Yeşeriyorum

Doğaya fiyat biçilir mi? – George Monbiot

0

İngiliz gazeteci George Monbiot’nun The Guardian gazetesinde 6 Ağustos’ta yayımlanan yazısını okurumuz Buket Ulukut Yeşil Gazete için Türkçe’ye çevirdi.

Nehirlere ve yağan yağmura fiyat biçmek hepimizin değerini azaltıyor

‘Bir araziyi çitlerle çevirip ‘Burası benim’ demeyi akıl ettiğinde kendisine inanacak kadar saf ve yalın insanları da etrafında bulan ilk insan, sivil toplumun gerçek kurucusudur.

Hiç kimse insan soyunu onca suçtan, savaş ve cinayetten, dehşet ve talihsizlikten, yaşadığı toprakları terk ederek, yaşananları geride bırakarak ya da akranlarına “Bu sahtekarın laflarına kulak veriniz; Dünya’ nın tüm meyvelerinin hepimize ait olduğunu fakat dünyanın kendisinin hiç kimseye ait olmadığını unuttuğunuz an mahvolmuşsunuz demektir.”‘ diye yalvararak kurtaramaz.

Jean Jacques Rousseau önceden bugün yaşanılanların farkına varmış olmalı. Bugün sahtekarlar tarafından kuşatılan sadece araziler değil, doğal hayatın tüm geriye kalanıdır. Bir çok ülkede, özellikle de İngiltere’ de doğaya değer biçilip metalaştırılmaya çalışılıyor. Böylece doğa nakit parayla takas edilebilecek.

Bu çaba bugünkü hükümetin bu konudaki somut gayretleriyle başladı. Hükümet 100.000 Pound değerinde bir yatırım yaparak, İngiltere’ nin tüm eko-sisteminin bir yıllık toplam değerini hesaplaması için bir araştırma şirketini görevlendirdi. Bu şirket hükümetten parayı aldıktan sonra bu çalışmanın “teorik olarak tamamlanmasının sıkıntı verici olduğunu çünkü bu çalışmanın bazı kesimler tarafından pek de akla uygun bir çaba olarak görülmediğini” -biraz da küçümsemeyle- rapor etti. Rapor, İngiltere’ nin bazı eko-sistemlerinin “aslında paha biçilemez bir değerde” olduğunun da altını çiziyordu.

Nadiren karşılaşılan bu aklı selim yaklaşım hükümeti doğaya fiyat biçmekten ve bu metanın satışından doğacak olan pazarı oluşturma çabasından vazgeçiremedi. Şu anda İngiltere’ nin bir Doğal Sermaye Komitesi (NCC), bir Eko-sistem Pazarları İş Gücü (EMTF) ve yeni ve ilham verici bir terimler sözlüğü var.

Artık biz doğaya, doğa demiyoruz: Uygun terim artık “Doğal Sermaye”.

Doğal döngüler artık yerini “Eko-sistem hizmetlerine” bıraktı çünkü varoluşlarının tek amacı bize hizmet etmek. Dağlar, ormanlar ve nehirler artık “yeşil altyapılar”. Biyolojik çeşitlilik ve doğal yaşam alanları ise “Eko-sistem pazarlarının” içindeki “değerli varlık sınıfları”. Her birinin maddi bir değer karşılığı olacak ve böylece takas edilebilir olacaklar.

‘Eko-sistem hizmetleri’ için biçilmeye çalışılan maddi değer mülkiyetçiliğin başlangıcından bu yana ortaya çıkan en muazzam özelleştirme projesi gibi görünüyor.Nehirlerimiz ve doğal kaynaklarımız değer biçilerek adeta metalaştırılıyorlar. George Monbiot’ a göre bu hareketten faydalanacak tek kesim zenginler.

Bu yaklaşımı savunan iddia kendi içinde oldukça tutarlı ve dikkat çekici. Var olan ticaret alanı doğaya hiç bir değer atfetmiyor. Doğaya fiyat biçip, bu maddi değeri ticari alanda var olan malların ve hizmetlerin maliyetinin içerisine dahil etmek aslında doğayı korumaya yönelik ekonomik bir teşvik yaratacaktır. Bu görüş hem ticari alanın hem de kendisinden-nefret eden (kendisi ile barışık olmayan) devletin dikkatini çekiyor.

