Köşe Yazıları

İstanbul Günlüğü

0
Güneşin Aydemir

Ah İstanbul Ah! Sen nelere kadirsin?

Urfa’dan ayak bastım Atatürk Havalimanına. Urfa’nın bombalara rağmen huzurlu, sükunet dolu atmosferinden sonra İstanbul gecenin o saatinde bile fazlasıyla huzursuz, kalabalık ve taşkındı. Havaş’tan Taksim’de indim. Tekerlikli valizim ve sırt çantamla bir taksi arandım, kalacağım yere varmak için, ama nafile. Gecenin saat 1’i ve Taksim’de elinizi kaldırdığınızda duracak tek bir taksi bile yok. Zira sokaklar mahşer yeri gibi kalabalık, herkes sokakta. Yürümeye başladım… Yer Teşvikiye. Saat 01:45. Uzun yürüyüşlerimin İstanbul’u.

Ardarda günler kovalar benim İstanbul zamanımı. Her gün ortalama 3-4 toplantıyla geçer. Bir gün Yeryüzü Derneği ile toplantıya koşturuyorum. İstanbul Modern’de buluşacağız. Konumuz adil ticaret, katılımcı sertifikasyon vesaire. Müzenin bahçesine girmemle flaşların yüzümde patlaması bir oldu. O da ne? Fashion Week’in içine düştüm. Adil ticarete giderken tüketim ananın kucağında buldum kendimi. Çelişkilerimin İstanbul’u.

Bir başka gün Bilgi Üniversitesi’ndeyim. Ekolojik Sosyal Girişimcilik dersi açıyoruz Bilgi Üniversitesi ve Buğday Derneği ortaklığında. Toplantıdayız. Ve Santral Kampüsünde işten çıkarılan temizlik işçileri eylemde. Ellerinde pankartlar, sloganlar eşliğinde rektörlük binasının önündeler. Ne güzel. Hakkını arayan insanlar var hala. Rektörlük binasından çıktım ben de. Kapının içeri tarafından görmek ilginç oldu bu eylemi. Direnişlerimin İstanbul’u.

Sonra Yeşil Atlas zamanı. Yılda bir kere gelir. Oruç tutar gibi Atlas Dergisi binasına giderim. Bu sefer yeni taşınılan binaya gittim. Mecidiyeköy’de Trump Towers. Akıllı bina diyorlar. Atlas Dergisi 30 küsur katlı binanın 21. Katında hizmet veriyor. Yeşil Atlas içindeki konulardan biri Ahmet Atıl Aşıcı’nın yazdığı “Yeşil Ekonomi”, ve bir diğeri Alper Akyüz’ün yazdığı “Büyümenin Sınırları”. Yazıların kafamda oluşturduğu sorularla düşünüyorum ve Atlas’ın Yayın Yönetmeni Özcan’a (Yüksek) soruyorum: “Elektrikler kesilse bu binada ilk bir saat içinde neler olur?”, “Elektriğe ne kadar bağımlıyız?” gibisinden sorular bunlar. Tam akıl yürütürken mevzuu üzerine, elektrikler gerçekten kesiliyor! Pes doğrusu… Durugörülerimin İstanbul’u.

Evet, elektrikler kesildi ve jeneratör de devreye girmedi. Önce serverlar kilitlendi. Ve fotoğraf seçmek için dia arşivine ulaşılamaz oldu. Dolayısıyla dergilerin yapımı için gerekli fotoğraf işi tamamen durdu. Tasarımcı tayfası tümden devre dışı! Ardından editör ve yazar takımının bilgisayarlarının elektrikleri bitmeye başladı ki yazı okuyup, yazması gereken bu insanlar için dayanılması zor bir durum. Bir süre sonra bina klimalar çalışmadığı için ısınmaya başladı. Zira akıllı binanın büyük camları var ancak açılmıyor. Havalandırmalar ise yine elektriğe bağlı olduğu için çalışamadı. Asansörler durdu ve içinde insanlar asılı kaldılar. Katlara giden kapıların hepsi kartlı, kitlendiler. Sonunda bir bina görevlisi geldi ve bize rahatsız edici bir sakinlikle, tane tane bir cümle kurarak “binayı yavaş yavaş boşaltıyoruz. Paniğe gerek yok ancak acele edersek iyi olur, zira merdivenleri inmeniz zaman alacak ve merdiven boşluğundaki ışıklar birer birer sönmeye başladı ve karanlıkta inmeniz çok zor olur” dedi. Hımm. Hafiften korku filmi renkleri görmeye başlıyoruz. Toparlandık ve merdivenlerden inmeye başladık bir grup insanla. Gittikçe karanlıklaşan ve havasızlaşan izbe merdivenleri bitirdik ve binanın içinde bir yere çıkabildik. Afetlerimin İstanbul’u.

Trump Towers aslında bir alışveriş merkezi ile başlıyor ve iş kuleleri ile son buluyor. Bizim çıktığımız kısmı ikisi arasında bir yer, araf misali. Kuleye (bu metafora uygun şekilde) bir ecinni tarafından hapsedilmiş, havasızlıktan sürekli baş ağrısı çeken basın işçilerinin hava almaya çıktıkları bir balkon ile anlam veremediğim ışıklı bir pano var bu katta. Gözlerimi kısıp panoya bakıyorum, bir takım yazılar arkalarında ışık huzmeleri bırakarak dönüyorlar. Sanırım bir film reklamı bu. Panonun arkası da bir sinema salonu olsa gerek. Bina, yada ecinni, içine giren insanların bir kısmını merdiven boşluklarına, bir kısmını asansörlerine, bir kısmını da çalışma odalarına kilitlemişti ve son enerjisini de o koşullar altında seyredilemeyecek bir filmin reklamını yapmak için kullanıyordu! Ecinnilerimin İstanbul’u.

İstanbul’un kendisi bir ecinniydi zaten. Bilmem kaç milyon insanı her gün yeniden kendisine bağlayan o kara büyüyü yapıyor, kurbanlarının kendisinden kaçırmaya çalıştıkları zaman ve parayı, başka bir kılığa girip kapıyordu ellerinden. Bir AVM ecinnisi veya süpermarket ecinnisi, ya da eğlence ecinnisi olarak..  O şehirde yaşamanın tek yolu, şehirde yaşamak için kazanılan paranın tümünü haraç olarak vermek ve sahip olunan bütün zamanı da para kazanmak için harcamaktı. Mantıkdışı durumların İstanbul’u.

Köyüme dönmeden önceki son gece kurulacak olan yeni partinin toplantısına gittim. Yine trafik içinde sıkışmış vaziyetteyim, ama iki dakika gecikme ile toplantı salonuna varmayı başardım. Güzel bir kalabalık. Sevdiğim ve seveceğimi umduğum insanlar var. Salon basık ve karanlık ama içerideki hava taze ve aydınlık. Öyle geldi bana. Birlikte bir yol yürüyeceğiz gibi görünüyor. Yol uzun, çok vakit de yok ama sanırım herkes hevesli ve daha da önemlisi iyi ve olumlu. Bu büyük çeşitliliği bir araya getirebilmek de kolay değil. İstanbul dışında bir yerde de çok zor olurdu herkesi bir arada görmek.

Oh be! Nihayet İstanbul! Olması gereken İstanbul işte bu! Çeşitliliğin İstanbul’u.

 

Güneşin Aydemir

 

 

Güneşin Aydemir

You may also like

Comments

Comments are closed.