YazarlarYeşeriyorum

Büyükşehir Yasası üzerine…- İkbal Polat

0
İkbal Polat

İkbal Polat

TBMM’ye sunulan “Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile ilgili sendika ve meslek odalar da görüşlerini açıklamaya devam ediyor.

Bir önceki “küçük/büyük değil özerk belediye” başlıklı yazıda ilgili kanun tasarısının anayasal düzeyde siyasal arka planını aktararak tartışmanın özerklik üzerinden gitmesi gerektiğinin altını çizdik.

Bu arada Çiftçi Sen ve TMMOB Şehir Plancıları Odası’nın yasa tasarısı hakkındaki görüşleri yayınlandı.

Çok tuhaftır ki ikisi de benzer bir çerçeveden bakıyor. Birer yerel yönetim ünitesi olan İl Özel İdareleri ve Köy tüzel kişiliklerinin ortadan kaldırılmasının hizmet götürme ve de demokrasi açısından sakıncalarına değiniliyor. Ayrıca Çiftçi Sendikaları Köy tüzel kişiliğinin kaldırılıp mahalle olarak belediyeye bağlanmasının kırsal alanın tahrip edeceği ve köylülerin ihtiyaçlarının karşılanmasında zorluklar yaratacağını belirtiyor. Tarım ve Mera alanlarının imara açılması veya köylülerin bedava yerine parayla su kullanması gibi.

Meseleye öncelikli olarak vesayet ve demokrasi ilişkisi açısından bakalım.

İl Özel İdareleri ile köy tüzel kişilikleri, yerinden yönetimin önemli iki parçası olup şu an merkezi yönetim tarafından tüm görevleri gasp edilmiş bir emanetçi olarak görev yapmakta. Yani mevcut haliyle zaten merkezin emanetçisidir. Sürekli reform çabaları ile düzeltmeye çalışsalar da olmadı. Doğru düzgün bütçeleri yoktur ve her açıdan merkezi idareye bağlıdırlar. 1950’lerden sonra bu hale getirilmişlerdir. Mevcut durmumun demokratik olduğundan bahsetmemiz mümkün değil.

Zaten ortada antidemokratik ve merkeziyetçi bir yapı var.

AKP ise bir önceki yazıda ifade ettiğimiz üzere idare-i maslahatçılık yaparak anayasayı değiştirmek yerine Anayasanın 127. maddesinde büyükşehirlere özel bir yasal düzenleme yapılabilir ifadesine dayanarak bu yasal düzenlemeyi gerçekleştiriyor.

Ve il özel idarelerini kaldırırarak Büyükşehir Belediye Yönetimininin alanını genişletiyor. Bu süreci bir merkezileşme olarak okumak doğru değildir. Tam tersine il bazında seçilmişlerin, “yetki genişliği” ve “görevler ayrılığı” ilkesine göre sorumlu kılınmasıdır.

Bu yasal düzenlemenin en büyük iki eksiği şudur; birincisi sadece büyükşehirlerle sınırlı kalması ikincisi ise il özel idaresinin dışındaki bazı merkezi idarenin eğitim, sağlık, sivil savunma, sosyal hizmetler ve çevrenin korunması gibi il düzeyindeki görevlerinin ve yetkilerinin devridir.

Bu nedenle konu özerklik çerçevesinde ele alınmalıdır. Aksi takdirde iyi niyetli bahsedilen kaygılar, ulus devlet yapısının hiç bir sorunu çözemeyen merkeziyetçi yapısının korunması gibi problemli politik sonuçlarına hizmet eder.

Kent-Kır Ayrımı Değişiyor

Konuya vesayet rejiminin dışından ele alacak olursak, bir mahalle ile bir köyün idari örgütlenmesinin farklılığı nereden kaynaklanır? (Bu arada ikisi de muhtarlık mekanizması ile yönetilir. Biri belediyenin alanında diğeri ise il özel idaresinin alanındadır.) Buna cevap kent-kır ayrımı olacaktır. Lakin sanayi öncesi döneme ait olan bu ayrışma artık geçerli değildir. Sanayi devrimi sonrası gelişmeyle kırsal üretim pazara girip artı değer kentlere aktıkça ve ulaşımın kolaylaşarak coğrafyanın kısalmasıyla kent-kır arasındaki ilişki karmaşıklaşmıştır. Dolayısıyla bir mahalleye verilen hizmetle bir köye verilen hizmetlerin çoğu örtüşmekte olup bunlar belediyeler tarafından verilebilir.

Ayrıca büyükşehirlerdeki kentleşme hızı artmakta, mücavir alan gibi yaklaşımlar geliştirilse de bu büyüme kontrol edilemez durumdadır. Belediye, sınırları dışındaki alanlarla ilgili karar hakkına sahip değildir zira buraları il özel idarelerinin alanına aittir. Bir ilde üç farklı idari yapılanma karar alabilmektedir, 1, belediye, 2. il özel idaresi, 3. köy tüzel kişiliği. Bu da parçacıl bir plan ve yönetim yapısını doğurmaktadır. Özellikle İl Özel İdarelerinin, kentin yakın çevresinde yaptığı parçacıl plan ya da parsel bazında kararların, kentin büyümesinin yönüne ve de kırsal alana verdiği zararlar yığınladır.