Eko-sistem Pazarları İş Gücü (EMTF) “Doğa ile ilişkili çok tatmin edici potansiyel piyasalardan – uluslararası ölçüde milyar dolarlardan” söz ediyor.

Metalaştırma, ekonomik büyüme, finansal soyutlamalar, tüzel (birleşmiş) güçler… Tüm bunlar dünyanın çevre krizini harekete geçiren süreçler değil mi? Şimdi ise dünyanın biyosferini (canlı yer küre) kurtarmak için daha fazlasına ihtiyacımız olduğu söyleniyor.

Eko-sistem hizmetleri için yapılan yatırımları, Rousseau’ nun arazilerle ilgili ortaya koyduğu ayrıcalık talebinden sonra, ortaya atılan en büyük özelleştirme çabasının başlangıcı olarak görüyorum. Hükümet arazi sahiplerini eko-sistemin “sağlayıcıları” olarak tanımlamaya başladı bile. Sanki yağmurları, dağları, nehirleri ve tüm bu doğal alanda var olan vahşi yaşamı onlar yaratmışlar gibi. Bu servisler için “sağlayıclara” ödeme yapılması gerekiyormuş. Ya hükümet tarafından ya da bu servisleri “kullananlar” tarafından. Bu plan tıpkı İngiltere’ de uygulanmaya başlayan Milli Sağlık Servisi (NHS) planına benziyor.

Toprak ağalığı, ilk sahtekarın ortaya çıkıp halkın haklarına kademeli olarak el koyması ile, kendi ayrıcalıklı haklarını giderek arttırmasını gerektirmiştir. Eko-sistem hizmetleri için tasarlanan ödemeler bu tecavüzü bir adım daha ileriye götürerek toprak sahibini vahşi hayatın, suyun akışının, karbon döngüsünün ve daha önce herkese ve hiç kimseye ait olduğu varsayılan doğal süreçlerin sahibi ve tetikleyicisi olarak göstermektedir.

Bu kadarla da bitmiyor. Herhangi bir kaynak bir kez metalaştırıldığında, borsacılar ve yatırımcılar da işin içine giriyor. Eko-sistem Pazarları İş Gücü “Finansal şehircilik uzmanlarını kullanarak bu harmanlanmış gelir akışları ve menkul kıymetleştirmelerin çevresel bonolara yapılacak olan yatırımlara dönüşleri ne şekilde güçlendireceğini belirlemeye çalışıyor”.

Bu da bize bu sürecin ne kadar ilerlemiş olduğunu ve yaratmaya başladığı belirsiz bürokratik dil hakkında fikir veriyor.

Hükümet çoktan vahşi yaşamın ticaretini mümkün kılacak olan pazarları oluşturmaya başladı bile. “Biyolojik çeşitlilik dengelemesi” adı altında başlattılan uygulama da bu oluşuma bir örnek. Örneğin bir taş ocağı firması nadir bulunan yeşil alanlardan birini yok etmek isterse birilerine başka bir alanı yeşilleştirmesi için gereken parayı ödeyerek cezasını ödemiş olacak. Her ne kadar hükümet bu dengeleme politikasının “gerçekten kaçınılamaz olan zararın” bedelini ödemek için kullanılması gerektiği ve bu uygulamanın “yok etmeye ehliyet vermek adına suistimal edilmemesi gerektiği” konusunda uyarıda bulunsa da bir kez bu prensip resmileşip pazarda yerini alınca bu hassas çizginin ne kadar süreyle uygulanacağını sanıyorsunuz ki?

Bu sistemle doğa da diğer herşey gibi bedeli ödenebilir bir meta haline gelecek.

Neoliberalizmin diğer unsurları gibi doğanın metalaştırılması da demokratik alternatiflerin önüne geçiyor. Artık herhangi bir eko-sistemin ya da tabiat parçasının bizde hayranlık ve sevinç sağladığı için korunması gerekliliğine dair herhangi bir tartışmada bulunamayacağız; bize söz konusu kara parçasının esas değerinin hesaplandığı ve kuşkusuz o kara parçasının başka kullanım alanlarında kullanabileceğinden çok daha az bir değere sahip olduğu söylenecek. Piyasa konuşur ve tartışma biter.

