Köşe Yazıları

Siyaseti geri almak ya da EDP-Yeşiller (2- Yeşil hareket)

0

Yeşil düşüncenin -sessiz ve derinden de olsa- gelişip yaygınlaştığı, ekoloji hareketinin ise sivil toplum örgütleri, yerellerdeki yaşam mücadeleleri ve alternatif deneyimler çerçevesinde büyüyüp serpildiği bir dönemde, EDP-Yeşiller birleşme tasarısına sadece yeşil siyasi hareketin özgül tarihsel gelişimi içinden bakamayız. Konuyu bütün bir çevre ve ekoloji mücadelesini, bütün doğrudan demokrasi, antiotoriterlik ve şiddetsizlik pratiklerini, bütün sosyal hareketler zeminini, başka bir deyişle yeşil hareketin en geniş çerçevesini göz önüne alarak değerlendirmek gerek.

Türkiye’de bugünkü Yeşiller Partisi’nin de ürünü (ve bir parçası) olduğu yeşil siyasi hareketin geçmişi çeyrek yüzyılı geride bıraktı ve politik yönelimi de küresel yeşil hareketle paralel gelişti. Üstelik Türkiye’de Yeşiller, Avrupa Yeşilleri’nin büyük çoğunluğunu ayakta tutan en önemli araçtan, parlamento ayağından yoksun olduğu halde, hareketin baskın rengi olan protesto ve direniş geleneğiyle, alternatif politikalar üretme ve seçimlere müdahil olma tavrını bir arada yaşatmayı başardı.

Ancak bugünü daha iyi anlamak için, yeşil hareketin ayağını bastığı zeminde son on yıldır yaşanan değişiklikleri doğru değerlendirmek gerekiyor. Bu değişikliklerin başında “iklim değişikliği” geliyor. Bugün artık iklim değişikliğini (dolayısıyla iklim politikalarını ve aktivizmini) temel mücadele dinamiği olarak belirlemeyen bir yeşil hareketten söz edilemez. Hareketin “kadim” merkez noktası olan nükleer karşıtlığı elbette önemini sürdürüyor. Ancak iklim politikaları, yeşil düşüncenin 40 yıllık “büyümeyi sınırlama” ideolojisine bire bir denk düşüyor.

Yeşillerin politik odak noktası tam da bu nedenle “yeşil ekonomi” olarak beliriyor. İklim değişikliğine ve ekolojik krize karşı yenilenebilir (ve doğaya uyumlu) enerji ve üretim-tüketim biçimleri savunulur ve ekonomik büyüme saplantısı mahkum edilirken, “yeşil ekonomi” bir üst başlık olarak ve pozitif bir politik gündem olarak ortaya çıkıyor. Yeşil ekonomi, kapitalizm belki de en ağır krizini yaşarken, yeni ve yaşayan bir seçenek olarak tam da bu nedenle kabul görüyor. Yeşiller, mevcut krizi üçlü kriz olarak adlandırıyorlar. Ekolojik, sosyal ve ekonomik kirizin birbirinden ayrılamayacağını vurguluyorlar ve  bugün dünyanın pek çok ülkesinde iktidar alternatifleri üretecek güce, bu sayede erişiyorlar.

Bu tespiti yaptığımızda, yani yeşil siyasi hareketin ağırlık merkezini iklim değişikliği, ekolojik-sosyal-ekonomik kriz, ekonomik büyüme eleştirisi ve bütün bunlara yeşil ekonomi programıyla yanıt vermek olarak belirlediğimizde, sadece mevcut yerel ekoloji hareketlerini merkeze alan (antikapitalist de olsa pratiğini bununla sınırlayan) bir ekoloji mücadelesiyle yeşil hareket arasındaki  farkı daha iyi anlayabiliriz. Üstelik yeşil siyasi hareket dediğimizde, bunu demokrasi ve özgürlük mücadelesiyle, sadece ekolojiye dair bir şekilde değil, feminizm, LGBT hareketi ve antimilitarizmi merkeze alan bir çerçevede ele alarak, tamamlamak gerekir. (Bu merkezin, muhafazakarlaşmanın tavan yaptığı bir dönemde ne kadar hayati olduğunu da saptamalıyız.) Yani mesele sadece parlamenter sistemi veri kabul edip etmemek, ya da reformist olup olmamak meselesi değildir. Mesele, küresel krize karşı, radikal bir sistem eleştirisi dahilinde, politik bir seçenek oluşturup oluşturmamak meselesidir. Tabii bunu da hangi dil ve söylemle yaptığınız önemlidir.

