doğa Çevre (France Nature Environnement) adlı çevre koruma örgütünden Lionel Vilain, “Örneğin Disneyland, ülkenin en verimli (tarım) arazisi üzerine kuruldu”.

Toprağın bir kez üzeri kapatıldı mı, “Kayıp çoğunlukla geri döndürülemez oluyor” diyor Fransa Ulusal Tarım Araştırmaları Enstitüsü direktörlerinden ve Fransa toprağı ile ilgili araştırmaları olan Dominique Arrouays. Bir diğer adıyla toprak hırsızlığı da denilen bu olay bizi sadece gelecek nesillerin gıdasından ödün vermek zorunda bırakmıyor, aynı zamanda şehirlerimizi de hava / su geçirmez alanlara dönüştürüyor. Bu hali hazırda ve giderek artan şekilde aşırı iklim olaylarına maruz kalan dünyamız için kötü haberlere bir yenisinin eklenmesi demek.

Yarın: Hasat ortalamaları ne durumda, toprak sağlığında gelinen nokta ne, ne yapılması gerekir?

Yeşil Gazete için çeviren: Bora Kabatepe

(UTNE.com, Yeşil Gazete)


More in Manşet

You may also like

Comments

Comments are closed.