Tüm bu karmakarışık ve ferdi düşünceye dayalı meseleler, demokrasinin motive edici güçleri, bir gurup rakamlar dizisiyle çözülecek. Hükümetlerin herhangi bir düzenleme yapmasına gerek olmayacak: piyasa politikacıların görmezden geldiği konularda kararları belirleyecek. Fakat ticaret çok dönek bir ustadır ve parası olanlar hariç herkese karşı da tepkisizdir.

Doğanın maliyeti ve satışı gücün yeniden ticari ortaklıklara ve çok zenginlere transferini temsil eder. Doğanın ve bizim önemimizi azaltır. Doğal yaşamı tüzel bir ekonomiye dönüştürerek egemenliğin kutsal öğretisini yeniden vurgular. Biyosferi parçalara ayırarak ticari malın (emtianın) unsurları haline getirir.

Hükümet çoktan “ayrıştırılmış” eko-sistem servislerinden bahsetmeye başladı bile. Daha önceki özelleştirmelerden ödünç alınmış bir kavramdır bu. Bu kavram finansal alanda bir şey ifade edebilir ama ekolojik alanda hiç bir karşılığı yoktur. Dünyamızın doğası hakkında daha fazlasını öğrendikçe onun unsurlarının güvenli bir şekilde bir birinden ayrıştırılamayacağını da öğreniyoruz. Doğayı yok etmek için harcanan para çok nadiren onu korumak için harcanan paraya karşılık gelecek. Doğa diğer yatırımlar ile karşılaştırıldığında çok düşük bir geri dönüş değeri sunar.

Eğer bizler tartışmayı değerler bütününden tek bir değere -aşk ve sevgiden hırs ve aç gözlülüğe- indirgersek  doğal dünyamızı ona zarar veren güçlerin eline teslim etmiş oluruz.

Yaşadığımız yeri terk ederek, yaşananları geride bırakarak yine kandırılmış oluruz.

George Monbiot – The Guardian / Twitter: @GeorgeMonbiot

İngiliz gazeteci George Monbiot’nun The Guardian gazetesinde 6 Ağustos’ta yayımlanan yazısını okurumuz Buket Ulukut Yeşil Gazete için Türkçe’ye çevirdi.