Dolayısıyla bugün yeşillerin yapması gereken şey, yeşil politikanın mümkün olan en geniş tabana yayılması ve sözünü ettiğim anlayışın ana-akımlaştırılmasıdır. Bunun tersi ekoloji mücadelesinin marjinalize edilmeye ve şiddeti yücelten bir dilin hakim kılınmaya çalışılması, ya da yerellerde yaşanan yaşam ve ekoloji mücadelelerinden küçük iktidar odakları yaratılmasıdır. Bu eğilimin hakim hale gelmesini engellemenin yolu, ekoloji mücadelesini Yeşiller’in evrensel yeşil ilkeleri zemininde (yani şiddetsiz, sınırsız, hiyerarşisiz, lidersiz, feminist ve antiotoriter; resmi ideolojinin yüklerinden, kişi mitlerinden, devlet ve iktidar tapınmasından azade olarak) tüm yurttaşların ana gündem maddesi haline getirmeyi sağlayacak bir yönelimdir.

Bunu yaparken elbette tabanda verilen ekoloji mücadeleleriyle temas etmek, sivil toplum çalışmalarından çok şey öğrenmek ve alternatif ekolojik yaşam deneylerini de görmezden gelmemek gerekiyor. Ama hareketi bunlarla sınırlı tutmadan doğrudan insanlara seslenirsek, doğrudan parti örgütlenmeleri yoluyla (da) “yurttaşla” (yani sadece kitleyi ima eden “halklar”la değil, özgür bireyle) temas edersek,  yeşil gündem toplum nezdinde politikleşir, ayağı yere basar, marjinalleştirilmekten kurtulur.

Ayrıca sivil toplumun merkezinde yer alan çevreci ve doğa korumacı örgütlerin etki alanının ve tabanının (hatta profesyonel ve akademik kadrolarının da) yeşil politik bir yönelimle tanışmasını, çevre hareketinin ve doğa korumacılığın siyasallaşmasının önemli bir adımı olarak görmek gerekiyor. Bu STK’ların “politikaya bulaşmama” tavrını aşmalarının ve aslında sonuçla olduğu kadar sebeple de ilgilenen kendi tabanlarına da yabancılaşarak sektörel bir eleman haline gelmelerini önlemenin yolu, diyalog ve işbirliğinden geçiyor.

Ekoloji hareketi kendi kendini fragmante etmek ve birbirini kategorize etmek yerine, topluma seslenmeye başlarsa, siyasi parti, STK, girişim, platform, hareket gibi ayrımları kemikleştirmekten kurtulabilir ve aralarındaki geçişkenliği garanti altına alabilir. Yeşiller’in bir siyasi hareket olarak bu siyasallaştırmanın (ve diyaloğun) öncüsü olması doğasının gereği olarak görülmeli. Bununla elbette sistemle uzlaşmayı kastetmiyorum. Ama zaten ortada uzlaşılarak iyileştirilecek bir sistem olmadığını artık en müzakereci çevre kuruluşları bile anlamış durumda. Bizim yapmamız gereken şey radikalleşirken ana-akımlaşmak (ya da ana-akımı radikalleştirmek), bunu yaparken de ideolojik değil, politik bir dili hakim kılmak olmalı.

***

Peki bütün bunları EDP-Yeşiller birleşme tasarısı açısından nasıl okumak gerekiyor?

