YazarlarYeşeriyorum

Mimarlığın kışla ile imtihanı – Korhan Gümüş

0

Diyelim ki bir mimar Taksim Gezisi’nin yerine 70 küsur yıl önce yıkılan kışlanın bir benzerinin yapılmasını istiyor. Hatta bununla da kalmıyor, İstanbul’da yol genişletme, imar, vesaire gibi nedenlerle ne kadar yıkılmış bina varsa, onların da yeniden inşa edilmesi için uğraşıyor. Onun bu isteğini dile getirmesine elbette ki kimsenin bir diyeceği olamaz. Bu kişinin bunu isteme, hayal etme hakkı olmalı. Bu fikrini hiç benimsemesek de bu önerisini özgür bir ortamda tartışmaya açılmasını destekleyebiliriz. Bu kişinin fikrini ifade etme özgürlüğünü sonuna kadar savunmamız gerekir.

Ancak bu mimar bunu yalnızca istemekle kalmıyor, başka bir şey yapıyor:

Bu yaptığını da “tarihe sahip çıkmak, ecdad eserlerini ihya etmek” gibi gerekçelerle yöneticilere, kurullara, kamuoyuna kabul ettiriyor. Bunu bir kamusal müdahaleye, iktidar uygulamasına dönüştürüyor. Bu yolla Büyükşehir Belediyesi’nden bir dolu iş alıyor. SİT alanlarında da inşaat denince onun adı akla geliyor. Çünkü biliyor ki ancak inşaatla özdeşleştirildiği, anonim bir bilgiyle örtüldüğü takdirde bu işleri böyle ihale yöntemiyle kolayca alabilir, “korumacı mimar” statüsünü kullanılarak mimarlığın deneyimleme alanını kapatabilir, kendisi için bir fırsata dönüştürebilir. Bu tür uygulamaları sorgusuz sualsiz, ancak otoriter bir işleyiş içinde yapabilir.

Sonra karşımıza çıkıp “kendi projesinin kazandığını” ve “en iyisini yapacağını” açıklıyor!

Kamusal bir alanda, bir mimar “yalnızca benim fikrim geçerlidir, başkası olamaz” diyorsa, burada bir sorun olmalı. Çünkü mimarlık eylemsel sonucu ne olursa olsun, mekan üzerine düşünsel bir deneyimleme alanıdır. Bu açıdan yıkım ve “ihya”nın da türdeş olduğu, aynı otoriter yaklaşım biçiminden beslendiği söylenebilir.

“İhya” uygulamaları da tıpkı Menderes yıkımları, Dalan yıkımları gibi otoriter bir işleyişin tezahürleri olarak karşımıza çıkıyor:

Taksim Gezisi’nin yerine kışla projesi tasarlayan mimar (Halil Onur) 28 Kasım’da Habertürk gazetesine verdiği röportajda “ihaleyi kendi projesinin kazandığını” açıklıyor.

Büyükşehir Belediyesi tarafından atanmış bir yönetici olan bu mimar, röportajı yapan Habertürk muhabiri Ezgi Evcil’e “yarışma yapılmasını teklif ettim ama Büyükşehir ihale usulünü tercih etti. Onlar önerdi, ihaleye girdim ve projem kazandı.” diyor.

Bir kere konuşmaya başlayınca arkası da geliyor. Konuştukça da kafalarımızdaki soru işaretleri azalacağına artıyor: Henüz ortaya çıkmamış olan bir fikir ürünü, bir proje bir ihaleyi nasıl kazanabilir? İhale ile kereste, beton, demir satın alınabilir. Bitmiş bir proje uygulanmak, inşa edilmek üzere ihale edilebilir. İhale kapalı uçlu bir süreçtir. Farklı proje alternatifleri, teklifleri içeren bir yöntem değildir. O zaman sormazlar mı, henüz daha ortaya çıkmamış bir proje bir ihaleyi nasıl kazanabilir?

Mimar kendinden emin: “Projesi kazanmış.”

Peki nasıl kazanmış? Bunu anlayamayanlar soruyor:

“Kazanan proje”yi kimlerden oluşan bir kurul değerlendirmiş? Diğer (kazanamayan) mimarlar kimlermiş? Hangi projeler, hangi alternatifler değerlendirilmiş?.. Madem mimar projesinin kazandığını iddia ediyor, bunlara da cevap vermeli. Öyle ya, madem İstanbul’un en önemli kamusal alanını yeniden biçimlendirecek bir projeden söz ediliyor, o zaman herkesin bu soruların cevabını bilmeye hakkı olmalı.

Röportajda bu soruların cevapları yer almıyor.

Yer almıyor, ama mimar kamuoyunu ferahlatıcı açıklamalar yapıyor. “En iyisini yapacağını” iddia ediyor: “Daha ne istiyorsunuz, ben en iyisini yapacağıma göre” diyerek bizim de “ha öyle mi, tamam” dememizi bekliyor.

Peki bu mimarın en iyisini yapacağından nasıl emin olacağız? Bu projenin en iyisi olduğuna nasıl karar verilmiş?

Bu çaptaki projeler için genellikle proje yarışması düzenir. Hadi bunun için zaman olmadı diyelim, mimarlar bu konuda deneyimli, hakem rolü oynayacak kişi veya kuruluşlar aracılığıyla seçilir. Ortaya konan proje alternatifleri açık bir şekilde tartışılır, geliştirilir. Ama bu durumda mimar “benim projem kazandı” diyemez. Olsa olsa “beni seçtiler” diyebilir.

Mimar da röportajda bu ihtiyacı hissetmiş olmalı. Projesi için sanki onayını almış gibi, Mimarlar Odası’nın da görüşünü aldığını söylüyor. Mimarların meslek kuruluşu acaba bu projeyi onaylıyor mu? Röportajda bu önemli bilgi de yer almıyor.

Ancak iş bununla da bitmiyor:

Mimarın açıklamalarından projenin kendisine hangi yöntemle verileceği konusunda yönetimle görüştüğü anlaşılıyor. Kendisi zaten şu anda Büyükşehir Belediyesi’nin bir çalışanı. Görevi itibarıyla proje ihalesini gerçekleştiren birimle teşriki mesai içinde. Ayrıca bu mimarın Büyükşehir Belediyesi’nden sayısız proje işi aldığı da biliniyor. Bu durumda söyledikleri kafalarda başka sorular uyandırıyor:

Acaba mimar yıkılan kışlanın yeniden inşasını kendisi mi teklif etmiş? Yöneticileri kendisi mi ikna etmiş?

Büyükşehir tarafından yapılan açıklamada “mimarın 22.11.2011 tarihinde işe başladığı” açıklanıyor. Öte yandan kışlanın yapımı ilk olarak 8 Temmuz 2011 tarihinde kamuoyuna tanıtılan 61. Hükümet programında yer alıyor.

Bu durumda “kazanan proje”mimar daha işe başlamadan tam dört ay önce açıklanmış olmuyor mu?

Böylece kafalar daha da çok karışıyor.

 

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.