En güzel örneği yine her zaman olduğu gibi hemen Bursa’dan vereyim. Bundan bir zaman önce Bursa’da bir tekstilci iş adamı vardı. Çiller döneminden, Cavit Çağlar. İşte bu kişi, 90’ların başında medyanın ve sitelerin sermayenin yeni üretim alanı olduğunu keşfedince, kentte iki şey yaptı. Bir Olay Medya’yı, iki Yeşil Şehri kurdu. Yeşil Şehir ise şöyle kuruldu. Bursa ovasının 1 derece tarım arazisinde, özel mahsül alanına dönemin ilk uydu kenti olarak inşa edildi. Çağlar, ovada topladığı arazisi için önce Büyükşehir Belediyesinden plan yapmaya kalkıştı ama dönemin Belediye Başkanı Erdem Saker gerekli plan değişikliğini yapmadı. Bunun üzerine Çağlar, büyükşehir belediyesi sınırlarından dışarı çıktı ve oradaki belde belediyesi, il özel idaresi ve Valilik’le işini çözerek, Bursa ova koruma alanının tam ortasına korkunç bir şehri yerleştirdi. Ve şimdi kent son hızla ovaya doğru büyümekte. Benzer bir çok örnek diğer kentlerden de verilebilir.

Peki belde belediyesi planı doğru yapamaz mıydı? İşte mesele burada belde belediyelerinin de, köy tüzel kişilerin de il özel idarelerinin de bütçesi ve yapabiliteleri sınırlı. Ayrıca plan, il bütününde yapılarak denetlenmeli. Dolayısıyla bu yapılardan etkin ve doğru bir yönetim beklemek yanlış. Ayrıca birbirinin içine geçmiş ve ayrışmanın kalmadığı mekansal süreçlere farklı idari örgütlenme düşünmek de yanlış.

Dolayısıyla kentsel ve kırsal alan yerine, gelişmeye açık alan-gelişmeye açık olmayan alan gibi bir ayrıma gitmek, bütüncül bir yönetim ve gelişim anlaşıyını inşa etmek daha anlamlı. Bu nedenlerle büyükşehirlerde, belediye sınırının il sınırına dayanarak plan ve hizmet üretmesi doğrudur.

Duble yol, Deniz Otobüsü, Hızlı Tren Kentleri /Bölgeleri Değiştiriyor

Yasa tasarısı ile konu edilen diğer bir sorun ise belediyenin il sınırlarında yeterli hizmet verip verememesidir.

Belediye dediğimiz kurumun ihtiyaç olarak ortaya çıkışı yaya kentten otomobil kentine geçiş sürecine denk gelir. Yürüyerek, yaya olarak eriştiğiniz bir yerleşimde ev ve iş yeriniz aynı yerde olur, gereken hizmetler de bellidir. Hatta bu gereksinimleri, belediyeye bile gerek olmadan kendi kendinize çözebilirsiniz. Arabanın gelmesiyle bir çok yapılan iş mekansal olarak ayrışmaya başlıyor, yerleşimin bir ucunda yaşamaya diğer ucunda çalışmaya öteki ucunda ise eğlenmeye gidilmeye başlanıyor. Böyle olunca da ulaşım, alt yapı başta olmak üzere bir çok kentsel hizmetlerin karşılanması ihtiyacı açığa çıkıyor. Ulaşım teknolojileri bizim yerleşimlerimizi de hizmetlerimizi de değiştiriyor. Bir de iletişim teknolojileri de işin içine girince bu iş daha da karışıklaşıyor. Artık il düzeyinde her yöne ulaşım ve iletişimin imkanları artmış durumda.

Bırakın il sınırının içini, bölgesel olarak bile değişimin emareleri var. Misal Bursa kent merkezinden deniz otobüsüyle 2,5 saatte Taksim Meydanında operaya gidebilir, ya da hızlı trenin gelmesiyle 1 saat içinde Ayvalık’ta olup akşam yemeğini Cunda’da yiyebilir, 3 saatte Ankara’da yeni partinin MYK toplantısına katılabilirsiniz. Duble yollar, deniz otobüsleri, hızlı trenler, uçaklar yerleşimlerin gelişimini değiştiriyor.

Dolayısıyla bir dönemin yol geçmez, kervan gitmez köşelere hizmet götürmenin emanetçisi olan kurumlara ihtiyaç azalıyor.

Lakin bu noktada yine iki sorun ortaya çıkıyor. Birincisi Çiftçi sendikalarının altını çizdiği kırsal alanın sürdürülebilir olarak korunmasının nasıl sağlanacağıdır. Bu sorunun cevabını aramak için de 1924 Köy Kanunun yeniden ele alınarak köylerin sürdürülebilir gelişimi için normlar oluşturulmayı konuşmaya başlamamız gerekiyor.

İkincisi ise halkın karar süreçlerine sonuç aşamasında değil kurgulama aşamasında katılacağı doğrudan demokrasi sürecinin nasıl işleyeceği hususudur. Bunun için de yerel seçim mevzuatını değiştirmekle başlayan köklü bir yerel yönetim reformuna ihtiyaç var.

 

İkbal Polat

More in Yazarlar

You may also like

Comments

Comments are closed.