Yeşiller Türkiye’de her zaman solda olmuştur. 1980’lerdeki birinci yeşil parti içinde yer alan (ve etkisi kalıcı olmayan) bir kanat dışında, harekete her zaman sol bir renk hakim oldu. Bu nedenle bugün önemli olan Yeşiller’in solda olup olmaması değil, o solun nasıl bir sol olduğudur.

Bu, antiemperyalistlik adına ulusalcılık kokan, Kemalist eski düzenle ve dolayısıyla ulusal sanayinin kirli çıkarlarıyla uzlaşan bir sol olmamalıdır örneğin. Ya da radikalizm yarışı yaparken şiddeti yücelten, yeşil hareketi marjinalleştiren bir sol da olmamalıdır. Olaya sadece mülkiyet (ve yönetim) çerçevesinden bakan, dolayısıyla aslında devletçi, merkeziyetçi, planlamacı ve büyümeci bir solun da yeşil hareketle hiçbir ilişkisi olamaz.

Bugün bizim yeşil hareketi, özgürlükçü, demokratik, şiddet karşıtı, sosyal hareketlerin etkisi altında dönüşüme uğramayı kendisi talep eden, duyargalarını dünyaya, küresel sorunlara ve küresel hareketlere açık tutan bir solla kaynaştırmamız gerekiyor. Yeşil hareketle karşılıklı olarak birbirini dönüştüren bu solun yerinden yönetimi, özerkliği, merkezi yapıları ve iktidar aygıtını (kendi pratiği içinde de) dağıtmayı ana gündemlerinden biri olarak belirlemesi gerekiyor. Hala derin devletle, askeri çözüm saplantısıyla, darbeci zihniyetle hesaplaşamamış, bir yandan iyice muhafazakarlaşırken, bir yandan da otoriterleşerek yozlaşan bir iktidarın etkisi altında sıkışan bir ülkede, sonuna kadar özgürlükçü, sonuna kadar demokrat olmaktan kaçınmaması gerekiyor.

Yeşil siyasi hareketle ilgili düşünürken, her zaman Avrupa’da ve dünyada yaşanan deneyimleri de dikkate alıyoruz. Yeşiller’i çoğu Avrupa ülkesinde üçüncü ana siyasal akım olmaya taşıyan süreç, sadece ekoloji gündeminin toplumun geneli tarafından önemsenmesinin değil, aynı zamanda solun otoriter sosyalist miraslarla hesaplaşmasının bir sonucudur. Sonuçta yeşil hareket yeni solun içinden doğmuş, pek çok ülkede de ya doğum anında, ya da süreç içinde solun özgürlükçü kesimleriyle birleşerek, kaynaşarak ya da birlikte dönüşüme uğrayarak büyümüştür.

Yeşiller’in EDP ile birleşmesi, EDP’yi yeşil hale getirmek, ya da yeşilleri solcu yapmak değildir. İki partinin “eksiklerini” tamamlamak hiç değildir. Hiçbir gerçek siyasi arayış masa başında kurgulanamaz. Gerçek arayışları hayat yaratır. Bu süreci yeşiller açısından başlatan ihtiyaç, yeşil politikayı Türkiye’nin bütününe, tabana ve politik gündemin ön sıralarına taşıma mücadelesinin yarattığı ve zaten hep duyulan temel bir ihtiyaçtan başka bir şey değildir. Sol için yeşil politikayla buluşmak da kendi arayışının doğal bir sonucudur.

EDP ve Yeşiller bu birleşme tartışmasında siyasi bir cesaret gösterdiler, risk aldılar, küçük olsun bizim olsun demediler, kimseyi (her şeyden önce de -teorik kaygılarla- siyasetin kendisini) küçümsemediler.

Siyaseti geri almak dediğim şey de bu aslında.

(devam edecek)

Birinci bölüm: Siyaseti geri almak ya da EDP-Yeşiller (-1- AKP meselesi)

You may also like

Comments

Comments are closed.