Nehirlere ve yağan yağmura fiyat biçmek hepimizin değerini azaltıyor. 'Eko-sistem servisleri' için biçilmeye çalışılan maddi değer mülkiyetçiliğin başlangıcından bu yana ortaya çıkan en muazzam özelleştirme projesi gibi görünüyor. Nehirlerimiz ve doğal kaynaklarımız değer biçilerek adeta metalaştırılıyorlar. George Monbiot' a göre bu hareketten faydalanacak tek kesim zenginler. 'Bir araziyi çitlerle çevirip 'Burası benim' demeyi akıl ettiğinde kendisine inanacak kadar saf ve yalın insanları da etrafında bulan ilk insan sivil toplumun gerçek kurucusudur. Hiç kimse insan soyunu onca suçtan, savaş ve cinayetten, dehşet ve talihsizlikten, yaşadığı toprakları terk ederek, yaşananları geride bırakarak ya da akranları için yakararak kurtaramaz. "Bu sahtekarın laflarına kulak veriniz; Dünya' nın tüm meyvelerinin hepimize ait olduğunu fakat dünyanın kendisinin hiç kimseye ait olmadığını unuttuğunuz an mahvolmuşsunuz demektir."' Jean Jacques Rousseau önceden bugün yaşanılanların farkına varmış olmalı. Bugün sahtekarlar tarafından kuşatılan sadece araziler değil, doğal hayatın tüm geriye kalanıdır. Bir çok ülkede, Özellikle de İngiltere' de doğaya değer biçilip metalaştırılmaya çalışılıyor. Böylece doğa nakit parayla takas edilebilecek. Bu çaba bugünkü hükümetin bu konudaki somut gayretleriyle başladı. Hükümet 100.000 Pound değerinde bir yatırım yaparak, İngiltere' nin tüm eko-sisteminin bir yıllık toplam değerini hesaplaması için bir araştırma şirketini görevlendirdi. Bu şirket hükümetten parayı aldıktan sonra -tepkisini olduğundan daha az göstererek- bu çalışmanın "teorik olarak tamamlanmasının sıkıntı verici olduğunu çünkü bu çalışmanın bazı kesimler tarafından pek de akla uygun bir çaba olarak görülmediğini" rapor etti. Bu rapor, İngiltere' nin bazı eko-sistemlerinin "aslında ölçülemez bir değerde" olduğunun da altını çiziyordu. Nadiren karşılaşılan bu aklı selim yaklaşım hükümeti doğaya fiyat biçmekten ve bu metanın satışından doğacak olan pazarı oluşturma çabasından vazgeçiremedi. Şu anda İngiltere' nin bir Doğal Sermaye Komitesi (NCC), bir Eko-sistem Pazarları İş Gücü (EMTF) ve yeni ve ilham verici bir terimler sözlüğü var. Artık biz doğaya, doğa demiyoruz: Uygun terim artık "Doğal Sermaye". Doğal döngüler artık yerini "Eko-sistem servislerine" bıraktı çünkü varoluşlarının tek amacı bize hizmet etmek. Dağlar, ormanlar ve nehirler artık "yeşil altyapılar". Biyolojik çeşitlilik ve doğal yaşam alanları ise "Eko-sistem pazarlarının" içindeki "değerli varlık sınıfları". Her birinin maddi bir değer karşılığı olacak ve böylece takas edilebilir olacaklar. Bu yaklaşımı savunan iddia kendi içinde oldukça tutarlı ve dikkat çekici. Var olan ticaret alanı doğaya hiç bir değer atfetmiyor. Doğaya fiyat biçip, bu maddi değeri ticari alanda var olan malların ve hizmetlerin maliyetinin içerisine dahil etmek aslında doğayı korumaya yönelik ekonomik bir teşvik yaratacaktır. Bu görüş hem ticari alanın hem de kendisinden-nefret eden (kendisi ile barışık olmayan) devletin dikkatini çekiyor. Eko-sistem Pazarları İş Gücü (EMTF) "Doğa ile ilişkili çok tatmin edici potansiyel piyasalardan - uluslararası ölçüde milyar dolarlardan" söz ediyor. Metalaştırma, ekonomik büyüme, finansal soyutlamalar, tüzel (birleşmiş) güçler: tüm bunlar dünyanın çevre krizini harekete geçiren süreçler değil mi? Şimdi ise dünyanın biyosferini (canlı yer küre) kurtarmak için daha fazlasına ihtiyacımız olduğu söyleniyor. Eko-sistem servisleri için yapılan yatırımları, Rousseau' nun arazilerle ilgili ortaya koyduğu ayrıcalık talebinden sonra, ortaya atılan en büyük özelleştirme çabasının başlangıcı olarak görüyorum. Hükümet arazi sahiplerini eko-sistemin "sağlayıcıları" olarak tanımlamaya başladı bile. Sanki yağmurları, dağları, nehirleri ve tüm bu doğal alanda var olan vahşi yaşamı onlar yaratmışlar gibi. Bu servisler için "sağlayıclara" ödeme yapılması gerekiyormuş. Ya hükümet tarafından ya da bu servisleri "kullananlar" tarafından. Bu plan tıpkı İngiltere' de uygulanmaya başlayan Milli Sağlık Servisi (NHS) planına benziyor. Toprak ağalığı, ilk sahtekarın ortaya çıkıp halkın haklarına kademeli olarak el koyması ile, kendi ayrıcalıklı haklarını giderek arttırmasını gerektirmiştir. Eko-sistem servisleri için tasarlanan ödemeler bu tecavüzü bir adım daha ileriye götürerek toprak sahibini vahşi hayatın, suyun akışının, karbon döngüsünün ve daha önce herkese ve hiç kimseye ait olduğu varsayılan doğal süreçlerin sahibi ve tetikleyicisi olarak göstermektedir. Bu kadarla da bitmiyor. Herhangi bir kaynak bir kez metalaştırıldığında, borsacılar ve yatırımcılar da işin içine giriyor. Eko-sistem Pazarları İş Gücü "Finansal şehircilik uzmanlarını kullanarak bu harmanlanmış gelir akışları ve menkul kıymetleştirmelerin çevresel bonolara yapılacak olan yatırımlara dönüşleri ne şekilde güçlendireceğini belirlemeye çalışıyor". Bu da bize bu sürecin ne kadar ilerlemiş olduğunu ve yaratmaya başladığı belirsiz bürokratik dil hakkında fikir veriyor. Hükümet çoktan vahşi yaşamın ticaretini mümkün kılacak olan pazarları oluşturmaya başladı bile. Bio-çeşitlilik dengelemesi adı altında başlattılan uygulama da bu oluşuma bir örnek. Örneğin bir taş ocağı firması nadir bulunan yeşil alanlardan birini yok etmek isterse birilerine başka bir alanı yeşilleştirmesi için gereken parayı ödeyerek cezasını ödemiş olacak. Her ne kadar hükümet bu dengeleme politikasının "gerçekten kaçınılamaz olan zararın" bedelini ödemek için kullanılması gerektiği ve bu uygulamanın "yok etmeye ehliyet vermek adına suistimal edilmemesi gerektiği" konusunda uyarıda bulunsa da bir kez bu prensip resmileşip pazarda yerini alınca bu hassas çizginin ne kadar süreyle uygulanacağını sanıyorsunuz ki? Bu sistemle doğa da diğer herşey gibi bedeli ödenebilir bir meta haline gelecek. Neoliberalizmin diğer unsurları gibi doğanın metalaştırılması da demokratik alternatiflerin önüne geçiyor. Artık herhangi bir eko-sistemin ya da tabiat parçasının bizde hayranlık ve sevinç sağladığı için korunması gerekliliğine dair herhangi bir tartışmada bulunamayacağız; bize söz konusu kara parçasının esas değerinin hesaplandığı ve kuşkusuz o kara parçasının başka kullanım alanlarında kullanabileceğinden çok daha az bir değere sahip olduğu söylenecek. Piyasa konuşur ve tartışma biter. Tüm bu karmakarışık ve ferdi düşünceye dayalı meseleler, demokrasinin motive edici güçleri, bir gurup rakamlar dizisiyle çözülecek. Hükümetlerin herhangi bir düzenleme yapmasına gerek olmayacak: piyasa politikacıların görmezden geldiği konularda kararları belirleyecek. Fakat ticaret çok dönek bir ustadır ve parası olmayanlar hariç herkese karşı da tepkisizdir. Doğanın maliyeti ve satışı gücün yeniden ticari ortaklıklara ve çok zenginlere transferini temsil eder. Doğanın ve bizim önemimizi azaltır. Doğal yaşamı tüzel bir ekonomiye dönüştürerek egemenliğin kutsal öğretisini yeniden vurgular. Biyosferi parçalara ayırarak ticari malın (emtianın) unsurları haline getirir. Hükümetin iş gücü çoktan "ayrıştırılmış" eko-sistem servislerinden bahsetmeye başladı bile. Daha önceki özelleştirmelerden ödünç alınmış bir kavramdır bu. Bu kavram finansal alanda bir şey ifade edebilir ama ekolojik alanda hiç bir karşılığı yoktur. Dünyamızın doğası hakkında daha fazlasını öğrendikçe onun unsurlarının güvenli bir şekilde bir birinden ayrıştırılamayacağını da öğreniyoruz. Doğayı yok etmek için harcanan para çok nadiren onu korumak için harcanan paraya karşılık gelecek. Doğa diğer yatırımlar ile karşılaştırıldığında çok düşük bir geri dönüş değeri sunar. Eğer bizler tartışmayı değerler bütününden tek bir değere indirgersek - aşktan hırsa, aç gözlülüğe- doğal dünyamızı ona zarar veren güçlerin eline teslim etmiş oluruz. Yaşadığımız yeri terk ederek, yaşananları geride bırakarak yine kandırılmış oluruz.

More in Yeşeriyorum

You may also like

Comments

Comments are closed.